Bush'un Çantasındaki Üç Senaryo

Bush'un Çantasındaki Üç Senaryo

Bush, görüşmede Erdoğan’ın önüne 3 ayrı senaryo koyabilir. Peki çantada hangi senaryolar var?

Nagehan Alçı'nın haberi

Bugün büyük gün. Nefesler tutuldu. Herkes Erdoğan-Bush görüşmesinden çıkacakları bekliyor. Gerçi geçtiğimiz cuma günü ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice Türkiye ziyaretinde çantasından somut bir öneri çıkarmadı. Ancak yine de Bush’un PKK konusunda daha net bir tavır koyması hala ihtimaller arasında.

Biz de Türkiye’nin önünü görmesi için tarihi önem taşıyan bir haftaya girerken gelişmeleri değerlendirmek için 8’inci Cumhurubaşkanı Turgut Özal’ın Kürtler konusunda danışmanlığı yapmış gazeteci ve yazar Cengiz Çandar ile bir araya geldik. Cuma günü İstanbul’da konuştuğumuz Çandar’a göre bugünkü toplantıdan üç ayrı senaryo çıkabilir.

BUSH’UN ÇANTASINDA ÜÇ SENARYO VAR

“Bush, Erdoğan’ın önüne 3 ayrı senaryo koyabilir. İlki Türkiye’nin sınırlı operasyonuna göz kırpar. İkincisi ‘siz karışmayın, biz hallederiz’ der, üçüncüsü ise ‘bir şey yaparsanız yaptırımı ağır olur’u ima eder”

Washington’daki bugünkü görüşmenin sonucu şimdiden belli midir? Başkan Bush’un elinde somut ve değiştirilemez bir paket var mı sizce?

Bu görüşme ani bir görüşme değil. Tarafların görüşeceği, PKK saldırılarından önce belliydi. Saldırılardan sonra da Türkiye, bu görüşmede nasıl bir tavır takınacağının bütün sinyallerini verdi. Başkan Bush’un elinde Türkiye’den gelen sinyallere bakılarak birkaç senaryo vardır.

Ne olabilir bu senaryolar?

1- ABD, Türkiye’ye kısa süreli ve sınırlı bir alanı kapsayan bir operasyon için yeşil ışık yakabilir ve bunun için lojistik ve istihbarat desteği veririz diyebilir ki, bu en iyi ihtimal.

2- Biz meseleyi halledeceğiz, iki üç ay süre verin, deyip yapacaklarını anlatabilir, tabii kamuoyundan gizli tutulması kaydıyla. Ama ben bu seçeneği zayıf bir ihtimal olarak görüyorum. 3- İtidal tavsiye edebilir, yani bizden izinsiz bir işe kalkarsanız diye, gizli ama anlaşılır mesajlar verebilir.

İkinci seçenek olursa kamuoyundaki öfke dinmez. Hükümet böyle bir seçeneği kabul eder mi?

Kriz yönetimi bu demek zaten. Türkiye’deki öfke hem şehitlerle hem de manipülasyonla büyüyor. Bunu başbakanın sözleri ve medya körüklüyor. O kaynaklar Bush tarafından tatmin edilirse kamuoyu yönlendirilebilir.

Üçüncü seçeneğe Başbakan Erdoğan nasıl tepki verir?

Bu, uyarının sonundaki maliyeti hesaplamaya bağlı. Oradan çıkacak maliyetin hesabı şimdikinden daha ağır ise kriz yönetimi ona göre belirlenir.

Rice’ın görüşmeleri tatmin edici miydi?

Rice zaten Irak toplantısı için Türkiye’ye gelecekti. PKK meselesini konuşmak için biraz daha erken geldi. “Bu meseleye önem veriyoruz” mesajı vermek istedi. Ama yanında askeri yetkili yoktu.

Bu ne demek?

Bu konunun kısa vadeli askeri çözümü yok, bizim başkanı çok sık boğaz etmeyin demek.

TALİHSİZ AÇIKLAMALAR

29 Ekim resepsiyonundan sonraki yazınızda “Başbakan Hasan Cemal’in röportajları ile ilgili olarak ‘çarşaf çarşaf Barzani, Talabani röportajları yayınlanıyor, ellerinden gelse İmralı ile de görüşecekler’ dedi” diye bir anekdot aktardınız.

Bu röportajlar sorulunca Başbakan bunları söyledi. Bence en hafif deyimiyle talihsiz açıklamalar bunlar. Karşı taraf nasıl düşünüyor diye bakmak açısından çok iyi kaynaklardı o röportajlar.

Barzani ve Talabani ile röportaj yapmak onlarla muhatap olmak mı?

Sanırım. Başbakan kendini savaş havasına kaptırdı. Bu havada da Kürt yönetiminde baskı oluşturmak gerekiyor. “Bizim gayri meşru yapmak istediğimiz aktörleri konuşturup Türk kamuoyuna getirmek psikolojik savaşta gediktir” diye düşünüyor. Bu ne demek? “Her şey benim kontrolümde olmalı” demek.

Barzani ve Talabani de sert çıkışlardan kaçınmıyorlar. Onları gayri meşrulaştırmak yerine ne yapılabilir?

Biz Özal zamanında bir Kürt politikası başlatmıştık. O dönemde Barzani ve Talabani ile ilişki kurulmuştu. O politika devam ettirilseydi bugün çok farklı olurdu. Hükümet muhatap almayınca geri tepiyor. Özal bu liderlerin önemli konumlara geleceğini düşünüp Irak’taki Kürtler’in Türkiye’yi kendi hinterlandları gibi görmelerini istemişti. Oysa şimdi onlar kendilerini karşı kampa atılmış hissediyorlar. Yani düşman büyüyor.

Bu algı kamuoyunun öfkesinden mi kaynaklanıyor? Büyüyen öfkeyi operasyon dışında bir şey dindirebilir mi?

ABD’nin etkili işbirliği de durdurabilir. Görüntüde kesin operasyon yapılacak havası var ama bunun nasıl olacağı konusunda kararsızlık ve tedirginlik hakim. Hükümet ve asker arasında bir mutabakat var ama bu operasyonun kapsamı, süresi ne olacak, belli değil.

Sadece kamuoyunu sakinleştirmek için küçük çaplı bir şey yapılabilir mi?

Evet, şu anda Ankara fısıltı gazetesinde konuşulan da bu. Öncelik içerideki öfkeyi dindirmek.

Eğer Kandil’e küçük çaplı bir operasyon yapılırsa bu PKK’ya zarar verir mi?

Elbette zarar verir ama boyutunu saptamak güç. En azından Kandil’in dokunulmazlığını kaldırır, ikmal yollarını aksatır. PKK’yı bitirmez tabii, çünkü Türk yöneticiler duymaktan hoşlanmasa da PKK’nın kaynağı burada.

İran Dışişleri Bakanı Muttaki’nin Türkiye’ye erken gelişini neye bağlıyorsunuz?

Irak’taki rejimin devrilmesinden en karlı çıkan aktör İran. Şu anki Irak iktidar odakları ile özel ilişkilere sahip olmak zorunda İran. Irak, Şii-Kürt ittifakı üzerinde duruyor. Bu yüzden Kürtleri karşılarına almak istemiyorlar.

Ama PJAK’tan yana dertliler. Neden PKK konusunda ortak tavır göstermiyorlar?

Çünkü operasyonu PKK’dan ziyade Kürt bölgesine yönelik görüyor.

Türkiye kararlı bir şekilde “salt PKK’yı hedefliyorum” dese İran’ı yanına alır mı?

Evet ama Kürtleri birbirinden ayırmak kolay değil. Zaten bu yüzden Barzani yataklık yapıyor, deniyor.

Suriye arabuluculuğa neden bu kadar hevesli? Düne kadar biz Suriye ve İsrail arasında arabuluculuk yapıyorduk.

Bence bu krizin en hazin görüntülerinden biri bu. Şimdi Suriye Irak’ta arabuluculuk yaparım, diyor. Çünkü Suriye çok sıkışık durumda. Türkiye’den başka açılacak yeri yok. Lübnan üzerinden Hariri suikastı ile ilgili BM’nin kurduğu uluslar arası mahkemede yargılanacak, tek oksijen tüpü Türkiye. İran derseniz, onunla zaten kendini aynı eksen olarak görüyor.

Öcalan megaloman biri vaaz vermeye alışmış

Öcalan ile bir görüşmeniz olmuştu Özal zamanında. Neler konuşulmuştu?

Öcalan’ı hayatımda bir kez gördüm. 16 Mart 1993’te. Ateşkes ilan ettiği meşhur basın toplantısında, Bekaa’da. O dönem Özal’ın danışmanlığını yapıyordum. Öcalan ile toplantıdan sonra özel görüşme talep ettim.

Özal’ın isteğiyle mi?

Hayır, gitmeden Turgut Bey’e izlenim aktarmak için özel görüşme yapmak istediğimi söylemiştim, ne evet ne hayır dedi, kararı bana bıraktı. Yani Özal arabuluculuk yaptırmadı. Sonuçta Öcalan Türk devleti ile konuşmadı. Benimle konuştu. Zaten konuştuk da sayılmaz. Megaloman bir insan olarak vaaz vermeye alışmış. Hep o konuştu.

Ne dedi?

O dönem Suriye istihbaratının elindeydi. Derdi Türk siyasi sistemi içinde kabul edilebilir bir aktör olmaktı. Ateşkesle bunu hedefliyordu. Suriye istihbaratının elinde olmaktan mutlu değildi. “Bu iş hiçbir sivil hükümetle halledilemez, çünkü hangi sivil hükümet olursa olsun asker orada duruyor ama askerle masaya oturabiliriz” dedi. Askeri mecbur kılacak şartları ortaya koyarız demeye getirdi.

Ortadoğu’da sürgün hayatı

1948 Ankara doğumlu Cengiz Çandar, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduktan sonra ODTÜ’de uluslararası ilişkiler asistanı olarak görev yaptı. 12 Mart’ta başı belaya girdi. Filistin Direniş Örgütü bünyesinde kısa bir süre Şam’da, uzun bir süre Beyrut’ta ve ardından Cenevre, Paris ve Amsterdam’da yaşadı. 1974’te Türkiye’ye döndü. Gazeteciliğe başladı. 80’li yılları genellikle gazeteci olarak Ortadoğu’da geçirdi. 1991-93 arası Özal’ın özel danışmanlığını yaptı. Halen Referans Gazetesi’nde yorumlar yazıyor ve Bilgi Üniversitesi’nde ders veriyor.

Akşam