Çeyrek Tesettür Gerçek Tesettüre Karşı ya da Başörtülü Çıplaklar -II-

Gazinoda, pavyon veya plajda, yani en azından gözlerin haramlarla meşgul olduğu bir mekânda başında “imam sarığı” ile dolaşmanın durumuna benziyor; çarşı pazardaki dikkat çekici tavırlarıyla başörtülü kızın tavrı. İmamın sarığı beyaz olduğundan, en küçük bir leke kaldırmadığı ve hemen göze battığı gibi, taç gibi başlara yerleşen ve sarık kadar simgesel ve ulvî değeri olan başörtüsü de, takılan başı baştan aşağı güzelleştirmeli. Yoksa, sarığı ve başörtüsünü kirletenler, farkında olmadan da olsa “din”e düşman kazandırmanın vebâlini taşımış olurlar başlarında örtü yerine. İslâm’ı yanlış tanıtıp kötü örnek olarak bu modern başörtülü kızlar, bilmeden ve istemeden de olsa İslâm’a zarar veriyorlar. Buna rağmen, “Ne biçim “müslüman kız” bunlar, müslüman “kız bunlara!” diyemiyoruz. Kendimiz kız(a)mıyoruz, acıyoruz, bu kızlarımıza. Bunların konumu, müslümanlığın bu ülkede ne hale getirildiğini gösteriyor. Câhil bağlılarının ya da kendini bağlı zanneden mensuplarının dine bakışını ele veriyor. Yozlaştırılmış, sulandırılmış, ılımlılaştırılmış dinin başörtü versiyonu da böyle oluyor demek ki. Amerikancı müslümanlığın, düzene uygun demokrat müslümanlığın, fri takılmanın, özgürleşmenin yansıması bunlar. Dine karşı din, başörtüsüne karşı başörtüsü. İçi boşaltılmış tesettür. Vitrinci, slogancı tavrın neticesi. Modern muharref müslümanlığın göstergesi, hakla bâtılın giysideki koalisyonu.
Çeyrek tesettür anlayışı, çeyrek din anlayışı demektir. Aslında, kadınıyla erkeğiyle günümüz Türkiye müslümanı, çoğunlukla diğer dinî algılayış ve yaşayış konularında da benzer tavır içinde. Başörtüsü, başların üstünde olduğu ve sokakta çarşıda (sevinemiyoruz maalesef) çokça başörtülü boşta gezen (ya da görücüye çıkıp bir şeyler arayan) kız olduğu için göze batıyor da ondan. Hani bir zamanlar yetkili bir Türk büyüğü(!), öyle diyordu ya: “Bu memlekete komünizm gelecekse onu da biz getiririz.” Bu sözdeki komünizm kelimesini başörtüsüyle değiştirerek aynı sözü söylüyor şimdiki etkili ve yetkililer. Ve getirdikleri başörtüsü de bu. “Olmaz olsun böyle başörtüsü!” dedirtmek istiyorlar topluma. Önceleri sosyete çıplakları şöyle diyordu: “Biz ne çarşaflılar gördük, ne haltlar ediyorlar…” Bu cümleden sonraki ifadeleriyle % 99,9 yalan söylüyorlardı. Ama, şimdi artık sadece sosyeteler değil, halkıyla elitiyle, her kesimden insan hem de nice gerçek olaylar ve gerçek görüntülerle delillendirerek “biz ne başörtülüler gördük, ne haltlar ediyor…” diyebiliyor, hiçbir müslümanın onaylayamayacağı cinsten aşırı özgür tavırları, yanındaki erkekle fingirdeşen başörtülüleri ve cıvık davranış ve başörtüsüyle taban tabana zıt giysi veya giysisizlikleri, makyajlı rujlu, allıklı pudralı, manken yürüyüşlü başörtülüleri gösteriyor.
Güler misiniz, ağlar mısınız? Ben ağlanılması gerektiğini, ama ağlamaya bile vaktimizin olmadığını, bunların bizim insanımız, en azından bizim mesajımıza düşman olmayan, bize yakın insanlar olduğunu değerlendirmekten yanayım. Bütün bu yanlış/çirkin tavırlar gösteriyor ki, şuurlu müslümanlara, hepimize çok iş düşüyor. Eğer biz yeterince İslâm’ı, tevhidi, Allah’ı, O’nun emir ve yasaklarını, bütüncül olarak doğru bir şekilde anlatabilseydik, söylediklerimizi yaşayabilseydik, çevremizdeki çirkinlikleri nehy edebilseydik bu anormal manzaralarla kesinlikle karşılaşmazdık. Nitekim, din eğitimi yönüyle temeli sağlam atılmış olan köklü ve sahih din/tevhid öğretimi ve eğitimi/terbiyesi alan kızlarda savrulma daha az olmakta.
İçinde bulunulan mekânın inanca ve yaşayışa büyük tesiri vardır. Câhilî eğitim veren kurumlara, câhiliyye köle pazarlarını andıran çarşı ve pazarlara salıverilen insanların da bulunduğu ortamdan etkilenmemesi için çok ama çok sağlam bir tevhidî şuura, her bedelini ödemeye hazır güçlü bir imana ihtiyaçları vardır. Meyve veren her bitkinin her toprakta yetişmediğini, bazı yerlerin ayrık otlarına, kaktüs ve zehirli bitkilere çok müsait olduğunu hatırlayalım. Başında güzel meyve cinsinden başörtüsü bulunduran kızlarımız birer fidandır. O fidanın her bir yanını ahtapot kollarıyla zehirli sarmaşıklar sarıyor ve meyve verecek özünü vampir dişleriyle emmeye çalışıyorsa, öyle bir genç ağaçtan güzel bir meyve bekleme şansımız pek olmayacaktır. Balık için su ne ise, tesettür de müslüman hanım için odur. Su, balığın, içinde yaşayamayacağı oranda pislenmiş, zehirli atıklarla bulanmış ise balığın hali ne olur? Tâğûtî düzeni ve kurumları reddetmeden, çocukların aldıkları çarpık eğitimi hatta onaylayan bir tavır içinde, televizyonun yetiştirmesine açık şekilde ve nefsânî tarzda özgürce, yani başıboş tarzda caddelerde, sokaklarda gezip tozmayı, bakıp baktırmayı ihtiyaç sayan kızlarımız yetişirken sonucun böyle olacağını hesap etmemiz gerekiyordu. Uzun da olmayan etekleriyle diz altlarını, hele yırtmaçlı etekleriyle bacaklarını, kot ve benzeri pantolonla vücut hatlarını, bluz veya tişörtle göğüs çıkıntılarını, üstünde hâlâ duruyorsa pardösü demeye bin şâhit isteyen mont türünden ve daracık dış giysisiyle belinin inceliğini göstermekten çekinmeyen başörtülü kızlarımız, başı açıklara geç de olsa uyarak düşük pantolon ve açık göbek modasına da uyar ve teşhirciliğin bu kadar rezilcesine de atılırsa şaşmamak lâzım. Başında başörtüsü var ya yeter, o kendini kapalı sayıyor. Zaten yozlaşma ve dejenerasyon yavaş yavaş büyüdüğünden toplum şaşmıyor, yadırgamıyor, doğal karşılıyor bütün bunları.
Hicabın, tesettürün içi boşaltılmış, sadece başörtüsü, varsa yoksa türban kalmış. Onun da suyunu çıkartarak cıvıttılar; örtüsüz örtü gibi zıtlık ve tuhaflıklar ortalığı kapladı. Her şeye rağmen başörtülü kızlar bu ülkenin gülleri, fidanları, meyve vermesi beklenen ağaçları. Kökü kuruyan ağacın yaprakları da tabii kısa zaman sonra kuruyacaktır. Ağacın kökü iman idi, sulanmadı, beslenmedi, gıdasız bırakıldı bu ağaç. Hatta su diye kurutacak zehir verildi özellikle resmî kurumlarca. Kuruyan kökün başörtüsü şeklindeki yaprakları döküldü. Sulanması gereken bazı fidanlar ise sulanmadı, ama sulandırıldı; câhiliyye kültürünün hormonlu bilgi kirliliğiyle yetişen körpe fidanlar çürümeye başladı. Hormonla ve yanlış aşılarla özü kaybettirilen, genlerine/fıtratına müdâhale edilen ağaçların meyveleri durumundaki başörtüleri de kanserojen özellikler taşımaya başladı. Çöplükte gül bitebilir, ama gübrelikte gül bitmez; bitse bile kokusu da aldığı gıda cinsinden olur; başörtüsü gibi açan goncası/çiçeği huzur vermek yerine, çirkin görüntüsü ve kocaman dikenleri göze batar.
