Nureddin Şirin

Nureddin Şirin

Biz Bu Dünyada Şahidlerimizle Birlikteyiz, Yarın da Onlarla Haşr...

Biz Bu Dünyada Şahidlerimizle Birlikteyiz, Yarın da Onlarla Haşr Olacağız...!

Kur"an-ı Kerim"in temel kavramlarından biri "şahid" kelimesidir kuşkusuz. Türkçe anlamıyla "tanık" anlamına gelen "şahid" bu lügavi anlamının ötesinde "lider" "rehber" "yol gösterici" model" "örnek" anlamlarına gelmektedir.

"Allah sizi vasat bir ümmet kıldı, insanlara şahid olasınız diye. Peygamber de sizin üzerinize şahiddir" (Bakara 143) "Ey iman edenler, adil şahidler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun" (Maide 8) ayetleri bize, "insanlara örnek olma" "hakkı adaleti ayakta tutarak insanlığa ışık saçma" misyonunu yüklemektedir. Dolayısıyla bu misyon, kadın-erkek her bir müslümanın kulluk görevi içinde sergilemesi gereken temel duruşu ifade eder.

Kur"an-ı Kerim"in öğrettiği "şahid" kelimesinin bunların yanı sıra "lider" "rehber" "imam" "yol gösterici" "hidayet önderi" anlamları da vardır. Nitekim, "Gerçekten Biz, içinde bir hidayet, bir nur bulunan Tevrat'ı indirdik. Kendilerini Allah'a teslim etmiş peygamberler, yahudilere onunla hükmederlerdi. Bir de Rabbineler ve ahbar da Allah'ın kitabını muhafaza etmekle görevli olmaları ve üzerine şahit olmaları dolayısıyla onunla hüküm verirlerdi." (Maide 44) ayeti, bize "Peygamber" "Rabbani" ve "Ahbar" silsilesi içinde "hidayet önderliği"ni, "şer"i rehberiyeti" kurumunu ve modelini öğretmektedir.

Yukarıdaki ayetlerde, Müslüman olan herkes için kullanılan "şahid" kavramı, burada "özel" anlamda kullanılmakta, bu da kulluk görevinin hakkıyla yerine getirilmesinin bu "şahidler"e uymakla olduğunu öğretmektedir.

Yine aynı şekilde kıyalet günüyle ilgili olarak, "Her ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve onların da üzerine seni şahid olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak?" (Bakara 143) ayeti de, bu dünyada kendilerine ittiba ve iktida edilen "şahid"lerin öbür dünyada kendilerini izleyenlerin önünde duracağını öğretmektedir.

Dolayısıyla, kulluk görevi "şahid"siz olamayacağı gibi, kendilerine ittiba ve iktida edilen bu şahidlerin kimliği, statüsü ve rolünün ayrı bir anlam ve önemi olmaktadır.

Kur"an-ı Kerim"de belirtilen bu "şahid"lerin kimliği ve statüsü ile ilgili olarak, Allame Mevdudi, Tefihumu'l Kur'an tefsirinde Maide süresi 44 ayetinin tefsirinde "Rabbani" ve "ahbar" için şu tanımlamayı yapmaktadır:

"Rabbâniler en üst derecedeki uzman bilginler, Ahbar da fakihlerdir."

Burada görüleceği üzere, mümin toplulukların irşadı, rehberiyeti ve velayeti böyle bir "şahid"lerin bulunmasına bağlıdır. Dolayısıyla, Müslüman olan herkesin kulluk görevini yerine getirirken yapacağı "şahid"lik de, ancak böylesi "şahid"lere ittiba ve iktida etmesi ile mümkün olacaktır.

Tekrar ifade edecek olursak Kur"an-ı Kerim"deki "şahid" kavramı müminler için bir liderliği, velayeti ve rehberiyeti ifade etmektedir.

Rabbimiz Kur"an"da böyle bir sistemi kurmuştur, müminlerin hidayetini de, dinin korunmasını da bu sistem ile kaim kılmıştır.

Bu girişten sonra; günümüzde yaşadığımız sorunlar, karşılaştığımız problemler ve açmazlar konusunda, "şahid"lik kavramı bir "yol gösterici" bir ışık olarak çıkmaktadır. Böyle bir ışıktan mahrum kalmak, karanlıklara düşmekten, hak ve hidayet yolundan ayrılmaktan başka bir sonuç doğurmayacağı için, bizler ümmetimizin temel meselelerinde izleyeceğimiz yolu, takınacağımız tavrı, belirmeyeceğimiz istikameti bu miyar ile belirleme durumundayız.

Bu miyar, Kur"an-ı Kerim"in ortaya koyduğu bir mizandır.

Kur"an"ın belirlediği yol işaretlerinden sapmak, ya da bu yol işaretlerinden mahrum kalmak, bizi ne kadar hak ve hidayet üzere tutar?

