Bülent Ecevit öldü O fotoğraf yaşıyor!
Önceki gece, saat 24.00 sıralarında oturmuş; "bugünkü yazı taslağı" üzerinde çalışıyordum... Niyetim, "ABD kuklası Irak mahkemesi" tarafından Saddam Hüseyin hakkında verilen "ölüm" kararı üzerine yazmaktı... Bu konuyla ilgili "araştırmalar" yapıyordum ki,
Önceki gece, saat 24.00 sıralarında oturmuş; "bugünkü yazı taslağı" üzerinde çalışıyordum... Niyetim, "ABD kuklası Irak mahkemesi" tarafından Saddam Hüseyin hakkında verilen "ölüm" kararı üzerine yazmaktı... Bu konuyla ilgili "araştırmalar" yapıyordum ki,
ajanslardan "Ecevit'in ölüm haberi" geldi...
Ne garip değil mi;
Bir "cenaze töreni"nde beyin kanaması geçirip "koma"ya giren Ecevit, bir başka "ölüm kararı"nın; evet Saddam"ın "idam" kararının verildiği gün, öldü!..
Artık, "nasıl" anılır bilemem...
"Saddam hakkında ölüm kararı verildiği gece öldü" mü derler, yoksa "Ecevit öldüğü gün, Saddam hakkında da ölüm kararı verilmişti" diye mi hatırlarlar, orasını bilemem!..
Ama, bildiğim şu ki;
"Hayatı" da, "komaya girdiği gün" de, "ölümü" de, "tarihî günler"le dolu!..
Hani, "tarihe geçecek adam" derler ya, Ecevit de, onlardan biri!..
Birçok "söylem" ve "eylem"iyle, "ilklere imza atan" biriydi!..
BEYNİME KAZINAN ECEVİT PORTRESİ!
Biliyorum;
Herkes, onu "Karaoğlan" olarak ve "Kıbrıs Fatihi" olarak yazacak, "ak güvercin"lerine, "mavi gömlek"lerine ve "kasket"lerine övgüler yağdıracak!..
Ama, benim hafızamdaki Ecevit, bambaşka!..
Ben; onu, "içinin karalığı"nı yansıtan "katran karası çehresi"yle hatırlayacağım!..
Hayır, bazıları gibi "Ecevit dalkavukluğu" yapıp da, ardından "ağıtlar" yakacak değilim!..
Çünkü, benim hafızamda öyle bir "Ecevit portresi" var ki, bütün dünyanın "silgi"leri bir araya getirilse, yine de o "portre"yi asla silemez!..
Hele hatırlayın o günü!..
Tarih, 2 Mayıs 1999...
"Milletin oyları"yla seçilmiş Merve Kavakçı hanım, yine "millet iradesinin tecelligâhı" olan Meclis'e gelmiş ve "yemin" edip göreve başlamak üzere sırasını bekliyor!..
Aaa, o da ne?!?
Ecevit, "en yaşlı üye" sıfatıyla Meclis Başkanlığı koltuğunda oturan merhum Ali Rıza Septioğlu"nun yanına gidip, "itiraz" ediyor;
"Yemin ettiremezsiniz!"
Merhum Septioğlu, Ecevit"e; "Meclis İçtüzüğü"nün yazılı olduğu kitapçığı gösterip;
"Burada, başörtülü bir milletvekilinin yemin edemeyeceğine dair herhangi bir kural yazmıyor!" mealinde bir şeyler söylüyor!..
Bunun üzerine, daha da hırçınlaşıyor Ecevit!..
"DSP Genel Başkanlığı"ndan başka hiçbir sıfatı olmamasına rağmen" söz istiyor ve "cebinden çıkardığı bir kâğıt parçası"nda yazılı olanları okumaya başlıyor!..
Hayır, okumuyor; höykürüyor:
"Burası devlete meydan okunacak bir yer değildir... Bu hanıma haddini bildirin!.."
İşte o an, suratı kapkara!..