Türkiye’de İslâm’la savaşan laik putperestler, İslâm’ın hayata yansıyan ve kimlik görüntüsü veren özelliğinden dolayı başörtüsüne tavizsiz bir düşmanlık göstermektedir. Bu topraklarda hakla bâtıl arasındaki savaş, bazı simgesel alanlarda yapılıyor. O alanlardan biri de başörtüsü denilen savaş alanı. Başörtüsünü teferruat gören ve açmanın en fazla küçük bir günah olduğunu düşünenler, başörtüsünün simgesel konumunu, yani İslâm’ın günümüzdeki önemli bir sembolü olduğunu görmezden geliyorlar. Sancağın/bayrağın basit bir bez parçası olmadığını, onun çok önemli bir misyonu temsil ettiğini kabul eden kimseler, başörtüsünün de dâvâ açısından bundan farksız olduğunu unutuyorlar. Bu topraklarda her müslüman, başörtüsünü, belki normal ülkelerde ve normal zamanlarda olduğundan daha fazla (râyet/sancak gibi) önemsemek zorundadır. Tamam da, bu simgesel özelliğin abartılıp putlaştırılmasına da olumlu bakmamız herhalde beklenilmemelidir. Tevhidî bağlamından koparılmış dinî özelliklerin insanı ve toplumu kurtarması beklenemez. İbâdetlerin âdetleşmesi, ya da modern seküler hayatın bir parçası, kapitalizmin işleyen bir çarkı konumuna girmesi, insanı da yozlaştıracak ve yobazlaştıracaktır. Olan da budur. Sanıldığının aksine; yozluk yobazlık da modern insana geleneksel kişilerden çok daha yakındır.
İfrat ve tefrit hemen bütün insanımızı kuşatmış. Herkes başörtüsünün bir tarafını çekiştirdi. Başörtüsünün abartılı düşmanlarına karşı, bizim mahallede bazıları onu teferruat sayarken, bazıları da onu fazla abarttı ve sloganlarının başına çıkardı. Giderek başörtüsü putlaştırılmadan da yakasını kurtaramadı. Sanki başka zulüm yokmuş, daha önemli başka farzlara baskı yokmuş gibi bir tavırla, başörtüsüne gereğinden fazla vurgu yapıldı. Üniversitelerden istenilen tek istek o idi. Altyapıya önem vermeden, iman ve tevhid vurgusu yapılmadan, takvânın gereği olarak hayâ ve edebe atıfta bulunulmadan; tam tersine “demokratik hak”, “insan hak ve özgürlüğü”, “anayasanın verdiği onay”, “Zübeyde Hanım’ın da yaptığı/taktığı gibi” referanslarla ve onu doğuran temel değerden yalıtılmış şekilde ve sloganlaştırılarak yalnızlaştırılan “başörtüsü” evet, itiraf edilip dillendirilmesi zor olsa da putlaştırmış oldu. Allah’tan bağımsız peygamber sevgisi dâhil, her çeşit aşırılık putlaştırma olur da başörtüsü gibi baş tâcı putlaştırılmaz mı? Varsa yoksa başörtüsü diyen ve başka hiçbir talebi olmayanlara cevap da hak ettikleri cinsten oldu: Öyleyse alın size başörtüsü; sosyal alanlardaki sulandırılmış şekliyle alın başınıza çalın!
Parçacı yaklaşım, uzlaşmacı yaklaşımdır. Parçayı bütün sanan, bütünü asla aramayacak, bütünü hepten yitirecek, bütünle bağlarını koparacaktır. Bu, hikmetin yitirilmesi değildir sadece; dinin de yitirilmesine giden yoldur aynı zamanda. Parça, bütünden koparılınca bütünün değerlerini kaybeder. Ağaçtan koparılan bir dal, bitkiden koparılan bir çiçek, insandan koparılan bir el, göz, kulak veya baş kısa zamanda ne duruma düşerse, tesettür ve takvâ örtüsünden, ona alt yapı olan iman ve Allah korkusundan koparılan başörtüsü de o duruma düşer/düştü. Başörtüsü, diğer İslâmî kıyafetle birlikte ve imana dayanan bir davranış/yaşayış biçimiyle değerini alır; bunlardan bağımsız başörtüsünün Hindistan’ın millî kıyâfetinden farkı olmaz. Şuurlu ümmete “bu şekliyle başörtüsü, uğrunda can verilecek bir değer değildir” dedirtir, sahibine Allah indinde rızâ ödülü kazandırmaz.
Hakları kalmasın, bu manzarada yeşil sermayenin, “başörtülü tezgâhtar aranıyor” diye kapısına yazı yazan yeşil holdingden hacı amca tuhafiyecisine kadar esnafın, manken tipli başörtülü eleman arayanların, başörtülüleri plajlara alıştıran Kapris Oteli ve benzerlerinin, tesettür mayolarının, bu sektörden geçinen çeşitli alandaki iş piyasasının, özellikle tekstil firmalarının, ha bir de Tekbir(!) giyim ve benzerlerin, onların icadı başörtü defilelerinin büyük rolü var. Ama bu roller içinde en önemlisi, başörtüsüz ve başka örtüsüz resimlerin yer aldığı boyalı basında bile eleştiri almadan iki-üç günde bir farklı bir giysi ile boy resmi çıkan först leydi Emine Hanım’ın rolü ve çeşitli belediye kuruluşlarında boy gösteren başörtülü kızların figüranlığı. Olumsuz değişim rüzgârı bu konuda da iktidar cephesinden esti. Avrupa Birliği araştırıp öğrense başörtüsünü Avrupa kriterlerine uydurdukları için bunlara ne tür ödül vereceğini şaşırır.
Giysisiyle kültürlü olduğunu göstermek istiyor kızlarımız; tabii bu kültürün İslâmî bir kültür olmadığını önemsemeden. Kimlere benzemeye çalışıyorsa onlardan sayılacağını unutuyor. Genç ve özellikle güzel gözükmek istiyor sokaktaki ve iş hayatındaki bayanlar. “Örtülü isek, bizim de güzel gözükme hakkımız yok mu?” diyorlar; müslüman hanımın cehenneme gitme (erkekleri de itme) hakkı araması gibi bir şey bu. Şeytânî düzenlerin oyununa geldi insanımız. “Başörtülü bayanlar yeter ki çarşıya pazara dökülsünler, zarûret olmaksızın ve uygun ortam aranmaksızın çalışma hayatına girsinler, lisesi üniversitesi ve diğer kurumlarıyla düzenin çarkları arasına sıkışsınlar, moda oltasına takılsınlar… gerisi kendiliğinden gelir” hesabıyla tuzaklar kuruldu ve kolay avlandı kızlarımız. Cennetin bedelini unuttular, ellerindeki Paris biletiyle Mekke’ye gideceklerini umdular.
Müslüman, İmam Hatiplerde ve üniversitelerde fazla bir şey değil, sadece başörtüsü istiyor artık. Kitabın tümüne inanması, İlâhî hükümlerin hepsine teslim olması gereken müslüman, imandan da önce gelen tâğutun kurum ve kurallarını, câhiliyye anlayış ve uygulamalarını tümüyle reddetmiyor, tam tersine içselleştiriyor.
Hakkını, hem de insan ve müslüman olmanın gerektirdiği binlerce haktan küçük bir hakkını, müslüman; mücâhide has bir üslûpla değil; demokratik yollardan, sadece imza toplayarak, telgraf çekerek, yürüyüş yaparak istemeyi tercih ediyor. Kâfirler de canları isterse, bir lütuf ve bağış olarak, karşılığında, müslümanlardan nicelerini kendi saflarına çekme ve nice tâvizler alıp, müslümanları iğdiş etme pahasına lütfen kabul edecekler. Etmeseler ne olacak? Hiiiç! Ayrıca, bugünkü düzen içinde ve bu eğitim sisteminde başörtüsü tümüyle serbest olsa iş bitecek, sorumluluk gidecek, istekler sona erecek, din tamamlanacak mıdır? Müslüman, nelere rızâ gösteriyor, neleri savunma durumuna geliyor, ne için çırpınıyor, ne isteyip nelerle yetiniyor, kimin rızâsı için ne yapıyor... Kur'an ışığında bunları iyi düşünmesi lâzımdır.
Tesettür anlayışı konusunda İslâm'la bugünkü müslüman arasında dağlar kadar fark oluşmuş durumda. İslâm, sadece başörtüsünü, sadece türbanı emretmiyor elbette. Tesettür bununla bitmiyor. Sınıflarda pardösü çıkarılarak etek-bluzla oturan; kanı kaynayan genç erkeklerin ve öğretmenlerin her türlü bakış ve tavırlarına, sözle ve gözle saldırılarına muhâtap korumasız bir kızcağız. Evinde erkek misâfirlere bile gözükmeyen hacı, hoca çocuğu bu müslüman kızların, amfi ve sınıflardaki, kantinlerdeki kızlı erkekli karma eğitim ve eritim içinde bulunmasının nasıl bir tezat teşkil ettiği kimsenin eleştirisini bile almıyor.
Bir müslüman kızın başörtüsüne, hayâ ve nâmusuna Alman gâvurundan da fazlaca saldıran bir zihniyet; özellikle eğitim adına gencin imanına, ahlâkına... zarar vermiyor, saldırmıyor mu dersiniz? "Bir kızın üniversitede başının açılması basit bir olay mıdır, tepki gösterilmesin mi yani?" denebilir. Evet, bu büyük bir haram, vahşî bir cinâyettir. Fakat ondan daha önemlisi odur ki: Kâfirlerin işgaline uğramış olan müslümanların yaşadığı hemen tüm ülkelerde mü'minlerin okullarda imanına müsâade edilmiyor. Putlar ister istemez sevdiriliyor, övdürülüyor. Ders diye nice terslikler oluyor, küfür kelimeleri söylettiriliyor, en azından dinlettiriliyor, puta tapma törenleri icrâ ettiriliyor... Bunlara normal gözle bakılır, ses çıkarılmaz, tepki gösterilmezken, tesettür ve hicab görevini ne kadar yaptığı da şüpheli olan salt türbana hücum mu sadece tepki gösterilmesi gereken? Din ve imandan daha mı önemli bu?
İnsan sadece diliyle konuşmaz. Eskilerin hâl dili dediği iç lisânı da vardır. Beden dili denilen, vücudun aldığı şekille, organlarının gösterdiği özel tavırla da konuşur. Araştırmaların gösterdiği çarpıcı sonuç; beden dilinin, konuşma dilinden çok daha etkili olduğu şeklindedir. Beden dili, sadece organların değil, aynı zamanda organların örtüldüğü giysi ile de yakından ilgilidir. Yani, insan üzerindeki elbisenin de bir dili vardır, o da konuşur. Dâvet eder, mesâfe koyar, karşısındaki ile samimiyet veya resmiyeti ifâde eder. Elbise, aynı zamanda bir kimliktir, şahsiyet belirtisidir, örfün tercümanıdır. İnsanın temizliği, pejmürdeliği, düzeni, zevki, kültürü, muhâtaplarına verdiği değer ve saygısı da giysisinden anlaşılabilir. Her şeyden önemlisi, elbise bazen insanın hangi dini tercih ettiğini, ya da diniyle ne tür bir ilişki içinde olduğunu da belirtir. Mesajdır giysi, çağrıdır, ya da korunmadır.
Giysinin temel olarak üç özelliği vardır: Tesettür/örtme, koruma ve süs. Bunlar içinde en önemlisi, giysinin insanı örtme özelliğidir, yani tesettür. Giysiden mahrum kalmak, çıplaklık, insanı cennetten çıkaran isyanın görüntüsü olduğu gibi, şeytanın bu yolla insanı belâya uğratıp cennete girmesine engel olmasına fırsat vermektir. Şeytan Cennette Hz. Âdem ve eşinin çıplak olması için bütün planlarını kurmuş ve onların cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştu. Onlar da birlikte Rablerine yönelip af talebinde bulundular, örtündüler ve Allah da onları affetti. “Ey Âdem oğulları! Şeytan, ana ve babanızı (Âdem ve Havvâ’yı), çirkin yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak Cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtıp bir fitneye/belâya düşürmesin. Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz Biz şeytanları iman etmeyenlerin dostları kıldık.” (7/A’râf, 27). Hz. Âdem ve Havvâ’da isyanın sonucu, Cennetten çıkarılmanın alâmeti olarak ortaya çıkan çıplaklık, bu kişilerin nesillerinde Cennete girmeye engel sebeplerden biri, isyanın görüntüsü, şeytana uymanın özelliğidir.
