Selâhaddin Çakırgil
Bu ‘Sosyal Medya Çöplüğü', Âcilen Dezenfekte Edilmeli!
Ömer Döngeloğlu hoca da büyük ‘salgın’ın pençesinden kurtulamayıp vefat etti. Müslüman tarihinin ilk dönemlerindeki acı-tadlı birçok hadiseyi, proğramlarında 1 saate yakın bir süre boyunca elinde yazılı bir metin olmaksızın ve o hadiselerin canlı şahidi gibiymişçesine anlatırken, ağlatmanın ötesinde ağlardı da..
Allah rahmet eyleye..
Onun vefatıyla ilgili haberlerin yer aldığı int. sitelerinin herbirinde binlerce yorumcu arasında, Hoca’ya rahmet okuyanlar olduğu gibi, en çirkin laflarla hakaret edenler de vardı. Çoğu takma isim ve acaib iddialar, aşağılamalar, yüceltmelerle..
Bu da bize, toplumumuzun büyük bir sosyal hastalık ve hattâ karakter bozulması ile karşı karşıya geldiğini gösteriyor.
Bu ‘sosyal medya çöplüğü’ne bir kanunî çeki-düzen verilmezse, insanlar oralarda yazılan iğrenç uslûbları ‘yeni normal’ saymaya bile başlayabilirler.
‘Kanûnî çeki-düzen..’ derken, insanların görüşlerini açıklamalarına gem vurulmasını istediğimiz sanılmasın.. Sadece şunu diyoruz: ‘Her kim her ne söyler-yazarsa, onun sorumluluğunu kabullenecek kadar bir idrak, cesaret ve izzet sahibi olsun..’ Yani, ‘Sözünün eri olan çıkmalı meydana..’
Meclis’te bu yönde bir düzenleme getirilmesi yolundaki haberleri hayırlı bir teşebbüs olarak karşılamak gerekir, herhalde.. Çünkü, son derece gerekli..
Ama, bu nasıl sağlanır?
Yapılması gerekenleri, ‘Şöyle olmalı-böyle olmalı..’ cinsinden sıralamaya gerek yok.. Söylediği sözün sonucuna katlanamayacak olanlar, ya sözünün-eyleminin sonucuna katlanmak erdemini kuşanmalı, ya da susmak..
Karanlığın karnından ortaya bir iddia veya laf atıp kaçmak, haysiyetli - izzetli bir insanın yapacağı iş olmadığı gibi, bir toplumun, ‘Öyle diyorlar, galiba öyleymiş..’lerle bir ‘sürü’ haline getirilmesine de müsaade edilmemelidir.
Bu ufûnetli, kokuşmuş çöplük, âcilen dezenfekte edilmeli!.
*’M . EĞİTİM’ DEDİĞİN BÖYLE OLUR!!!
*’Kim milyoner olmak ister?’ isimli ve uluslararası bir ‘bilgi yarışması’ proğramı var, yani sadece Türkiye’de değil.. Son yarışmalardan birinde, hem de avukat olan bir genç, ‘İftar’ vaktini öğrenmek için imsakiyelerdeki ‘imsâk, sâhur, akşam ve yatsı’ yazılı hanelerin hangisine bakılmalı?’ şeklindeki bir soruyu bilememiş.. Hani, gayrimuslim birisi olsa, anlaşılabilirdi. Ama, öyle de değilmiş..
Kasıdlı olarak, ‘Bilmezlikten gelinmiş olabilir mi?’ diye bile düşündürüyor insan.. Çetin Altan diye birisi vardı, 55-60 sene önceleri; ‘Ortaokuldaki oğullarıma, din dersindeki sorulara doğru cevap vermeyip ‘ikmal’e kalın, size, bisiklet alacağım, diyorum!’ dediğini gazetesinde açıkça yazardı.
İçinde büyüdüğü bir toplumun bırakalım inanç konularından, hattâ sosyal kültüründen bile bu kadar habersiz nesiller yetiştirmek, eğitim sistemimizin toplum kesitleri arasında meydana getirdiği uçurumun derinliğini anlatması bakımından, nice bir ‘alârm’ işaretidir.
Saray’ın başmâbeyncilerinden ve en muteber hâtırât sahiplerinden Ali Fuâd Türkgeldi’nin ‘Görüp İşittiklerim’ isimli eserinde okumuştum, yarım asır öncelerde.. Sultan Vahdeddin’in romatizma rahatsızlığı varmış.. Onun için, asâ kullanırmış.. Bir gün faytonla bir yere gider, ineceği zaman aşasını ister, ama, asâsı yoktur ve ‘unutulduğu’ mazereti, lisan-ı münâsible anlatılınca Padişah, ‘Bu bir felâkettir!.’ der.
Gençliğin de verdiği bir tepkiyle, ‘Aman, ne büyük felaket!. Devlet yıkılıyor, adam, asâsının unutulmasını felâket zannediyor!.’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonra düşündüm ki, ‘Evet, o bir felâket habercisi imiş!’ Çünkü, o basit vazife bile unutulursa, neler olmaz..
‘Bir çivi bir nal, bir nal bir at, bir at, bir kumandan demektir; bir çivi düşerse, bir savaş kaybedilebilir!’ sözünü hatırlayalım.
Şimdi.. Şu ‘bilgi yarışması’nda sergilenen traji-komik durum da, nice ‘felâket alârmları’ndan birisidir.