Hz. Ali"nin "önce hakkı tanıyın, tanırsınız ehlini! Önce batılı tanıyın, tanırsınız ehlini" buyururken, muhlis her Müslüman için ilahi bir yol haritası çizmektedir.

Kişilerden önce "hakk"ı tanımak. Bu kişiler her kim olursa olsun, adları, namları, sıfatları her ne olursa olsun"

O halde, "hakk" bize "şahid"lerin liderliğini ve velayetini gösterirken, bu yolun dışında bir hakk ölçüsü olabilir mi?

Bugün birileri bizleri ümmetimizin karşılaştığı meselelerle ilgili olarak takındığımız tavır ve gittiğimiz istikamet noktasında sorgulayıp itham ederken, sıkça "rehberlik makamı"na göndermede bulunarak, bu makamı kutsadığımızı, ondan dolayı da düşünmeksizin, eleştirmeksizin ve sorgulamaksızın körü körüne bu makama bağlı olduğumuzu ileri sürmektedirler.

Bir bakıma doğru diyorlar; bizim iktida ve ittiba ettiğimiz bir rehberlik vardır; Kur"an"ın diliyle bu "şahid"dir. Müslümanın bir rehbere nasıl ittiba ve iktida edeceğini de yine Kur"an-ı kerim ve Sünnet-i nebevi bize öğretmektedir. İslam Siyaset hukuku bunun mahiyetini tafsilatlı bir şekilde ortaya koymaktadır.

Biz, Kur"an ve Sünnet-i nebevi ölçüsü içerisinde kendimize "şahid"ler edindik. Başka Müslüman kardeşlerimiz de bir başkasını kendisine "şahid" edinmiş olabilir. Onu kınamaz, dışlamaz ve asla tekfir etmeyiz. Önemli olan, o müslümanın Kur"an ve Sünnet ölçülerine hakkıyla riayet ederek bu sorumluluğunu yerine getirmesidir.

Birilerinin, bizleri, kendisine ittiba ve iktida ettiğimiz "velayet makamı" ile birlikte zikretmesi bizler için çok tabii bir durumdur. Zira bunu ne gizliyor, ne de bundan rahatsız oluyoruz. Bilakis böyle bir "velayet makamı"na olan sadakati Kur"an ve Sünnet-i Nebevi"ye ittibanın kaçınılmaz bir gereği olarak görüyoruz.

Peki, o kimselere şunu sormayacak mıyız;

"Ya sizin şahidleriniz kimlerdir? Kendinize kimleri şahid edindiniz?" Kendisine uyduğunuz, yolundan gittiğiniz, izin takip ettiğiniz "şahid"leriniz kimlerdir? Yarın kıyamet gününde hangi "şahid"lerin arkasında duracaksınız? Bizim şahidlik ettiğimiz şahidlerimiz var, peki onların şahidlik ettikleri şahidleri var mı?"

İşte burada göreceğiz ki, temel sorun ortada bir "şahid" bulunmamasıdır. Ya da, birilerine işaret ederek "işte bizim şahidimiz" denilememesidir.

Onun içindir ki, böylelerinin söylemlerinde bir istikrar olmaz. Sabit değerleri, değişmez ilkeleri bulunmaz. Dün dediklerini bugün terk eder, dün karşı çıktıklarını bugün kendileri yaparlar. Dün uzak durduklarına bugün yakın durur, bugün yakın durduklarından ise yarın uzaklaşırlar. Dün haram dediklerini bugün helal eder, dün şirk olarak tanımladıklarını bugün mübahlaştırırlar.

Nerede duracakları, ne yapacakları ve ne yapmayacakları bilinemez. Onlar için bazen konjönktür miyar olur, bazen de sosyo-politik dengeler. Grup ilişkileri, çıkar ilişkileri, fırsatlar, iktidar hesapları onları bir o yana götürür bir bu yana. Onlar için "değer"ler arizi ve izafidir. Hak ölçüleri değişken ve kaygandır. Onların ne dostlukları dostluktur, ne de düşmanlıkları. Zira dost olduklarına düşman, düşman olduklarına da çabucak dost olabilirler.

Onun içindir ki, bizler kendimizi Kur"an-ı Kerim"in belirlediği "şehadet hattı"nda, Rabbani ve Nebevi bir velayet yolunda tanımlarken, her zaman değişmezlerimizi, sabitelerimizi, kırmızı çizgilerimizi de ortaya koyma durumundayız.

Aşamayacağımız sınırlarımız, terk edemeyeceğimiz ilkelerimiz, göz ardı edemeyeceğimiz bir mizanımız, ortaya yerde bırakamayacağımız onur ve kutsallarımız vardır.

Bize bu istikameti veren "şahid"lerimizdir; bu dünyada "şahid"lerimizle birlikteyiz, yarın da bu şahidlerimizin arkasında haşr olacağız"

Ne mutlu Rabbani ve nebevi şahidlerin bayrağı altında hakkıyla kul olabilenlere..!

Hidayete tabi olanlara selam olsun"

 

velfecr

Bu yazı toplam 1923 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar