İbrahim Karagül
Bu deliliğin sonu nereye varacak!
ABD, Körfez'i adeta silaha boğuyor. Küresel ekonomik kriz karşısında hem silah endüstrisine nefes aldırıyor hem de İran'a karşı etkin bir savunma kuşağı oluşturuyor. Bölge ülkeleri ise, kendilerine dayatılan tehdit algılamalarını gerçek sanıp, başkalarının bölgesel çıkarlarını korumak için belirlenen düşmana karşı, bütün kaynaklarını Batı'ya aktarıyor.
Körfez'e gidecek silahların parasal karşılığı 123 milyar dolar. Resmi rakam bu. Ama siz bunu en az 150 milyar olarak not edin. S. Arabistan 67.78 milyar dolar, Umman 12.34 milyar dolar, Kuveyt 7.11 milyar dolar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ise yaklaşık 40 milyar dolar silah alım anlaşmalarını imzalamak üzere.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, "İran nükleer çalışmalarından vazgeçmezse biz de bölgedeki müttefiklerimizi kendi savunma şemsiyemiz altına alırız" demişti. Biz bu sözü; "Batı'nın yeni Doğu sınırı, Doğu'nun yeni Batı sınırı çizildi" şeklinde yorumlamış, Türkiye-İran sınırını Doğu-Batı sınırı olarak tanımlamış, bu iki ülkenin müthiş bir çatışmanın cepheleri olarak belirlendiğinden yakınmıştık. Türkiye ve İran, ısrarla işbirliğine giderek bu sert sınırı Batı'ya rağmen yumuşatmaya çalışıyor. Baskılara rağmen geri adım atmayan Türkiye, son günlerde bu yüzden açık hedef haline getirildi.
Silahlara dönelim: S. Arabistan'ın alacağı paket içinde Deniz Kuvvetleri'ni modernize etme ve balistik füze sistemleri dışında şunlar var: 84 F-15 savaş uçağının alımı, 70 tanesinin modernizasyonu. 70 Apache, 72 Black Hawk ve 36 Little Bird helikopteri.
Paketin 90 milyar dolara yükselebileceği söyleniyor. Çünkü İran'a karşı denge olabilmesi için 90 milyar dolarlık bir alım gerekiyormuş! Anlaşmanın, ABD'de 75 bin kişiye doğrudan ya da dolaylı iş imkanı sağlayacağı söyleniyor. ABD'nin on yıl içinde İsrail'e 30 milyar dolarlık F-35 savaş uçağı satacağını da not edelim. BAE, ABD dışında Fransa'dan da 80 savaş uçağı satın alıyor. Yine S. Arabistan ve bölge ülkeleri ile İngiltere arasındaki silah anlaşmalarını da burada hatırlamak gerekiyor.
Dün burada İsrail ile Rusya arasındaki Suriye'yi silahlandırma kavgasına işaret ettik ve İsrail'in "Biz de Rusya'nın düşmanlarına silah veririz" sözünü sorguladık. Tel Aviv beş yıldır İran'a saldırı hazırlıkları yapıyor. Bu çerçevede, dünyada çok az ülkede olan silahlar ve nükleer güç kullanma dahil, her türlü desteği ABD'den sağlamış durumda. İran on yıldır silahlanıyor, kendi askeri teknolojisine yatırım yapıyor. ABD ve İsrail, Gürcistan'ı silah deposuna çevirdi. İran'ın etrafında ne kadar ülke varsa çok tehlikeli silahlanma yarışı içinde. Rusya ile İran ve Suriye arasındaki askeri teknoloji projeleri devam ederken, bölgedeki diğer ülkeler tarihlerinde hiç olmadığı kadar silahlanıyor ve birilerinin garnizon ülkelerine dönüşüyor. Hepsinin ortak hedefi İran. İsrail'in oluşturduğu tehdit hiç birini ilgilendirmiyor sanki. Önlerine konulan "yeni tehdit"e göre pozisyon alıyorlar.
Bu deliliğini sonu nereye varacak? Bu kontrolsüz silahlanma nasıl bir tehlike oluşturacak? Kim kimin düşmanına göre cepheye sürülüyor? Kimler ölecek, hangi ülkeler harap olacak, hangileri parçalanacak, bölgede ne tür bir kaos yaşanacak? Şu an bunları düşünen yok. Çünkü onu da başkaları düşünüyor.
Bölge iki ayrı kampa bölündü. Tam bir cepheleşme. Dikkat edilirse, bu cepheleşmede tehditler, çıkarlar, hesaplar hep başkaları tarafından belirlenmiş. Türkiye, iki cephe ile de iletişimde olan tek ülke. Hem İran hem de Sünni ülkeler üzerinde belirli bir etkisi ve saygınlığı var. Bu yüzden hesapları bozabilecek bir noktada duruyor. İki kampın, çıldırmışçasına birbirine girmesine karşı bir dengeleyici güç olarak öne çıkıyor.
Ama dikkat ederseniz; bu duruşu yüzünden Türkiye'ye yönelik hırpalayıcı girişimlerin sıklaştığını görürsünüz. İsrail'le araya mesafe koydu diye suçlanan Türkiye, yine bu çevreler tarafından Suriye ve Lübnan'a silah vermekle itham ediliyor. Tam bir kara propaganda kampanyasının hedefi haline getirildi. İran'la ilişkilerini koparmadı diye sert eleştiri alan da Türkiye.
Son olarak, Batılı istihbarat servisleri tarafından hazırlandığı öne sürülen ve Reuters'e servis edilen habere dikkat edelim. İran'a karşı yaptırımın Türkiye tarafından baltalandığı suçlaması üzerine kurulan haberde; "İran ile çok yakın işbirliği bu ülkenin Türkiye üzerinden Avrupa finans sistemine ulaşmasını sağlıyor. Türkiye, Türk bankaları üzerinden ve Türk para birimi kullanarak İran'ın Avrupa'ya erişimine aracılık ediyor. Batı, Türkiye'nin yaptırımda 'delik' olmasından endişe ediyor" ifadeleri kullanılan dosya, bir istihbarat raporu değildir. Batı başkentlerinde hazırlanıp servis edilmiştir. Oysa Türkiye, söz konusu yaptırıma karşı olacağını açıkça belirtmişti.
BAE Merkez Bankası, Güvenlik Konseyi'nin son yaptırım kararına sert bir açıklamayla katılmıştı. Dubai'li şirketlerin İran'la iş yapması yasaklandı. Bu istek şaşırtıcıydı. Çünkü İran'ın bölgede en çok iş yaptığı merkez Dubai'ydi. Aynı ülkeler, BAE'yi birkaç kez İran'la ilişkisini kesme konusunda uyardı. Uyarılar sonuç doğurmadı. Ardından geçtiğimiz Aralık ayında Dubai, feci bir ekonomik krize sürüklendi. Bizce Dubai üzerinden büyük bir operasyon yapılmıştı. "Ya İran'la bağlarını koparırsın ya da batarsın" diyorlardı. Batışı engellemek için İran'la bağlar koparıldı. Abu Dabi, Dubai'nin şirketlerini aldı, borçlarını kapattı.
Reuter'a servis edilen "istihbarat raporu" Türkiye'ye bir uyarı sanki. "Safını seç" diyorlar. "İran'la bağlarını kopar, ekonomik ilişkileri durdur, on milyarlarca dolarlık silahlanma paketleriyle desteklenen ve İran'a karşı oluşturulan cephede yerini al, hesapları bozmaya kalkma" diyorlar.
Ama Türkiye Dubai değil. Tehdidi yapanların bazıları Türkiye'den çok daha etkisiz durumda. Bu yüzden hesapları tutmayacak. Türkiye ise hesap bozmaya devam edecek.
Yeter ki bizler, o kara propagandanın esiri olmayalım...
yenişafak