Bir başörtüsü sektörü oluştu; kapitalizmin örtülü versiyonu olarak türban rantı ortaya çıktı. Bin bir çeşit desen ve renk cümbüşüyle Doğu zevkine hitap edip başörtüsü üreten yüzlerce yerli ve yabancı firma, ithâlatçılar, sadece başörtüsü satan mağazalar, başörtü modaları, başörtü defileleri, başörtülüler için özel mayolar… İçinde müslümanların da yaşadığı kapitalist düzenlerde finans kurumları nasıl bir görüntüyle, hangi görevi yerine getirmek için kurulmuş ve düzen açısından nasıl sakıncasız (hatta faydalı) görülmüşse; başörtülü kızlar da o amaç için “Allah’ın en fazla nefret ettiği yerler olan” (Müslim, Mesâcid 288) çarşı ve pazarlara çıkarılmıştır. Kapitalizmin nimetlerinden(!) mahrum olmadan fâizden kaçmak isteyen kimselerin paralarını piyasaya, dolayısıyla kendi kasalarına çekmek isteyenlerin finans kurumları aracılığıyla bu işi yaptıkları gibi; açık saçıklardan biraz rahatsız olanların paralarını ve ilgisini çekmenin kapitalistçe yolu oldu başörtülü tezgâhtarlar, başörtülü sekreterler. Bunca işsiz erkek varken, bu kızlar, hangi özellikleriyle tercih ediliyor dersiniz? Ya da ille bayan gerekiyorsa, niye özürlü bir bayan, yaşlı bir bayan değil de; manken ölçülerine uygun yapıda genç bayanlar isteniyor? Telefona bakmak, ya da müşteriyle ilgilenmek için manken gibi olmanın avantajını insanî akıl ve İslâmî kültür mü, yoksa şeytânî düzen ve sömürücü görüş mü söylüyor? Kime ve neye hizmet ettiğini, neyi âlet edip sömürdüğünü para denilen câzip şeytan haydi işverene düşündürtmüyor; ya siz başörtülü kızlar, bunların sizi sömürüp kullanmasına, bundan da kötüsü sizin örtünüzü istismar etmesine, güzelim örtüyü sizin elinizle katran kazanına koymalarına, dünyada izzetinizin, âhirette cennetinizin çalınmasına nasıl rızâ gösteriyorsunuz? Değer mi üç kuruş para veya meymenetsiz insanların keyfi/beğenisi için bunlar? Özgürlük mü zannediyorsunuz bu köleliği, bu kullanılmayı, bu metâ ve nesne haline getirilmeyi; hâlâ akletmiyor musunuz? Başörtüsünü başınıza aldığınız gibi aklınızı da başınıza alın, şeytanın ve şeytanlaşanların oyuncağı, kölesi olmayın.
Düşünebiliyor musunuz, İslâm’ın cihad bayrağını dalgalandırma şerefi gibi hanımlara üstünlük verdiren o başların tâcı, kapitalizmin hizmetinde, daha kötüsü (söylemesi zor da olsa söyleyelim:) cinselliğin, göz zinâsının hizmetinde.
