Abdurrahman Dilipak
Bizim Viranşehir Savcısı’na ne oldu?
Hani bir savcımız vardı, Eyyüb Akbulut adında. Genç. Babası ona Eyyub Nebi’nin adını vermiş. Eyyüb aleyhisselamın mezarı Viranşehir’e bağlı Eyyüb Nebi köyündedir. Eyyüb aleyhisselamın şifası olan su için Kur’an-ı Kerim’de “iç ve yıkan” denir. Şimdi bizim Eyyüb’ümüze sabır gerekiyor, Eyyüb nebi misali.
Yargılayanların da yargılanacakları bir gün var. O gün herkes yaptıklarından ve yapması gerekirken yapmadıklarından, söylediklerinden ve söylemesi gerekirken söylemediklerinden de yargılanacak. O büyük yargı günü, Kiramen Katibin’in akıllardan ve kalplerinden geçenlere kadar her şeyi kaydedildiği kitabı sağından verilenlere ne mutlu, vay o kitabı solundan verilenlere.
Mahkemeler normalde “Millet adına” karar verirler. Ama artık yeni normal dönemde DSÖ adına, kendilerini dünyanın egemeni ilan eden, insanlığa İlah’lık ve Rab’lik taslayan, zamane firavunları adına veriliyor.
Yargı her şey değil. Sokrat’ı yargılayanlar binlerce yıldır yargılanıyorlar ve daha yargılanacaklar da!
Yargıya gelene kadar, yasalar doğru mu, polis doğru mu, şahitler doğru şahitlik ediyor mu, savcı gerçekten lehte - aleyhte bütün delilleri, efradına cami ağyarına mani bir şekilde topluyor mu? Hakimler gerçekten kılı kırk yararcasına konuyu inceleyip, vicdanlarının sesini dinleyerek mi karar veriyorlar yoksa! Bize “adil şahitler olun” denmedi mi!
“Adalet” yoksa “zulüm” vardır.
Adalet yoksa barış da yoktur. Var gibi görünen bir barış varsa o “teslimiyettir”. Adalet ve barış yoksa geriye kalan esarettir.
Adalet saraylarının büyüklüğü o ülkelerde adaletin gücünü göstermez her zaman. Yargıçların çokluğu da öyle. Yargı kararları da her zaman saygıyı hak etmez. Yargı kararları sonuçta yargıçların kararlarıdır. Yargıçlar eğer egemenlerin buyruklarına göre hareket ediyorlarsa, onlar yargıç elbisesi giymiş tetikçilerdir. Yasa her zaman hak olanı korumaz. Hitler’in de, Mussolini’nin de, Stalin’in de, Mao’nun da yasaları vardı, yargıçları vardı. Hukuka uygun olmayan yasa suç aletidir. Bu yasayı yapan da, yasaya göre karar veren yargıç da, bu kararı infaz eden memur da, suç ortağıdır.
“Demokrasi”, “Teokrasi” gibi bir de “Jüristokrasi” diye bir rejim biçimi var. DSÖ’nünki “Demonokrasi”. Yani “Şeytan yönetimi”.
Yargıçlar cuntası deyince, mesela, darbe dönemlerindeki örfi idare mahkemelerinin yargıçları bu kategoride sayılabilir. Darbecilerin örgütledikleri mahkemelerin yargıçları genelde yukarıdakilerin emrine göre karar veren yargıç elbisesi giydirilmiş katillerdir. Tek Parti döneminde de vardı öyleleri. Yasa zoru ile insanların dinini, dilini, kıyafetini değiştirir, yiyip içeceğine, hal ve hareketine müdahale etmeye kalkarsanız, bu o yasayı yapan ve uygulayan idarenin varlık ve meşruiyetini tartışmaya açar. Devletin, anayasa ve yasaların, yasama, yürütme, yargının varlık ve meşruiyet temellerine dinamit konulmuş olur, bu takdirde.
Kim adaletin genetiğini kurcalarsa, o onun elinde patlar. Sonunda, ama mutlaka bir gün kendine, korumaya çalıştığı çevreye, o ülke ve halkına zarar verir. Bu işe soyunanlar kaçtıklarını sandıkları şeye doğru koşarlar.
