Çerkesler: Bir Sürgünün 144. Yılı
Zorluklar ve acılar yaşandı ama umutlar hiç tükenmedi
Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki coğrafyada yaşayan, mitolojiye konu olan Kaf (Kafkas) Dağı'nın insanları, tarihlerinin belli döneminden sonra kendi iradeleri dışında pozisyonlarla karşı karşıya kaldı. Kuzey Kafkasya tarih boyunca pek çok akına ve süreli işgale uğradı. Yanı sıra çeşitli nedenlerle gerçekleşen göçlerin de geçiş alanı oldu.
374 yılında, Atilla'nın önderliğindeki Hunlar Kafkasya'yı işgal etti. Atilla'nın Avrupa üzerine yaptığı seferlere Çerkes süvari birlikleri de katıldı. Tarihin akışı içinde Altınordu ve Bizans ordularında da yer aldı Çerkesler. 12-13. yüzyıllardaki Moğol istilası ve istila sırasında başlayıp sonrasında da devam eden veba hastalığı, Kuzey Kafkasya'daki trajik dönemlerden biri.
Özellikle 1390'larda Timur'un Kafkasya'da yarattığı yıkım korkunç olmuş, Timur ordusunun geçtiği yerlerde 100 yıl tahıl ve ot yetişmediği nesilden nesile anlatıla gelmiştir. Sonraları İskit ve Sarmat dönemleri yaşandı. Dönüm noktasında ise Çarlık Rusyası vardı. Çarlık Rusyası Karadeniz sahiline ve sıcak denizlere inmeyi büyük hedef olarak gördü ve Çarlar ayaklarını Akdeniz'de yıkama hayalini kurarak Kafkasya'ya yöneldi.
Aralıklarla yaklaşık 300 yıl süren eşitsiz savaşın sonucunda, önce 1859'da Dağıstan ve Çeçenya bölgesinde sonra 1864'de Adıge-Vubıh ve Abhaz bölgesinde Çarlık Rusyası'na yenik düştü Çerkesler.
Osmanlı ve Rusya'nın anlaşmasıyla sürgün
21 Mayıs 1864, Çarlık Rusyası orduları için zafer günü olurken Çerkesler açısından trajik bir dönüm noktası oldu. Rusya ve Osmanlı arasındaki anlaşma, "İngiltere Rusya'ya karşı Çerkesler'i desteklemektedir, çünkü Çerkesler Hindistan'ın bekçileridir" anlayışındaki İngiltere politikaları ile örtüşünce sürgün gerçekleşti.
Çarlık, boyunduruk altına almakta zorlandığı bu halkı stratejik konumu önemli olan Karadeniz kıyı şeridinde bir arada tutmak istemiyordu. Zayıf düşen ve sınır sorunları yaşayan Osmanlı savaşacak güç peşindeydi. İngiltere için güçlenen Rusya'yı oyalayacak Osmanlı kalmıştı. Adıge, Vubıh ve Abhazlar'ın yüzde 80'i Osmanlı İmparatorluğu topraklarına dağınık bir şekilde ama belli bir iskan politikası ile yerleştirildi.
Rumeli ve Ortadoğu'ya, Sinop'tan Reyhanlı'ya uzanan hat üzerine ve Marmara Denizi'nin Anadolu yakasında Düzce, Sakarya, Bursa, Balıkesir, Çanakkale hattına. Bir ölçü olabileceği düşüncesi ile iletelim ki; kendi coğrafyalarında merkezileşmiş feodal süreci ve kendilerine özgü ulus-devlet sürecini yaşamadı söz konusu halklar. İradi kararları değildi bu. Özgürce yaşamak, kültürlerini geleceğe taşımak ve insanlığın ortak kültürüne katmak hakları tehdit edildi.
500 bin civarında insan yaşamını yitirdi
Yaklaşık 1.5 milyon insan vatanını terketti, 500 bin civarında insan sürgün yolculuğunda ve ilk yerleştikleri bölgelerde yaşamını yitirdi, sadece Trabzon'da 53 bin insan öldü.
Osmanlı'da göçmenler için 10 yıl askerlik muafiyeti vardı. Bu durum "Gönüllü Birlikler" oluşturularak aşıldı. Savaştan çıkan, sürgün yolculuğunda ve ilk yerleştirildikleri topraklarda hastalıklardan kırılan Çerkesler, bir süre sonra tekrar savaşın içinde buldular kendilerini. 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında gerek Balkan gerekse Kafkas cephesinde savaştılar.
Berlin Anlaşması'na konan bir madde ile, Balkanlar'daki Çerkes nüfusu yeniden sürgüne tabi tutuldu. Bir kısmı Anadolu'ya, bir kısmı Ortadoğu'ya gönderildi. Osmanlı'nın ilerleyen dönemlerinde Çanakkale'den dönemeyen, Sarıkamış'ta donarak ölenlerin içinde onlar da vardı.
1908'de, 2. Meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul'da Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti kuruldu ve çeşitli yerlerde şubeleri açıldı. Derneğin kurucuları tarafından daha sonra "Şimali Kafkasya Cemiyeti" kurulmuş, bu oluşum Çerkesler özelinde siyasi çalışma yapan ilk ve tek kurum olmuştur.
Diyasporada ilk kez Adığe ve Abhaz dilleri alfabeleri düzenlendi, "Guaze" -Rehber- adıyla (1911-1914) dünyada ilk kez Adıgece gazete yayınlandı. Adıgece ve Abhazca kitaplar bastırıldı ve kitaplar ana vatandaki okullara da ulaştırıldı. Cemiyet, Cumhuriyet döneminde kapatıldı.
Son Vubıh: Tevfik Esenç
1950'lere kadar bir sessizlik dönemi yaşandı, Cumhuriyet döneminde ilk dernek İstanbul'da 1951'de kuruldu ve sonra Anadolu'ya yayıldı. 1928-1953 arasında, Çerkesler'in kendi kültürlerine yönelik yayınları (dergi veya gazete) olamadı.
Adıge, Abhaz ve Vubıhlar açısından, Türkiye'de yaşayanların anavatan Kafkasya'da yaşayanlardan daha fazla oluşu, yaşanan trajedinin sadece bir yanı. Bir Adıge halkı olan Natuhaylar tarih sahnesinden silindi. Fransız bilim insanı George Dumezil ile çalışmaları sonucu anadilinin alfabesinin oluşturulmasına katkı sunan, 1992'de yitirdiğimiz Tevfik Esenç Vubıhçayı konuşabilen son insan olarak simgesel anlamda "Son Vubıh" olarak anılıyor.
Sürgün tarihi olan 1864'e değin, dünya literatüründe Kafkasya denince Çerkesler anılırdı ilk ağızda, şimdi Kafkasya'nın küçük halklarından biri olarak anılıyorlar.
Yazılı olmayan anayasaları ile yaşamlarının her evresinde her soruna çözüm üretebilen, özgürlüğü dört duvarla sınırlayacak hapishaneleri olmayan, doğa ile barışık yaşamlarında insanlığın kültür hazinesine katacakları güzel sosyal ilişkiler geliştiren masalların Kaf Dağı'nın kadim halkı Çerkesler, dünyada 40'ın üzerinde ülkede yaşıyorlar şimdi.
144 yıldır...
144 yıldır Çerkesler;
İnsanlık ayıbı ve suçu olan sürgünü ifade ederken,
Yıllar önce uğradığı haksızlığa karşı hak arar ve bu güne dair taleplerini dile getirirken,
Bunca acıya karşın tarihi düşmanlıkları hatırlatma ve diriltme anlamı yüklemeden sürgünün birinci derece sorumlusu Çarlık Rusyası ideolojisini mahkum edip barış içinde eşitçe bir yaşam isterken,
Ağıtlar yaktığı 21 mayısları yeniden var oluşunun günü yapmaya çabalarken, ölümlere, sürgünlere inat yaşama tutunmaya devam ediyor.
Ve Çerkesler; Temsil Edilmeyen Uluslar ve Halklar Örgütü (UNPO)' nün 1997 kararları gereği;
19. yüzyılda "Çerkes Halkına soykırım yapıldığının tescil edilmesi" ve "Çerkes Halkına sürgün ulus statüsü" verilmesi,
Çerkesler'e hem Rusya, hem de yaşadıkları ülke vatandaşlığı olmak üzere "Çifte Vatandaşlık Hakkı" verilmesi,
Çerkes Halkının ulusal topraklarına dönebilme garantisi verilmesi çağrısını yapıyor.
Ve Çerkesler;
Diyasporada eşitçe bir arada yaşam için gerekli kültürel-demokratik hakların ayırımsız uygulanması, etnik kimliğin özgürce ifadesi ve resmi düzeyde tanınması, anadille eğitim, özgürce örgütlenebilme, siyasi temsilcilerini meclise gönderebilme, ana dilde isim-soy isim ve köy isimleri konusunda sıkıntıların giderilmesi, gerçek demografik yapıyı ortaya koyabilecek resmi araştırmaların yapılabilmesi, kültürle ilgili sosyal-kültürel araştırmaların önünün açılması ve üniversitelerde gerekli birimlerin oluşturulması,
Çeçenya'da 40 bini çocuk 250 bin cana mal olan ve bütün nüfusu bir milyon iken dörtte birini yitiren Çeçen Halkı için soykırıma dönüşen kirli savaşın sona ermesi, barış ortamında Çeçen Halkı'nın da onaylayacağı statünün oluşturulması ve Avrupa Birliği'nce tescillenen insan hakları ihlallerine duyarlı olunması, mültecilere resmi statü tanınması,
Abhazya'nın bağımsızlığının tanınması, Gürcistan'ın savaşa davetiye çıkaran yaklaşımlarına net tavır alınması, Türkiye'nin Gürcistan'a verdiği askeri ve siyasi desteğin komşuluk ilişkelerini aşan bir uygulama olduğundan hareketle ve bizlerin vergilerinin Abhazya ve Osetya halkına yani bizlerden olan insanlara kurşun olarak geri dönebileceğinin dikkate alınarak sona erdirilmesi,
Güney Osetya Halkı'nın geleceğine özgürce karar verme hakkına saygı duyulması,
Rusya Federasyonu'nda yeni idari düzenlemelerle küçük federatif cumhuriyetlerin eritilmesi uygulaması için tartışma yaratılarak kamuoyunun nabzının ölçülmeye çalışıldığı Adıgey Cumhuriyeti konusunda duyarlı davranılması çağrısını yapıyor.
Zorluklar ve acılar yaşandı ama umutlar hiç tükenmedi. Çerkesler dünyayı renklendirmek, dünya kültür mozaiği içinde yerini almak istiyor, diğer halklar kadar, ne eksik, ne fazla!
* Yaşar Güven, Jineps gazetesi, yayın kurulu üyesi