Kapitalist ve materyalist dünya her şeyi o denge(sizlik)de tutuyor: Arz talep. Üretim ve tüketim için bu böyle olduğu gibi, çeyrek tesettürlü bayanlar konusunda da bu böyle: Çıplaklardan hoşlanmayan, hele onlarla asla evlenmek istemeyen çok sayıda muhâfazakâr genç erkek var; bunlar için de çarşıda pazarda delikanlıların ilgisini kendisine çekmeye çalışan ve bu erkeklerin zevkle bakıp (tabii iyi niyetle canım, ona ne şüphe!) hoşlanacağı tipler gerekli. Piyasa şartları böyle oluşacak, bir taraftan fitne kazanı kaynarken, bir taraftan başörtüsü sektörü piyasaları canlandıracak, her çeşidiyle sömürü artmış olacak. “Günün hatta akşamın her saatinde bunca başörtülü kızın çarşıda sokakta ne işi var?” diyen bile artık yok. Evi hapishane gibi gören kızlar ve genç kadınlar artık sokaklarda göz hapsinde yaşadıklarını, özgürlük adına erkeklerin göz zevklerine gönüllü kölelik yaptıklarını ya düşünmüyor, ya da bundan şeytânî şekilde zevk alıyorlar. İslâmî ahlâkın sokaklara hâkim olmadığı bugünkü çarşı ve pazarlar, hanımıyla erkeğiyle müslümanların, özellikle gençlerin ancak çok zarûrî bir işleri varsa, zarûret miktarı çıkıp dönecekleri (benzetme yerinde ise tuvalet gibi) mekânlardır. Kapitalistleşen ve Allah korkusundan sıyrılan insanların mâbedi ve köle pazarı haline gelen, kapitalizmin can damarı çarşı ve pazarların Allah nazarındaki yerini Peygamberimiz belirtiyor: “Allah’ın en çok sevdiği yerler mescidlerdir. Allah’ın en fazla nefret ettiği yerler de çarşı ve pazarlardır.” (Müslim, Mesâcid 288, hadis no: 671)
Makyajın rengine uygun başörtüsü ya da başörtüsüne uygun renk ve biçimde kıyafet; başörtüsü modası denilen yeni moda türedi. Her dışarıya çıkmadan önce ütüden geçirilen, ayna karşısında yarım saat uğraşılarak takılan, kendisine verilen para ile Afrika’da bir kadının hayat boyu kendini tümüyle örtecek giysi alabileceği bir aksesuar.
Bu tavırlara bakarak “bu hanımlar kapanmak, Allah rızâsına uygun şekilde örtünmek için, nâmahrem bakışlara dur demek için başörtüsü takıyorlar” diyenler beri gelsin; Allah sorarsa bu tavırlara olumlu şâhitlik yapabilecek kaç kişi çıkar dersiniz? Cinsel çekiciliği/câzibeyi kitabına/eşarba uydurup gözü (haramlara) açık safları kandırmak isteyen şeytan, insana sağdan yaklaşırken başörtüsü şeklinde flama kullanıyor olmasın? Yoksa bu yozlaşmış acınası başörtülüler, erkeklerin dikkatini bu şekilde daha çok çekmek için başörtüsünü yem ve istismar aracı mı görüyorlar? Hayır, başörtüsü erkek alıkları avlamak için volta atanların oltaya taktıkları av olamaz, olmamalıdır!
Hayır, bin kere hayır! Medine’de Kaynuka Oğullarından yahûdilerin, yüzünü açmak istedikleri ve onu savunan müslümanın bu zulmü yapanı öldürüp sonra şehid edilmesine sebep olan ve Rasûlullah’ın bu olay akabinde uğrunda savaş verdiği hanımın örtüsü böyle değildi.
Maraş’ta savaş pahasına savunulan başörtüsü bu tip başörtüsü değildi.
Nur sûresi 31. âyette mü’min hanımlarının yakalarının üstüne örtmeleri emredilen ‘humur/hımâr’ bu başörtüsü değildir.
Ahzâb sûresi, 59. âyette mü’min hanımlara emredilen cilbâb; üstlerine giymeleri gereken dış elbise, şu çarşı pazarda boy gösteren bayanların giydiği pardösümsü giysi değildir, hayır!
Hz. Âişe annemizin, ensar kadınlarının özelliği olarak anlattığı, başörtüsü emrinin hemen ertesi sabahı, sanki başları üstünde karga var gibi örtüler içinde sabah namazına gelen kadınların örtüleri değildir bu başörtüsü.
Yirminci asrın ortalarına kadar dünyanın hiçbir yerinde ve Osmanlı’da mü’mine hanımların örtülerinin benzeri değildir bu çeyrek örtüler, namaz örtüsüne benzemiyor bu başörtüler.
