Ahmet Taşgetiren
Bu defa tren kaçmaz mı?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın MÜSİAD Genel Kurulunda yaptığı konuşma benim bir süredir yaptığım geçmiş değerlendirmesi ve gelecek vizyonu açısından dikkat çekiciydi. Onun üzerinde durmak istiyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı’nın geçmişe bakışı şöyle:
“Batı’nın bugünkü güvenlik ve refah seviyesinin temelini oluşturan sanayi devrimini kaçırdığımızı görüyoruz.”
“Dünya bilgi ve teknoloji devrimini yaşarken biz tüm enerji ve vaktimizi iç çekişmelerimize mücadelelerimize teksif ediyorduk. Dolayısıyla bu büyük sıçramayı da önemli ölçüde kaçırdık.”
Peki bugün?
Cumhurbaşkanı “Dünya şimdi yepyeni bir dönemin eşiğindedir, diyor ve ilave ediyor: Küresel, siyasi ve ekonomik güç dengeleri çatırdıyor. Bu çatırtı aynı zamanda yeni kurulacak küresel, siyasi ve ekonomik sistemin de ayak sesleridir.”
Ve en iddialı cümlesini kuruyor: “Türkiye, inşallah bu defa treni kaçırmayacak. Hem de en ön tarafından hak ettiği yeri alacaktır.”
Sayın Cumhurbaşkanı burada, herkesin aklına gelecek olan “Peki madem geçmişteki fırsatları hep kaçırdık, bu defa nasıl oluyor da bu kadar özgüvenli konuşabiliyoruz?” sorusunu sormayı ihmal etmiyor. Cevabını da veriyor: “Çünkü, diyor, bu defa Türkiye geçtiğimiz 19 yılda kurduğumuz güçlü demokrasi ve kalkınma alt yapısı üzerinde kendi iç meseleleri ile boğuşmaya değil geleceğini inşaya odaklanmış durumdadır. Artık eğitimden sağlığa güvenlikten adalete ulaşımdan sanayiye, spordan sosyal desteklere kadar her alanda hedeflerini gerçekleştirmeye uygun zemine sahip bir Türkiye var.”
Aslında muhakeme düzgün. Evet, sanayi devrimini kaçırmışız, evet, bilim - teknoloji sıçramasını kaçırmışız. Burada sayın Cumhurbaşkanının “trenleri kaçırma gerekçesi” olarak düşmanların oyunlarını göstermesi tartışılabillr. Çünkü düşman her zaman olur, devletler meydan okumalarla karşılaşırlar, o meydan okumaları aşanlar ilerler, aşamayanlar düşer, gerisi yeterli direnci gösterememiş olmaya üretilen bahanelerden ibarettir. Sanayi devrimini kaçırmışız, bilim - teknolojı sıçramasını kaçırmışız. Gerisi boş. Boş avunma.
Bugüne gelirsek, sayın Cumhurbaşkanı’na göre çıkış noktamız, dünya sisteminin çatırdadığı, yeni bir küresel sistemin ayak seslerinin duyulduğu, Türkiye’nin bu treni kaçırmayacağı, hem de en ön sıralarda yerini alacağı yönünde.
Bu umut güzel hiç şüphesiz. Bir süredir, iktidar cenahında böyle bir tema işleniyor. Dış politika alanında ortaya konan bazı askeri hamleler de bunun göstergesi olarak sunuluyor.
Şu hemen söylenebilir ki, askeri hamlelerin arkasına konacak güç noktasından bakıldığında Türkiye’nin gücü dünya ölçeğinde başka güçler yanında henüz sınırlı bir büyüklüğe sahip. Dileyelim bu alanda daha büyük hesaplaşmalara muhatap olmayalım.
Ayrıca askeri güç de sonunda, ülkenin başka güç alanlarıyla bağlantılı. Sayın Cumhurbaşkanı da “19 yılda yaptığımız” diyerek, o başka alanları işaret ediyor zaten.
Ama tam da bu konuşmanın yapıldığı günlerde o alanlara bakıldığında ciddi sıkıntılar gözleniyor.
Sayın Cumhurbaşkanı, son zamanlarda önündeki metne yoğunlaşıyor ve ülkeden yükselen sesleri dikkate almıyor gözüküyor.
Eğitimde ise bu işin sırrı, sanayi devrimi, bilim - teknoloji sıçraması eğitim alanındaki kısır döngü aşılamadığı için kaçırılmış çünkü, 19 yılda 8’inci Milli Eğitim Bakanını tecrübe ediyor ülke. Ve “Eğitimi başaramadık” itirafı sayın Cumhurbaşkanı’na ait. 2000’lerde bile bilimin – teknolojinin üreticisi miyiz, tüketicisi mi?
Ekonomi bu işin olmazsa olmazı ise, Orta Vadeli Programda hedeflediğimiz 2023 vizyonu, 2008’lerin, 2011’lerin gerisinde.
İşsizlik milyonlarca insanı kıvrandırıyor. Üniversite mezunlarının kasiyer ya da kağıt toplayıcı olarak çalıştığı bir dönemi yaşıyoruz. Eğitim kalkınmanın motor gücü ise böyle mi olacak?
Sayın Cumhurbaşkanının önüne konsa da okuma fırsatı bulsa, diye düşündüm dün okurken, Gazete Duvar’da İrfan Aktan’ın, çek-çeklerine el konan kağıt toplayıcı Mahmut Aytar’la yaptığı mülakatı…
Fen-Edebiyat’ın Biyoloji bölümünden mezun olmuş, eğitim alanında iş bulamamış ve sokaklarda çek-çekle kağıt toplamaya başlamış. “Şanlıurfa’da belediye temizlik işçiliği için altı kadro açtı, on bin kişi başvurdu.” diyor Türkiye gerçeğini anlatırken… Bir de Mahmut Aytar’ın durduğu yerden bakmak lazım neyin nasıl kaçırıldığına…
Demokrasi, hukuk, insan hakları alanındaki göstergelerimiz mi, çağdaş treni kaçırmadığımızın işareti? Yargıya olan güvenin yerlerde süründüğü ülke olduk. Ve en çok yeni sistemin demokratik olup olmadığı tartışılıyor.
Ah liderleri büyüleyen şu pembe gözlükler… Ah kaçan trenler ve ardından gelen ah-vahlar…
Yazıyı kağıt toplayıcıların sözcüsü ve bugüne kadar mültecilerle ilgili en insani tespiti yaptığını düşündüğüm Mahmut Aytar’dan bir özdeyiş ile bitirelim: -”Mülteciler hangi ülkeye giderse gitsin, alt sınıfın rızkını azaltıp üst sınıfın kazancını artırıyor.”