Dilerim inşallah, artık HSK da, gelişmeleri takip ediyordur da, binlerce savcı arasından cesur bir kişi çıkıp, Grip’19 rezaletini sorguladı diye görevden alınmaz. Bugüne kadar beklemeleri inşallah hayra alamettir. Çünkü bu DSÖ rezilliği artık patladı patlayacak. Yarın bu kirli oyunun parçası olanlar sanık sandalyesine oturacaklar. Yargı DSÖ adına karar vermiyor. Yargı doğru bir iş yapacaksa, turistlere serbest olan bir şey nasıl kendi yurttaşına yasak oluyor, onu soruştursun. Zorunlu diye dayatılan bir işlemle ilgili nasıl mecbur tuttuğunuz kişi zarar görürse, sorumluluk kendine ait olsun diye onam alınıyor. Devleti yönetenler, yabancı bir şirketi kendi halkının zarar görmesi karşısında hakkını aramasın diye korumaya alıyor, bunun takipçisi olsunlar.
Eyyüb Akbulut’tan aylar oldu bir haber yok. Ama zaman onun haklı olduğunu gözler önüne serdi.
Bildiğim kadarı ile Akbulut iman etmiş bir kişi. Yani kadere, rızka ve ecele inanıyordur. Her şeyi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi, kadir-i mutlak bir Allah var! Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Görelim Mevla’m neyler, neylerse güzel eyler. Eyyüb aleyhisselamın hayatı da inişli çıkışlı değil mi idi.
Hz. Eyyub’un hanımı Rahime annemiz kimdi, biliyor musunuz? O Hz. Yusuf’un torunu idi. Varsayalım kardeşleri bu kez Hz. Yusuf’u kuyuya attılar. O zaman onu kuyuya atanlar düşünsünler. Yakup aleyhisselamı ağlatanlar, Hz. Yusuf’un hasreti değil, kardeşlerini kuyuya atanlardı aslında!
Eyyub Akbulut geldi aklıma, Hz. Eyyub’u, Hz. Rahime annemi, Hz. Yusuf’u, Viranşehir’i, Eyyüb Nebi köyünün perişanlığını hatırladım.
Eyyüb’leri çilesi bitmiyor anlaşılan. Eyyüb’lerin çilesi, aynı zamanda onların onurudur. Bu adalet konusunu sadece yargı, adliye, emniyetle başlayıp biten bir hadise olarak görmekte yanlış, karı-koca, gelin-kaynana, kardeşler arasındaki ilişkiler, parti, vakıf, dernek, sendika, odalarda, kooperatiflerde, şirketlerde, patron-işçi ilişkilerinde adalet ne durumda! Deveye sormuşlar, neren eğri, nerem doğru ki demiş. O hesap! Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş. Sonuçta herkes layık olduğu gibi idare olunuyor. Bir de içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden zarar görenler var. Birileri için de bu durum bir imtihan vesilesi. Direnenlere ne mutlu!
Bütün bunlar olmadan nasıl birileri cennete gidecek, ya da nasıl birileri cehenneme gidecek.
Hem bilim adamlarına denek yapılan bebelere, hem Eyyub gibi gençlere, hem de ahir ömründe CoVID’e kurban edilen yaşlılarımıza ve “Z kuşağı” denilen TransHumanizmin deneği yapılacak olan NeuraLink ve nesneleştirilmeye çalışılan, bir Siborg ve Klonoid deneği yapılmaları söz konusu kuşağa sahip çıkalım. Z kuşağına sahip çıkalım.
Üzülme be Eyyüb kardeş, her şeyi gören duyan bilen bir Allah var! Kim ne karar verirse versin, verdiği karar kendi amal defterinde, kendi lehine ya da aleyhine bir karar olacaktır. Biz sabredenlerden, şükredenlerden ve direnenlerden olalım. “Hak şerleri hayreyler, sen sanma ki gayretler, arif anı seyreyler, görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler!”
Selam ve dua ile.