Doğuda, insanlar geniş/bol, uzun elbise giyerler, başlarını örterler iken; Batıda tam tersi dar, kısa giyerler ve başları açıktır. Günümüz dünyasında Batı ile Doğu özellikleri kaybolup dünya globalleşir/küreselleşirken, Batı Doğuyu her konuda kendine benzetip kendi kültürünü dayatarak farklılıkları imhâ ettiği halde, yine de giysilerdeki bu farklılıklar kısmen korunmakta, özellikle dinin bu farklılıkları korumada özel konumu hâlâ direnci canlı tutmaktadır. Bir köyün, bir şehrin müslüman beldesi mi, hıristiyan yerleşim yeri mi olduğu daha uzaktan görünen minâresinden ya da çan kulesinden belli olduğu gibi; elbise de bir kimsenin mü’min mi, kâfir mi olduğunu zâhiren yansıtma özelliğini gösterebilir. Zâhirle bâtın, dış ile iç, kalıp ile kalp arasında zannedildiğinden çok fazla ilişki vardır. Bu ilişki, eğer uyum içinde değilse; birinin tümüyle ötekine baskın çıkıp aradaki uzlaşmazlığı kaldırıncaya kadar sürer. Elbisenin sadece dinin zâhiri ile, dinin emirlerine şeklen teslimiyet ve fetvâ ile değil; aynı zamanda dinin özü olan takvâ ile de yakın irtibatı vardır. İnsan, takvâ adlı elbiseye bürünmemiş ise, her tarafını çok kalın giysilerle tümüyle örtse bile bu giysi ona yeterli gelmeyecek, kendisini ve muhâtaplarını haramlardan korumaya yetmeyecektir. Edep, hayâ, iffet gibi kelimelerle de ifâde edilen bu durum, Arapça’da hicab kelimesiyle ifâde edilir. Bu özellik, giyinmenin arka planını ortaya koyduğu için, “giysili çıplak” olmaya giden yolu tıkayacak, sözgelimi kadının cinsel tahrik unsuru olarak ayakkabı veya terliklerini kadınsı bir edâ ile tahrik edecek şekilde ses çıkararak kullanmasına, tahrik edici parfümler kullanmasına engel olacaktır. Haramlara dâvet edici şuh kahkahalar, kadınsı cilve, kırıtma ve aşırı rahat/özgür tavırlar ile sadece dış giysinin kapatamadığı şeytanî güzellikleri, yani çirkinlikleri ancak takvâ giysisi kapatır.
Takvâ giysisi, edep, iffet ve hayâ günümüzün gençlerine doğal ortamda, evde, çevrede ve özellikle okullarda çocukluğundan beri veril(e)mediği için çeyrek tesettürlüler, yani “örtülü ama tesettürsüz” kimseler ortalığı kaplamaya başladı. Takvâ giysisinin önemsenmemesine, biraz da diğer tamamlayıcı unsurlardan yalıtılmış şekilde, sadece “başörtüsü” vurgusunun sebep olduğu değerlendirilmelidir. İş, bırakın takvâ giysisini, fetvâ boyutunu bile hiçe sayan, sanki İslâm’ın tesettür ve hicap emriyle dalgasını geçen bir tuhaflığa, hatta maskaralığa bile dönüşebilmektedir. İşin sadece fıkhî/şekilsel boyutunu ele alan, ama takvâ giysisinden soyunmuş bir bayan sözgelimi parmağını göstermenin fıkhen câiz olduğundan yola çıkarak yabancı bir erkeğe parmağıyla işaret ederek parmağına “haydi gel!” dedirtebilir, gözünü göstermenin câizliğinden yola çıkarak göz kırpabilir. Bu tür problemlerin ne kadar yaygın olduğunu belki sokağı, caddeyi, okulu, gezinti yerlerini tanımayan kişiler bilmeyebilir, ama iş gerçekten çığırından çıkmış vaziyettedir. Sadece başörtülü olan, diğer giysileri ve tavırlarıyla takvâ giysisine hatta düşman olan, ya da şeklen tesettürlü olduğu halde İslâmî edebe, hayâ ve iffete yeterli derecede sahip olmadığı hemen belli olan kişinin kapalı kıyâfeti de artık yadırganmamakta, her iki farklı, hatta birbirine düşman tavır normal görülebilmektedir.
(Devamı var)

Bu yazı toplam 1500 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar