Hasan Karakaya
Çıngıraklı Kadı’nın karıncalarından... Hocaefendi(!)nin böceğine!
Prof.Dr. Osman Özsoy’un, 22 Aralık 2014’te, Rotahaber’deki; “Amerika’da kaldığı mekânda ikindi namazını kıldırmak üzere 8-10 kişiye imam olan Hocaefendi, ilk rekâtta rükua eğilmek üzere iken selâm vererek namazdan çıkar” diye başlayan satırlarını okuyunca; aklıma, yıllar önce aktardığım“Çıngıraklı kadı” hikâyesi geldi...
“Hocaefendi(!)nin böcek hassasiyeti”ne geçmeden önce, “Çıngıraklı Kadı”nın hikâyesini yeniden hatırlayalım...
KUŞTAN SAKINAN KADIN!
Vakt-i zamanında; adamın biri, kendisine tavsiye edilen bir “kadın”la birleştirmiş hayatını... Olacak bu ya, kadın “huysuz” çıkmış...
Boşanmışlar...
Yeniden evlenmiş...
Adamın kısmetine bakın ki, o da “ahlâksız” çıkmış.
Onu da boşamış.
Karar vermiş: “Bundan sonra evlenmeyeceğim!”
Ne var ki; eş-dost “Olmaz” demiş;
“Ömür boyu böyle kalamazsın!”
Uzatmayalım; ikna etmişler adamcağızı... Tavsiye üzerine evlendiği bu hanım da, “hassas” mı hassasmış!..
Hem de, “anormal” derecede!..
Öyle ki;
Evin önündeki ağaca bir “kuş” konsa, “Belki erkek kuştur, beni görmesin!”deyip, hemen örtünür, yüzünü çevirirmiş ağaçtan!
Anormal de olsa, adamcağız memnunmuş hayatından!..
Öyle ya;
Birincisi ve ikincisinden ağzı yanmış... Üçüncüsü; “aşırı” da olsa, hiç olmazsa “hassasiyet” gösteriyor “namus”una!..
Uzun süre böyle devam etmiş...
Amma!...
Bir gün; hem de yakın dostlarından biriyle “aldatıldığını” görünce, bütün hayalleri alt üst olmuş, dünyası kararmış adamcağızın...
“Ben artık buralarda kalamam, insanların yüzüne bakamam!” deyip, düşmüş yollara.
... VE, ÇINGIRAKLI KADI!
Gide gide, Bağdat’a varmış yolu...
Orası senin, burası benim diye sokak sokak dolaşırken,“ayağında çıngırak”olan bir adam görmüş.
Merak edip sormuş birine...
Demişler ki;
“Bu zâta Çıngıraklı Kadı derler... Anormal derecede hassas biridir... Ayağında çıngırakla dolaşıyor ki, yolu üzerindeki böcekler ve karıncalar kaçışsın ve ezmesin onları!”
Bunu duyunca, adamcağızın içine bir kurt düşmüş ama, yine de sesini çıkarmamış.
Epey zaman geçmiş aradan...
Bir gün, “tellâl”lar bağırmaya başlamış meydanlarda:
“Ey ahali, duyduk-duymadık demeyin!.. Saraya dadanan bir hırsız var... Sarayı yağmalayan bu hırsızı bulana mükâfat verilecektir!”
Hikâyemizin kahramanı adam da, müracaat etmiş ilgililere... “Ben bulurum o hırsızı!” demiş...
Götürmüşler saraya...
İki-üç gün sonra, açıklamış hırsızın kimliğini:
“Hazineyi soyan adam, Çıngıraklı Kadı’dır!”
“Nereden çıkardın” demişler;
“Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?.. Senin ‘Hırsız’ dediğin zat, mübarek bir zâttır!.. O zat ki; karıncaları ve böcekleri ezmemek için ayağında çıngırakla dolaşır!.. Böyle mübarek bir zâta, hiç iftira atılır mı?.. Eğer ispat edemezsen, şuracıkta uçururuz kelleni!”
ÇINGIRAKLI KADI’YA SUÇÜSTÜ!
Adamcağız, “Tamam” demiş;
“Ama siz de Çıngıraklı Kadı’yı sıkı takip edin!.. Saraya girdiğinde nereye gittiğini ve orada ne yaptığını gizlice takip edin!.. Kendisine kapıları hangi adamlar açıyor, ona kimler yardım ve yataklık ediyor, adım adım izleyin!”
Saray görevlileri, adamın dediğini yapmışlar ve birkaç gün içinde; hemÇıngıraklı Kadı’yı, hem de “yardım ve yatakçıları”nı “hazine dairesi”nde“suçüstü” yakalamışlar!..
Gerçekten de; “sarayın hazinesi”ni soyan Çıngıraklı Kadı’ymış!..
Görevliler merak edip, sormuş;
“Biz aylardır arayıp da bulamazken, sen, iki-üç günde nasıl buldun hırsızı?”
Adamcağız, başlamış anlatmaya:
“Hiç sormayın!.. Benim bir karım vardı... O kadar hassastı ki, erkek kuş konmuş olabilir diye, ağaçlardan bile sakınırdı kendini... Sonra, birisiyle yakaladım onu!..
Çıngıraklı Kadı’yı görünce de, bu anormal hassasiyetin altında bir ahlâksızlık olduğunu düşündüm!
Sonuç, malûm!”
KİM AŞIRI HASSAS İSE!
Bu yazıyı, 14 yıl önce, yani 3 Eylül 2000’de yazmış ve sonra demişim ki;
Hele bir bakın etrafınıza!..
Ekranlara bakın!
Gazetelere bakın!
Bilin ki;
“Dürüstlük” kavramını, “hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet” kavramını ağzına sakız edip, kendine imaj olarak seçen ve bu kavramı “anormal” derecede“sömüren” kim varsa, o zat, hangi makamda olursa olsun, “sahtekâr”ın“hırsız”ın en önde gidenidir!..
Kendisi yemiyorsa bile, mutlaka birilerine yediriyordur!..
Bilin ki;
“Namus”ta, “ahlâk”ta ve “dürüstlük”te haddinden fazla aşırıya kaçan bir kişi varsa, o adam, “mutlaka bir şeyleri gizliyor”, mutlaka “bir halt karıştırıyor”dur!
Çalmıyorsa, çaldırıyordur!..
Yapmıyorsa, yaptırıyordur!
Yemiyorsa, yiyenlere ve yeğenlere yediriyordur!..
Kendi değilse, “yandaş”larına peşkeş çekiyordur!..
Satmıyorsa, sattırıyordur!..
Ama, bir şartla:
“Erkek kuş”tan bile sakınan kadın, ya da karıncaları incitmekten çekinen“Çıngıraklı Kadı” gibi “anormal hassasiyet” gösteriyorsa!..
Bu; “ben” bile olsam, böyle!
Her insanın bir “zaaf”ı, her insanın bir “zayıf” tarafı vardır!
“Kuştan sakınan” kadın ahlâksız, “Çıngıraklı Kadı” hırsız çıktığına göre, varın, gerisini siz düşünün!..
FETULLAH GÜLEN’İN BÖCEĞİ!
“Çıngıraklı Kadı” hikâyesini anlattığıma, onun üzerine düşüncelerimi de aktardığıma göre, artık “Fetullah Gülen’in böcek hikâyesi”ne geçebilirim!..
Efendim; yazının başında da dediğim gibi, Prof.Dr. Osman Özsoy, 22 Aralık 2014 günü; Rotahaber adlı internet sitesinde “Gülen’i namazdan çıkartan olay” başlıklı bir yazı yazmış ve o olayı şöyle anlatmış;
l “Mesela geçtiğimiz günlerde Irmak TV’de denk gelmiştim.
Sayın Gülen’in 50 yıllık bir arkadaşı, 1970’li yılların başlarında kamp alanı olarak seçtikleri ve binbir zahmetle kurdukları çadırların bulunduğu yerin karınca yuvasına denk geldiğini görünce, ilaçlamayı düşündüklerini, bunu öğrenen Hocaefendi’nin karıncalara zarar gelmesin diye kamp yerini değiştirttiğini anlatıyordu.”
(.....)
l“Amerika’da kaldığı mekânda ikindi namazını kıldırmak üzere 8-10 kişiye imam olan Hocaefendi; ilk rekatta rükua eğilmek üzere iken selam vererek namazdan çıkar.
Namaza eşlik edenler sebebini henüz kavrayamadan; Hocaefendi kaldığı odaya doğru değil, hemen sağında yer alan koridora doğru ilerler... Koridorda kenarda duran ve içinde 3-5 atık küçük kâğıt olan sepeti aktarır.
Kâğıtların arasında yer alan bir böceği parmağıyla şöyle bir iki dürter... Sonra da kâğıtlarla beraber tekrar sepete koyar.
Kendisine sorulduğunda ise, az önce bu koridordan geçtiğini, halı üstündeki böceğin dikkatini çektiğini, ölü olduğunu düşünerek sepete attığını söyler.
Fakat namazda birden aklından, bazı böceklerin bir tehlike sezdiğinde ölü numarası yaparak büzülüp katlandığını, tehlike geçince de yoluna devam ettiği düşüncesinin geçtiğini söyler.
Ya ölü olmayan böceği plastik sepete atarak, oradan çıkamaması suretiyleölümüne neden olursam düşüncesi ile çok gecikmeden biran evvel kurtarmak için namazdan çıktığını, yaptığı kontrolde de böceğin ölü olduğuna kanaat getirdiğini sözlerine ilave eder... Her canlının bir yaşam hakkı bulunduğunu, buna engel olmanın ahirette bir hesabı olduğunun altını çizer.”
Hani, derler ya;
“Şeyh uçmaz, derviş uçurur!”
Prof.Dr. Osman Özsoy da, öyle bir“mürit”, öyle bir“derviş” ki, şeyhini; uçurdukça uçuruyor, yere-göğe sığdıramıyor!..
BÖCEK, BAŞKA BÖCEK Mİ?
Gördüğünüz gibi;
“Fetullah Gülen’in böcek hassasiyeti”ni, kendi dervişinin kaleminden aynen aktardım ki,“Çarpıttın” filân demesinler!..
“Gülen’in böcek hikâyesi”ni aktardım aktarmasına da, aklıma, neden“Çıngıraklı Kadı”hikâyesi geldi, niye “ağaçta kuş” gördüğünde, “Belki de erkektir” diyerek, hemen “saçını-başını örtecek kadar hassasiyet” gösteren ama “kocasını boynuzlayan kadın” olayını hatırladım, onu anlayamadım!..
Anlayamadığım bir şey daha var:
“Fetullah Gülen’i namazdan çıkartan böcek”, gerçekten “ölü” müydü, yoksa “tehlike”yi sezip, yine “ölü numarası” mı yapıyordu?..
Eğer, “ölü numarası” yapıyorsa, “Gülen’in namazları” ne olacak?.. Aklında“böcek” varken, kıldığı namazlar ne kadar sıhhatlidir?..
Yoksa, “numara” yapan “böcek” değil de, Fetullah Gülen mi, her zamanki“numara”larından birini yapıyor?..
Kim bilir, belki de; sepetteki böcek, “bildiğimiz böceklerden” değildir!..
Fetullah Gülen; belki de, “çöp sepetindeki böceğin çalışıp çalışmadığını”kontrol etmek için bozmuştur namazını!..
Öyle ya;
“Türkiye’nin her yeri böcek kaynarken, Pensilvanya’da böcek ne arar?”
“Hocaefendi(!)nin hassasiyeti”ne gelince...
“Çıngıraklı Kadı” da çok hassastı!..
“Erkek kuştan sakınan kadın” da!..
**************************************************************
Ekrem Dumanlı’nın sorgu görüntülerini kim sızdırdı?
Her şeyleri yalan-dolan!..
Hem, “Biz Hizmet camiasıyız, bizim bu işlerle ne ilgimiz olur?” diyorlar, hem de “Paralel Çete’nin işlediği bütün haltlara sahip çıkıyorlar!”
Bir “hadise” için, eğer “Başkaları yaptı” diyorlarsa, bilin ki, kesinlikle“kendileri” yapmıştır!..
“Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış” derler ya, bu “algı operasyonu”nu çok çok iyi yapıyorlar...
Meselâ;
Ekrem Dumanlı’nın “gözaltı”ndan sonra çıkarıldığı mahkemedeki “sorgu görüntüleri” meselesi!..
Herkes; “Mahkemeye de mi böcek koymuşlar?.. Bu görüntüler nasıl sızdı?”diye merak ederken, Ekrem Dumanlı’nın avukatları da, “görüntüleri sızdıranlar hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını” açıklamışlardı!..
Yani, demek istiyorlardı ki;
“Biz sızdırmadık, sızdıranlar bulunsun!”
Sonra, ortaya çıktı ki; ortada “böcek-möcek” yok!.. Mahkeme, “görüntülü yargılama” yapmış ve görüntülerin bir kopyasını da “Dumanlı’nın avukatları”na vermiş, iyi mi?.. Bunun belgesi, A Haber’de yayınlandı!..
“Başı Dumanlı Zaman gazetesi” de, mahkemenin “resmî yazıyla teslim ettiği CD’deki 2 saatlik sorgu”nun, sadece “2 dakikalık bölümü”nü yayınlamış!.. Çünkü, orada, Dumanlı “şov” yapıyor!..
“Ben Fetullah Gülen’i tanımam” sözlerinin geçtiği bölümleri niye yayınlamadılar acaba?..
Herhalde işlerine gelmedi!..
İnsanların aklıyla dalga geçiyorlar!..
yeniakit