Abdurrahman Dilipak
Biz kimiz?
Geçen gün Yılmaz Özdil Afro-Türkleri yazmıştı. Aslında İndia-Türklerimiz de var, Arabesk Türklerimiz de, Kürdili Hicazkâr şarkılarımız da. Her birinin bir hikâyesi var aynı zamanda. Ama biz şimdi pembe dizilerle, Reality Show’larla ve bir de popüler hikâyeler ve dizilerle ilgiliyiz.
İskandinavlarla bağımızı bilir misiniz mesela. Mesela Karavela destanı ilginizi çeker mi?. Demreli Santa Klaus dünyaya Nordik bir efsane üzerinden tanıtılır öte yandan. Çin ya da Moğollarla olan ortak geçmişimizden haberimiz var mı?
Atilla, Moğollar deyince, Tarlar, Finler, Hungariler, say sayabildiğin kadar.
Anadolu dediğiniz yer kavimler kapısıdır. Sadece doğu ile batı, kuzeyle güney arasında jeopolitik, jeostratejik bir köprü değil, insan hayatının başladığı yerdir burası.
Hz. Âdem ömrünün % 99’unu burada geçirdi. Hz. Nuh da! Hz. Nuh 2. Âdem sayılır: 3 oğlu vardı: Ham, Sam, Yafes! Bu tarihi bilgiye göre, biz Yafes oğullarıyız. Hind Avrupa grubu Yafes oğulları. Hamiler Afro-Arap grubu, Samiler, Beni İsrail, yani Yakup oğulları. Sonuçta hepimiz kardeşiz.
Bütün insanlık dünyaya Anadolu’dan yayıldı. Yani biz buraya sonradan gelmedik. Bir kısmımız hep buradaydı, bir yere gitmedik. Bir kısmımız gitti-geldi, hep gitti geldi. Doğumuz, batımız, kuzeyimiz, güneyimiz böyle. Bir kısmımız da gitti gelmedi. Hazar’ın üstünden gidenleri bir kısmı Sibirya üzerinden, Bering Boğazını geçerek Kuzey Amerika’ya gitti. Bir kısmı Moğolistan’da kaldı, bir kısmı Çin’de.. Oradan Kore, Japonya, Filipinler’e gittiler. Bir kısmı Hazar’ın alt yakasından Hindistan’a, oradan Malezya’ya, Endonezya’ya doğru, ASEAN bölgesine yerleştiler. Batıya doğru Balkanlar’a, Avrupa’ya, Karadeniz’den İskandinav bölgesine, Orta Avrupa’ya, Akdeniz’den Roma ve Kartaca bölgesine, Nil ve Kızıldeniz üzerinden Hind okyanusuna, Cebelitarık’tan batı Afrika’ya yöneldiler. Mali/Timbuktu üzerinden Güney Amerika’ya doğru gittiler.
Bugünkü ulus devletler ve etnik kimlikler, Westfalya sonrası 1648’lerle, kilise ve derebeylerinin mutabakatı ile kurulan kilisenin kontrolündeki Tapınakçılar, seküler Masonların kontrolündeki akademi tarafından tanımlandı. Tanımlamalar, gerçeklerden çok kilise ve yeni ulus devletlerin çıkarlarına göre şekillendi.
Bugün bizim aydın takımı, ne Gagavuzları (Gök Oğuzlar) bilir, ne de Hazara’ları, Karaim’leri. Bilmediklerini de bilmezler. Bırakın tarihi, 1919 Nisan ayında İngilizler tarafından yıkılan “Kars İslam Cumhuriyeti”ni de bilmezler. Eflatun’un Çanakkaleli olduğunu, “Devlet” kitabının Urfa Harran’daki “Tıp ve Astronomi Mektebi”nin kütüphanesine 1 numara ile kaydedildiğini de bilmezler. Yıl MÖ 300’ler. Onlar Olimpiyadlar’ın Atina’da yapıldığını zannederler. Mitoloji deyince “Yunan”ı hatırlarlar. Ne İon halklarından haberleri vardır, he Grek’i bilirler, ne Rum’u. “Ahiyan-ı Rum, Baciyan-ı Rum, Gaziyan-ı Rum” kimdir, bilmez bizim insanımız genelde. Kur’an-ı Kerim’de “Rum suresi” diye bir sure olduğunu da bilmez çoğu kimse. “Rum”u hakaret olarak kullanır.
Mesela sorun, İstanbul surlarını kim yaptı? Yahu suru bırakın, Fatih’in İstanbul’u Bizans’tan aldığını zanneder bizimkiler. Fatih’in Bizans’ı Latin işgalinden kurtardığı için Bizans İmparatoru ilan edildiğini de bilmezler. Fatih’in ordusundaki gayrimüslim asker sayısı Bizans’ı işgal eden Latinlerden fazlaydı. Fatih’in askerinin sayısı Bizans’ın sur içindeki nüfusundan fazlaydı ya hu!
İstanbul surlarını, hani şu İskandinav ülkelerinden gelenler yaptı. Nereden, nasıl mı geldiler? Nasıl Tuna’dan Avrupa’ya gemiler gidiyorsa, Baltık denizinden de Azak üzerinden Karadeniz’e bağlantı var. Mesela Osmanlı zamanında Siverek’te liman vardı. “Nasıl yani?” Evet, Basra körfezinden, Fırat bağlantılı deniz ulaşımı vardı. Yani Urfa’dan gemiye binip Umman’a, Yemen’e, hatta Kızıldeniz’den Cidde üzerinden deniz yolu ile, gemilerle Hacca gitmek mümkündü!?
Sahi biz kimiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz.
“Anadolu’nun fethi” hikâyesi ile kendi kendimizi bu toprakların işgalcisi yaptık çıktık. Anadolu’nun manevi fethinin Diyarbekir’den başladığını bilmez birçok kişi. Ebu Eyyüb el Ensari’yi biliriz de, onun İstanbul’a, neden, niçin, nasıl geldiğini de bilmeyiz.
Tarih, övgü ya da sövgü kitabı değildir arkadaşlar. Tarih bir toplumun ortak hafızası ve tecrübeler birikimidir. Tarih, yazılanlardan ya da anlatılanlardan ibaret de değildir.
Tek başına Çanakkale Savaşı’nı anlamak bile birçok ezberin bozulmasına yol açar. Çanakkale Savaşı’ndaki Hindistanlı askerler kimdi. Ya da Fransız gemilerinden karaya çıkartılan Senegalli askerler kimdi! Bugün İngiliz, Fransız adları ile İngiliz ve Fransız mezarlığında, mezar taşlarında haç bulunan birçok Müslüman asker var. Mehmet Akif bunlardan esir alınanların izini sürmek için Almanya’ya gitmişti mesela. Biz savaş bittiğinde, Rus askerlerinin de heykeli bulunan bir anıtı, İsviçre firmalarının, Ermeni iş adamlarının yardımı ile İtalyanlara borç para ile yaptırdık, onu da Taksim’e diktik. Ya hu bunlar Anadolu’yu işgal edenler değil mi idi. İstanbul işgali sona erdikten 2 yıl sonra adamlarının heykelini dikmek için kolları sıvıyoruz. Ama Suriye ile tek devlet olduğunu, Hindistan’ın eski bir Türki devlet olduğunu unutuyoruz mesela.
Çanakkale’yi anmak, şiir yazmak, filmler çevirmek, bazı gerçekleri anlamaya yetmiyor. Ne Pakistan’ı biliyoruz, ne Hindistan’ı. Şimdilik “Altaylar’dan gelen erleriz” diye oyalanıyoruz bakalım. Oralara nasıl gittiğimizi bilen var mı? Oğuzhan’ın Hatay’a gelişi 7. YY. “Kahpe Bizans” Yunan, Rum, Rus, masalları ile oyalanıp gidiyoruz. Rakıyı içince Yunan’la kardeş olduğunu anlıyor birileri. Meis’i unutuyoruz, Girit’i, Rodos’u unuttuğumuz gibi. Ne “Trek”leri biliriz, Ne Galler’i, ne Galatılar’ı. Galata Kulesi’nin anlamını da bilmeyiz, değerini de, “Milenyum taşı”nı da bilmeyiz ama mesela Greenwich’i biliriz mesela. Eee ne olacak “Milli Fulbright kafası” ile yetişen nesil böyle olur ancak.
Neyse, İstanbul’un kurtuluş bayramı yarın ama şimdiden kutlu olsun. Selam ve dua ile.