Mehmet GÖKTAŞ
Bugün günlerden Hâcer!*
"Göğsümden ciğerlerimi çıkardım
Şuraya, şu ıssız vadiye koydum
Susuz, ekinsiz vadiye,
Senin için ey Rabbim!"
“Sana secde sunulsun, Sana kulluk edilsin!" diye
Bir ömür yolunu gözlediği kutlu yavrusunu,
Yavrusunun annesini oracıkta bırakmış, bakmadan yürümüşse,
Bir daha hiç dönmemişse,
"Rabbim böyle istedi. "demişse İbrahim...
Artık ne demek düşer Hacer'e?
Tükeniverir birden sözler,
Herkes teslim olur İbrahim'in Rabbine
Başlar öne eğilir, o fasıl orada kapanır,
Yeni bir sayfa açılır tarihe.
Bir ümmet yeşersin şu çölün ortasından,
İnsanlığa şahid olsun
Siyahlara bürünmüş Kabe'nin yanından,
Şu siyah cariyeden
Bürüsün bütün ufukları, bürüsün bütün bir yeryüzünü diye...
Biliyor musun ey kutlu Hacer, ey siyah cariye?
Senin koşuşturduğun o iki tepeye;
"İşte şunlar, şu iki tepe yeryüzündeki işaretlerimdir!" buyurdu Allah!
Kumlara karışan siyah topukların hakkı için
Bir Safa, bir Merve çırpınıp duran yüreğin hakkı için
Koşsun yürüsün oralardan beşeriyet!
Önce İbrahim koşsun yürüsün senin izinden,
İsmail yürüsün ve ardından gelenler yürüsün
Ve sonra o Rasûl koşsun yürüsün!
Ardından milyonlar, milyonlar koşsun yürüsün!
Seni yaşasın, sana bürünsün, o gün herkes bir Hacer olsun
Bir siyah cariye olsun ve hep böyle sürsün gitsin
Yerler ve gökler durdukça!
Fakat bizim sözümüz dönsün dolaşsın
Yeniden İbrahim üzerine gelsin!
Hem nasıl gelmesin güzel sözlüm!
Gökler hep onun sözünü ediyor,
Kitaplar hep onu yazıyorken,
“Andolsun şu beldeye,
“Andolsun bir babaya "Andolsun bir oğula!" diyorken Âlemlerin Rabbi
Yeryüzünden bir beşeri seçiyor
Dostum, Halilim diye ilan ediyorken,
İşte orada bir durmalıyızz, düşünmeliyiz,
Ve irkilmeliyiz, gerçekten irkilmeliyiz
Sonra, bir asra yakın hasretle beklenen,
Kutlu çocuğu, göz aydınlığı İsmail'i bilmeliyiz,
Gelsin diye dua dua yolu gözlenen,
Hicretlerle dolu bir ömrün meyvesini anlamalı,
İbrahim'in gönlündeki yerini bir düşünmeliyiz
Biliyor musun, İbrahim gibi hiç kimse denenmemiştir,
Hiç kimseden kendi eliyle İsmail’ini kurban etmesi istenmemiştir!
Hiç kimse de İbrahim gibi teslim olmamış,
İsmail gibi boyun eğmemiş Yüce Rabbe!
Aslında şu kurban vadisinden biz kendimizi seyretmeliyiz!
Sormalıyız kendi kendimize ki
İbrahim'i anlamanın neresindeyiz?
Bilmeliyiz İbrahim nerede duruyor,
İsmail nerede ve biz neredeyiz?
İsmail çapında neyimizi kurban ediyor, neyimizden geçiyoruz?
Kestiğimiz şu hayvan neyin nesi,
Hangi İsmail'in fidyesi?
Ne kadar uzak düşmüşüz İbrahim'in Rabbine,
Nerelere savrulmuşuz?
Nerelerden yaklaşmalıyız,
Nerelerden, nasıl toparlanıp gelmeliyiz?
*Kemâ Salleyte isimli çalışmamızdan