Hem de, "karanın da karası!"
Sanki, "zift kazanı"ndan çıkmış, Meclis'e gelmiş!..
İşte o "zift karası" portre, benim hafızama kazındı!..
Unutmam mümkün değil!..
BAŞÖRTÜSÜ DÜŞMANLIĞININ ZİRVESİ!
Çünkü, o "öfke fışkıran çehre"nin altında, "koyu bir başörtüsü düşmanlığı" yatıyordu!..
Öyle bir "düşmanlık" ki;
Sadece Merve Kavakçı'nın hayalleri değil, nice "başörtülü" öğrencinin de istikbali karardı, o "kapkara gün"den sonra!..
Mavi gömlek "denizlerin enginliğini", beyaz güvercin "özgürlük ve barış"ı sembolize ediyormuş!..
Hepsi, lâf-ı güzaf!..
Gelsinler de külahıma anlatsınlar onu!..
"Hümanist"liğin, nasıl bir "kara canavar"lığa, "beyaz güvercin"in de, avının üzerine saldıran nasıl bir "akbaba"lığa dönüştüğünü o "kapkara gün"de, evet "2 Mayıs 1999"da gördüm ben!..
Ki, o "saldırgan" ruh hâli, bir anda bütün DSP'lilere yansımış ve onlar da "ellerini çırparak" höykürmeye başlamışlardı:
"Dışarı!.. Dışarı!"
Hayır, "dışarı" dedikleri Merve Kavakçı değildi!..
"Dışarı" deyip dışladıkları; Merve Kavakçı'nın, inancı gereği örttüğü "başörtüsü"ydü!..
Zaten, "Karaoğlan"ın yaşattığı o "kara gün"den sonra, her yerde "dışlandı" başörtüsü!.. İşte o günden sonra, o "zift", nicelerinin vicdanlarını "kapkara" etti!..
Hayır, unutamam!.. "Milletin oylarıyla" seçilen bir hanımın "milletin Meclisi"nden atıldığı o "kara gün"ü asla unutamam!..
Ve ben, Ecevit'i hep böyle hatırlayacağım!..
O "katran karası suratı"yla!..
İSMET İNÖNÜ"YÜ DEVİREN ADAM!
Biliyorum, "Ecevit yardakçılığı" yapan bazıları, bu yazıma kızıp; "Sen ne biçim Müslümansın?.. Bir Müslüman, ölünün arkasından konuşur mu hiç?" diyecekler!..
Varsın, desinler!..
Ne yani;
Cenaze namazında, imam efendinin, "Ey cemaat, mevtayı nasıl bilirdiniz?" diye sorup, cemaatin de; "iyi" veya "kötü" şeklinde görüş belirtmesi de, bir anlamda "ölünün arkasından konuşmak" değil midir?..
Demek ki, "ölünün arkasından konuşulur"muş!..
Ben de, "görüş"ümü açıklıyorum işte!..
Hafızama "o kapkara çehre" kazınmışken, şimdi kalkıp da "nur yüzlüydü" diyerek, "yalan" mı söyleyeyim!..
İşte açıkça yazıyorum;
Benim gözümde Ecevit, 28 Mayıs 1925'te "doğan, 5 Kasım 2006'da "ölen" bir insandır!..
Hepsi bu kadar!..
Haa, "81 yıllık hayatında, iz bırakacak hiç mi icraatı olmadı?" diye soracak olursanız, hemen cevap vereyim:
"Evet; bana göre memleket ve millet hayrına hiçbir icraatı olmadı!"
Geçmişe şöyle bir baktım da, "icraat" olarak şunlar geldi gözlerimin önüne:
¥ Tarih 5 Mayıs 1972... Yanılmıyorsam Derya Sineması'ydı... CHP'nin 5. Olağanüstü Kurultayı yapılıyordu... "Genel Başkanlık" yarışında "İnönü'ye rakip" olmuştu... Ve İnönü, "kendi elleriyle siyasete soktuğu" Ecevit tarafından mağlup edilip, "33 yılı aşkın genel başkanlık" yaptığı CHP'den istifa etti!..
