Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Bütün tuşlara basmak

Cumhurbaşkanı Erdoğan belli ki bir kere daha kazanmak istiyor. Kazana kazana geldi, belki Anayasa’nın “iki defadan fazla seçilemez” hükmünü gerekçe gösterip, duayen – bilge bir siyasetçi olarak memlekete hizmeti tercih edebilir, içinden çıktığı muhafazakar camiaya üst bir konumdan rehberlik yapabilirdi.

Ama onsuz Ak Parti olamayacağı düşüncesiyle olmalı, “Son bir defa” diye yeniden halkın huzuruna çıktı.

Ancak bu defa işin zor olduğunu görüyor. Yenilgiyi, çok sarsıcı biçimde İstanbul’da tattı. Bizzat kendisini devreye koyarak meydan meydan oy istediği İstanbul’da seçimi kaybetti. Onun için “Kaybedeceği seçime girmez” cümlesi nerede ise özdeyiş haline gelmişti. Demek ki seçimi okuyamamıştı, kaybedeceğini okuyamamıştı, girdi ve kaybetti. Üstelik o seçim belli ki iktidar gücü kullanılarak iptal ettirildi, yeniden seçime gidildi, bu defa hezimet oldu. Demek bu hezimetin geleceğini de okuyamamıştı.

Başlığa “Bütün tuşlara basmak” ifadesini koydum. Ekşi Sözlük’te, bu ifade ile ilgili “Güncel Türk siyasetinin özeti” ve “yeni dönem AKP politikası” paylaşımları yapılmış. Ben baktığımda “Sayın Erdoğan tüm tuşlara birlikte basıyor” diye düşünüyorum. Bu 2019 yerel seçimlerde böyleydi, bugün de böyle görünüyor.

İnsan, çözümsüz kaldığında basar tüm tuşlara. Onun bir çare olmadığını bile bile basar. Ama çözümsüz kalma duygusu karabasan gibi çökmüştür üzerine.

Mesela, 2019’da seçimleri iptal ettirmek, dramatik bir girişimdi. Uyaran olmadı mı, uyaran oldu ise bile 16 binlik bir yenilgi içe sindirilemedi mi, “”Bunda bir yanlışlık var, siz meydanlara çıktınız, İstanbul böyle vefasız olamaz, yeniden girelim seçimlere, mutlaka kazanırız” diyenler daha etkili mi oldu, “hiçbir şey olmadıysa bile bir şeyler oldu” ve seçimlere yeniden gidildi. “Bütün tuşlara basılmıştı” ve ardından 800 binlik hezimet geldi. İstanbul ile birlikte Ankara da gitti, Antalya, Adana vs… de gitti.

Bugüne gelelim. İstanbul’da yapılanların siyasi akıl ile izahı mümkün mü? Muhalefet alanını boğmak için Yargının yeniden devreye sokulması, üstelik kendi yaşadığınız dramatik hikayenin nerede ise birebir yaşanması ama bu defa siyaseti tanzim işinin bizzat sahneye konuyor olması işlerin çok da siyasi basiretle düzenlendiğini mi gösteriyor?

Bence değil.

Kaybetme öngörüsü fevkalade gerilim üretiyor Erdoğan’ın dünyasında.

Böyle bir ortamda iki ihtimal akla gelebilir: Belli ki bu işler bir danışman ekibiyle yürütülür. İstanbul’da da öyle olmuştur. Ak Parti camiasında hâlâ, akl-ı selimle uyarılarda bulunacak isimler olduğunu düşünürüm. Medya dünyasında da uyarılar olur. Ancak bu uyarıların her zaman etkili olmaması, buna karşılık, bu uyarıları “umutsuzluk, cesaretsizlik, lidere güvensizlik” olarak yorumlayanlar da bulunur ve bunlar genellikle “Liderin hissiyatını yakalama” noktasında öne geçerler.

Ben şu anda da çevrede, çok azalmakla birlikte yanlışlara karşı uyaracak isimler olabileceğini düşünüyorum.

Mesela son sahneye konan “İstanbul Operasyonu”nun nasıl çarpık bir siyaset işi olduğunu görmemek mümkün mü? “Yargının kullanılıyor olması” zaten bu iktidarın en temel yanlışı olagelmiş, şimdi onu bir kere daha rakipleri biçmek için devreye sokmak… Bir Allah’ın kulu, “Bunlar yanlış işler sayın Cumhurbaşkanı” dememiş olabilir mi? “Biz siyaseti böyle oynamazdık”, “Bunlar etik değil” diyen olmamış olabilir mi?

Bunu söyleyen olmuştur eminim. Cemil Çiçek’in, Bülent Arınç’ın değerlendirmeleri yansıdı mesela medyaya… Bunlar ulaşmıyor mu Yukarılara? Ama böylesi zamanlarda “tüm tuşlara basmak” gerektiğini söyleyenler de olmuştur. Son zamanların baş aktörünün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu olması dikkat çekici değil mi? “Hukuk arkadan gelsin” zihniyeti, İstanbul operasyonunda kör göze parmak misali dikkat çekmiyor mu? “Ahmak” sözcüğünden siyasi yasak çıkarmanın mantığı izah edilebilir mi? Hukuk camiasından gelen itirazlar neden görülmez olmuştur?

Ekonomide yapılanlar hesap işi mi yoksa kaybetme telaşı ile tüm tuşlara basma işi mi? Bir düzen, nizam, hesap kaldı mı “Seçim elden giderse” duygusundan başka? Mesela belli ki Tayyip Erdoğan, “Seçim kaybetsek de yokum” dediği EYT meselesini böyle çözmezdi. “Yaş sınırlamaları” falan etrafındaki son kıvranmalar da yaşanan gel-git’in göstergesi değil mi? Asgari ücret belirlenirken sarfedilen “Sırtımızda küfe var” sözü, “seçim yatırımı hesabı” ile “ülkeyi yönetme sorumluluğu” arasındaki gel – git’i sergilemiyor mu? Ve sonuçta “Siyasi, hukuki, iktisadi enkaz”a doğru bir gidiş halinde değil miyiz?

Bütün tuşlara basmanıza rağmen ve bütün tuşlara basıyor olmanın çarpıklığı sebebiyle seçimlerde yenilebilirsiniz. “İstanbul bozgunu” bunun en yakın örneği. Bugün hukukun ayaklar altına alınması dahil, bütün tuşlara basarken, o günleri bir düşünün, derim. İkinci seçimdeki bozgun iklimini. Birinci seçim gene de -kıl payı- söylemiyle içe sindirilebilirdi. İkinci seçim kanırtılmış bir sürecin sonucu idi ve tam bir bozgundu. Bence öyle bir bozgunu bir kere daha yaşamayın. “Muhafazakar camia” ya yaşatmayın. Öyle bir hafıza bırakmayın Türkiye siyasetinde. Böyle şeyleri temizlemek kolay olmuyor.

Bu yazı toplam 512 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar