Selâhaddin Çakırgil
Bu kof ve ‘köleleştirici’ tarih anlayışı, ‘yetti gaaari’!
10 Ağustos günü, Çanakkale ‘kara savaşları’nın 102. yıldönümü idi.
Çanakkale Savaşıelbette önemlidir; sadece bizim tarihimiz açısından değil, dünya tarihi açısından da.. Hattâ, bazılarına göre, eğer Çanakkale geçilebilseydi, sadece İstanbul düşmekle kalmıyacak; kapitalist emperyalizm Rusya’daki Çarlık rejiminin imdadına yetişip, Bolşevik / komünist devrimi de engellenmiş olacaktı. Evet, Çanakkale geçilemedi güya, ama, sonunda İstanbul yine düştü ve amma, Rusya’daki Bolşevik- komünist ihtilalin önü kesilemedi.
***
Çanakkale kara savaşlarının yıldönümü dolayısiyle yapılan töreni TRT Haber’den izliyorum. Protokol gereği, üst derece sorumlular nutuklar çekiyorlar. Vali ve Bakan seviyesinde yapılan konuşmalardaki tutarsızlığa bakıp daha bir hayıflanıyorum. Çünkü, ruhsuz, sadece merasim gereği yazılmış ve içi boş uzun ve 90 yıldır tekrarlanan ve bir kişiyi yüceltmeyi hedef edinen nutuklar..
Sanırsınız ki, Çanakkale Savaşı bir kişiyi tarih sahnesine çıkarmak için yapılmıştı. Neler söylenmiyordu, o nutuklarda; aman Allah’ım. Sadece, yüz yıl önceki İttihad-Terakkidöneminin çarpık ve bir kavmi yüceltici anlayışları ile bile yetinilmiyordu.
Zoraki ifadelerin sonuna bir ‘belki..’ eklenerek, ‘O savaş olmasaydı, filanca kişitarih sahnesine çıkamazdı.. Çanakkale olmasaydı, Cumhuriyet kurulamazdı’ gibi laflarla topluma verilmek istenen mesaj nedir Allah aşkına!
***
Her savaşın bir takım sonuçları olur elbette.. Ama, önceden bir takım hedefler gözetlenerek girişilen savaşların o başlangıçtaki hedeflere varması neredeyse imkânsızdır.
Osmanlı’nın o günkü yöneticileri, Birinci Dünya Savaşı’na girmeyip tarafsız kalmanın mümkün olmadığını düşünerek girdiler. ‘İttihadçı’lar, bütün türk kavimlerini bir bayrak altında toplanması hayallariyle yeni ideal edindikleri ‘Kızılelma’ rüyalarına yatıp, savaşa girerek, özellikle Balkanlar’da, 1877-78’deki Osmanlı- Rus Savaşı’nın, ‘93 Harbi’nin ağır yenilgisinin acı sonuçlarını ve de 1911-13 arasındaki Balkan Savaşları’nda kaybedilen 500 küsur yıllık vatan topraklarını geri alabileceklerini düşünüyorlardı. Belki, İttihadçı’ların hepsi de kötü niyetli değillerdi, ama, tecrübesizdiler.
Ama, o savaş anlatılırken, o savaşta yer alan 35-36 yaşında ve yarbay rütbesindeki yüzlerce Osmanlı subayından birisi olan filan kişinin o savaştaki rolünü yaldızlayıp, topluma benzersiz bir kurtarıcıgibi sunmanın, hattâ o savaşın hedefi imiş gibi göstermenin sağlıklı bir mantığı var mıdır?
***
Halbuki o savaşlar, bünyesine ârız olan hastalık ve yanlışlıklara rağmen emperyalist dünyaların yine de korkulu rüyası durumunda ve Müslümanların ellerindeki bir büyük güç olan Osmanlı devletinin tarih sahnesinden atılması içindi; bir kişinin tarih sahnesine çıkarılması için değil.. Ama, hâlâ o sakat mantık.. Bizim toplumumuz bu kadar mı ilkel?
***
Düşünelim ki, körpecik ilkokul çocukları bile bir kişinin 80 yıl ardından hâlâ, zoraki ağlatılıyor ve, ‘O olmasaydı, biz olmazdık..’ gibi putperestçe söylemlerin kucağına atılıyor.
Sosyal hâfızamızı böylesi sığ ve yanlışlanabilirliği- doğrulanabilirliği ancak sonuçlara göre değerlendiren tarih hadiseleri ve tarihî kişiler konusundaki hayalî ve saçma iddia ve varsayımlarla şartlandırmak, ne zamana kadar?
Bu mantık sağlıklı ise, başkaları da, filan kişiyi Ordu Müfettişliği vazifesine tayin eden Sultan Vahdeddin olmasaydı, o kişi olmazdı’; ya da, ‘Abdulhamid olmasaydı, filan da olmazdı...’ dese, ne diyeceksiniz? Çünkü, Abdulhamîd dönemindeki o büyük çaplı mektebleşme ve kalkınma programları olmasaydı, belki o kişi de o yerlere gelemeyecekti..
Tarihi, belli bir kişinin kutsanıp, ilkelerine itaat kültürü ve korku çemberi içinde şekillendirmekten hâlâ da mı vazgeçilmeyecek?
***
Hayat devam ediyor ve biz varlığımızı hiç kimseye borçlu değiliz. Müslümanlar olarak, Yaratıcımız , Hâlîq-ı Zülcelâl karşısındaki sorumluluklarımızı düşünürüz; hepsi bu..
Toplumun köleleştirilmesi ve kişilere taptırılması çabalarına, ‘Hayır!’
stargazete