Ecevit de, 14 Mayıs 1972'de "Millî Şef'i deviren adam" olarak tarihe geçti!.. O günlerde, Ecevit için; "Sezar'ı sırtından hançerleyen Brütüs" benzetmesi yapıldıysa da, siyasete hakim olan "Kral öldü, yaşasın yeni kral" anlayışı, "Brütüs" benzetmesini çok çabuk unutturdu!..
Ancak bu olay; bana göre "Ecevit"in artı hanesine yazılacak" belki de tek olaydı!..
KIBRIS HAREKÂTI VE HIRSIN SONU!
¥ 6 Şubat 1974'te, "MSP ile koalisyon" kurarak, "ilk defa Başbakanlık koltuğu"na oturdu... Tam da bu dönemde "Kıbrıs Harekâtı" gerçekleşti...
Gayet iyi hatırlıyorum... Bu harekâttan sonra, Adalet Partililer bile; "En az 20 yıl iktidarda kalır" diyorlardı!.. Oysa, "harekât" kararını veren Erbakan Hoca'ydı!..
Her neyse... "Ver coşkuyu!.. Ver ara gazını!" ortamı, Ecevit'in başını iyice döndürmüş olmalı ki, "kuruluşundan 7 ay sonra", yani 18 Eylül 1974'te "Başbakanlık'tan istifa" ederek, "CHP-MSP koalisyonu"nu bozdu!.. Bu olay da; "karşı çıktığı harekât"a sahip çıkıp, "Kıbrıs fatihliği"nin rantını yeme çabası olarak geçti tarihe!..
¥ CHP-MSP koalisyonu bozulunca; "Kıbrıs Fatihi" pompalamalarıyla, 5 Haziran 1977'de genel seçimlere gitti... Ecevit'in CHP'si, bu seçimden "yüzde 41.4 oy oranı ve 213 milletvekili" alarak geldi Meclis'e...
21 Haziran 1977'de "Azınlık Hükümeti" kurdu... Ancak, "prematüre" doğan bebek fazla yaşamadı ve "kurulduktan sadece 12 gün sonra" öldü!.. Çünkü "güvenoyu" alamadı!.. Bu olay da, Türk siyasetinde ve dolayısıyla Ecevit'in hayatında bir "ilk"tir!.. Ecevit, "12 günlük başbakan" olarak geçmiştir tarihe!.. Ve tabiî, "Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olan" bir "hırs küpü" olarak kazınmıştır hafızalara!..
"İLK MEBUS PAZARI"NI KURAN ADAM!
¥ Hafızalara en çok kazınan bir diğer olay da, Türk siyasetine "entrika"yı, "siyasi rüşvet"i ve "mebus pazarı" kavramını "ilk" sokan adam olmasıdır!.. "2. Milliyetçi Cephe Hükümeti"nden istifa eden milletvekilleriyle, meşhur "Güneş Motel"de toplantı yapıp, onlara "hükümete destek karşılığında bakanlık" teklifinde bulundu!..
Siyaset tarihine "Güneş Motel Entrikası" ve "Türkiye'de kurulmuş ilk mebus pazarı" olarak geçen bu skandalın sonunda, 11 milletvekilinden "10"una bakanlık" verip, 17 Ocak 1978'de yeniden "Başbakan" oldu ve koltukta 21 ay süreyle oturdu!.. Bu dönem de; "yokluk ve kuyruk" dönemi olarak geçti tarihe!..
İHL"LERİ KATLEDEN İKİLİ!
Ya sonra?..
Sonrasına dair, yazılacak pek fazla bir şey yok!.. Tabiî, "kamusal alan" kavramının ve "Anayasa kitapçığı fırlatma" olayının mucidi Sezer'i "Cumhurbaşkanlığı"na seçtirmesi ve Kemal Derwish'i ABD'den getirterek, siyasi tarihe "bakan ithali yapan ilk Başbakan" olarak geçmesi hariç!..
Afedersiniz, az kalsın unutuyordum...
30 Haziran 1997'de Mesut Yılmaz başkanlığında kurulan "Anasol Hükümeti"nde, ilk defa "Başbakan Yardımcısı" oldu ve ikisi el ele vererek; 16 Ağustos 1997"de "İmam Hatip'lerin köküne kibrit suyu döken" 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası'nı çıkardılar!.. Ertesi gün de, Hacıbektaş'a gidip, "Size hediye ile geldik" dediler, "8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasası'nı sizlere armağan ediyoruz!!!"
İşte o gün de, "kara bir leke" olarak geçti tarihe!..
"İHL'lerin katledildiği" kara bir tarih!..
YERİNDEN KALKAMAYAN BAŞBAKAN!
Zaten, o "ah"lardan sonra; ne Ecevit, ne Yılmaz dikiş tutturabildi... Daha sonra, "MHP destekli koalisyon hükümeti" kursalar da, dikiş tutturamadılar!..
O dönemde, "Başbakanlık merdivenlerine ilk defa yazar kasa fırlatılması" olayı yaşandı!.. Aynı Başbakanlık merdivenleri, "yerinden kalkamayan başbakan" görüntülerine de sahne oldu!..
Hayatında ve hayalinde "bir tek proje"si vardı... Köyleri birleştirip, "Köykent"ler kuracaktı!..
Ahir ömründe onu da gerçekleştirdi!..
Ordu'nun Mesudiye ilçesinde "ilk köykent"i kurdu!..
Ne var ki, o köylerden, DSP'ye sadece "1 oy" çıktı!..
Yani; "köylü"leri de memnun edemedi!..
Zaten, "yıkım" o zaman başladı...
Yüzde 21.7 oy oranıyla girdiği 3 Kasım 2002 seçimlerinden, "yüzde 1.2 oy"la çıktı...
22 Kasım 2004 tarihinde de, "siyasete elveda" dedi!..
18 Mayıs 2006'da "koma"ya girdi, 172 gün sonra da 5 Kasım 2006'da da, "hayata elveda" dedi!..
İşte, benim gözümdeki Ecevit bu!..
Biliyorum, bazıları "ak güvercin"lerden filân söz edecekler, ama benim hafızamdaki Ecevit, "öfkeli, sinirli ve itici o kapkara bir surat"tan ibaret!..
Ne yapayım, elimde değil, üzülemiyorum işte!..
Yüreğimde "merhamet" bırakmadı ki!..
Sözün özü;
Öldükten sonra, arkalarından "iyi" şeyler yazılmasını isteyen "yaşayan Ecevitler", sağlıklarında "milletin inancı ve değerleri"yle mücadele etmesinler!..
Ki, öldüklerinde "iyi bilirdik" diyebilelim!..
--------
Bu kadar basit mi?
Gerisi değil de, "12 Eylül Darbesi"nin başı Kenan Evren'in sözlerini duyunca, acı acı güldüm... Marmaris'te, gazetecilere demiş ki;
"12 Eylül zamanında Ecevit parti başkanı olduğu için, onu da göndermek zorunda kaldım... Ayrım yapamazdım... Hem sonra, o karar; benim şahsî kararım değil, TSK'nın kararıydı. Ama, bu karardan büyük üzüntü duydum... Ecevit hakkında kötü bir şey söylemem mümkün değil."
Hani, "Hıristiyanlık"ta olsa, buna "günah çıkarma" derler!..
İyi valla, "yap, et" sonra da "üzgünüm" de!..
İşte ben de bu tavrı içime sindiremiyorum!..
Bugün "üzüntülerini" açıklayanlar, dün "o işleri yapmamayı" niye akıllarına getirmezler acaba?..
Bu işler, "üzgünüm" deyip geçilecek kadar basit mi?
www.vakit.com.tr