Abdurrahman Dilipak
Çoğunluk mu dediniz!
Şu “eşitlik” meselesinde olduğu gibi “çoğunluk” konusunda da toplum bir akıl karışıklığı ile malul.
Haklısınız, “ne yani, bizi tek adam mı, azınlık mı yönetecek?” Hatırlarsanız bu ülkede bir zamanlar “Tek adam” rejimi vardı. Her şey onun tarafından, ona göre ve onun için! “Ulu Önder” rejimi.
“Tek adam” rejiminde “Tek adam”a “Monark” denir, rejimin adı da “Monarşi”dir. Yani “Padişahlık”, “Kırallık” rejimi!
Ama bizde Cumhuriyet’in de “Tek adam”ı vardı. Kamalist jargonda “Tek devlet”, “tek millet”, ”tek vatan” derken işler karışıyor ve kurtarıcı önder, banî, mürşid, münci “Tek adam” rejimine dönüşüyor işler.
Onun gösterdiği yönde, onun ilke ve ideallerine indirgeniyor her şey. O hakikin kaynağı ve ölçüsü olan “hüküm koyucu” ve “terbiye edici”dir. Baksanıza onun ilkelerini Cumhuriyetin tanımı ve anayasanın başlangıç maddeleri yapıyor, değiştirilmesini teklif dahi edemezsiniz diyorsunuz. “İnkılapçı” asker kökenli bir politikacının fikirlerini “dogma” yapıyor ve “Mutlaklaştırıyorsunuz”.
Çok hoşsunuz. Adam “Laiklik”ten söz ediyor, siz onun için “Türkün yeni Amentüsü”nü yazıyor, o ölünce arkasından “Mevlid” yazıyorsunuz. Birilerine göre, “Türkün dini Kemalizm”di değil mi! Bu fikirlerin sahibi durduk yerde “Kahrolsun Şeriat” diye kitap yazmadı.
Neyse “bugün 23 Nisan neşe doluyor insan!”.. TBMM açıldı da, o meclisi daha o günlerde kapattık ve yenisini açtığımızda eskileri Ulus meydanında sallandırmadık mı! Mustafa Kemal o zamanlarda Vahdeddin’e “Halife ve Hakan efendimiz” diye mektuplar yazıyor ve “Kullarınız” diye imzalıyordu. Nereden nereye, Vahdeddin’in mezarı bugün hâlâ Şam’da!
1.Meclis’de, devletin dayandığı esaslar “Din-i Mübin-i islam”dı değil mi?! Bir Cuma günü, dini bir törenle açıldı ilk meclis. O Müdafa-yı Hukuk ve Kuvve-i milliye aklı “Hilafet ve saltanatı korumak üzere bir siyaset” öngörüyordu.
Bunun için Nisan 1919 da, daha önce kurulan, başkanlıkla yönetilen, 18 yaşına gelenlerin ve kadınların da oy kullandığı, anayasası, parası, pulu olan, başkanlık sistemi ile yönetilen, konfederatif bir İslam Cumhuriyeti vardı. 1 ay önce bu İslam Cumhuriyetini yıkan İngilizler, Mustafa Kemal’i İstanbul’dan uğurlayıp Samsun’da karşıladılar değil mi! Allah dilerse ne olmaz ki! Hayır da, şer de O’nun iradesi içindedir. Bizim kızıl Kemalistler, yeşil Kemalistler, sarı Kemalistler, koyu Kemalistler, light Kemalistler, ruhani Kemalistler bunları bilmezler.
Bilmeye de ihtiyaçları da yok. Bilgi onların kafa konforunu bozar çünkü. Onlar “Rakıyı içince” Venizelos’la kol kola girebiliyorlar, ama “İslam”ı “irtica”; “Müslüman”ı “mürteci” olarak görebiliyorlar. Haklarını vermek lazım; “az zamanda büyük işler başardılar” ve on yılda 15 milyon genç yarattılar her yaştan” ve olan oldu. Türkiye neden böyle sorusunun cevabı, tek parti, darbeler ve burada gizli.
Bizim “light İslamcı” yeşil Kemalistlere gelince, oportünizme varan siyasi pragmatizm onların gözlerini kör etti. Artık gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar, ne kendi gerçekleri, ne hayatın gerçekleri, “iman ettikleri” dinlerinin hakikati, tarihleri ile ilgili gerçeklerle yüzleşmek de istemiyorlar. “Müslümanların karikatür tipine” döndüler. Yani sadece İslamofobik çevrelerin Müslümanları karikatürize çabalarından çok daha büyük bir tehdit bu sosyo politik davranışları ile “İslam sosyetesi”nin rezillikleri. İnsanlar onlara bakıp dinden soğuyorlar. “AK Parti içindeki AKP’liler” desem bozulurlar, genel olarak Müslümanları eleştirince ve eleştiri gerçekse o refleks oluşmaz. Bunu görüyoruz. “Kendilerine dokunmayan yılan bin yaşasın”!?.
Bir üyelerine dokununca hemen bildiri yayınlıyorlar, bakıyorsunuz bir yolsuzluk patlıyor, herkes sus pus. Kime ne dersen de, ses çıkarmayanların, Şeyhine, liderine, örgütüne bir dokundur, bakın nasıl ses veriyorlar.
Keşke yüzümüzü Hakk’a dönsek, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, haklıdan yana zalimlere karşı durabilsek. Bu işler böyledir ve onun için de Allah’ın yardımı bize ulaşmaz ve iki yakamız bir araya gelmez. Allah’ın emrine uymazsanız haram, Resulün sünnetine uymazsanız mekruh, “benim gibi düşünmezsen dinden çıkarsın” diyen bir akılsızlıkla nereye kadar gidebiliriz ki. Durum bu.
Biz azınlıkçı da değiliz, çoğunlukçu da. HAK’tan yana olmamız gerek..
Cumhuriyet “Halkçılık” demek değil. “Cumhur” da “Halk” değil. Cumhuriyet “Ulus” temeline dayalı “Çoğunlukçuluk” rejimidir. Ama CHP, adında “Cumhuriyet” olan parti, (Dikkat edin “Cumhuriyetçi“ değil) aslında kronik bir azınlık partisidir. Tek parti varken ve Tek adam rejiminde, herkes zorunlu olarak CHP li olunca, parti üyeleri oy kullanınca, sandık kurulu parti temsilcilerinden oluşunca, sandığın üzerinden CHP bayrağı örtülünce, başında da Jandarma bekletince, AÇIK OY GİZLİ TASNİF” gibi olağanüstü yöntemlerle, tek adam tarafından belirlenen adaylar için TEK LİSTE ile seçime gidince CHP çoğunluk olabiliyor. Darbe de yapsalar çoğunluk olamadılar. Yani bu anlamda CHP, ÇOĞUNLUKÇU AZINLIK PARTİSİ durumuna düştü. CHP bu davanın davacısı bir parti. Onun için başına kimi getirirseniz getirin sonuç değişmez. O kemikleşmiş oy tabanı hayata gözlerini yumana kadar da kemik erimesi devam eder, başına kimi getirirseniz getirin.
Güya demokrasi de “çoğulculuk” rejimi. HAK nerede kaldı?
Hz. Lut aday olsa idi, Sodom ve Gomore’den kaç oy alırdı?. Hz. Nuh aday olsaydı, ona kaç oy çıkardı. Hz. Yunus aday olsaydı kaç oy alırdı?
İnsanların çoğu, kafirdir, müşriktir, fasıktır; akletmez, iman etmez, Kur’an-ı Kerim’den yüz çevirir, nankördür, Allah’a ortak koşar, zanna uyar, Yalancıdır, gafildir, Hakkı-Hakikati inkar eder.. İsterseniz Maide 48-103, Fussilet 4, Yusuf 106, Zuhruf 78, Bakara 100-243, Furkan 50, Yunus 36-92, Şuara 223, İsra 89, Rum 42, Nahl 83..
Biz “Müslümancı” da olamayız, “İnsancı” da, “Akılcı” da değiliz. Biz her zaman ve zeminde her şart altında HAK’dan yana olmak zorundayız. Adaletten, barıştan, hürriyetten yanayız. Herkesin saadetine vesile olmayan bir düzen bizim düzenimiz olmayacak. Herkes inandığı gibi yaşayacak, düşündüğünü özgürce ifade edebilecek, İnsanların malları, canları, namusları, nesilleri güvende olacak. İşi ehline vereceğiz, ehliyet ve liyakat imandan önce gelecek. İstişare ve şûra ile karar vereceğiz. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağız. Yaşadığımız zamanın ve mekanın adil şahidleri olacağız. Hakkın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağız. Müslümanlık bunu gerektirir. Ayet numaralarını bu emirlerin siz bulun. Ey iman edenler, iman ediniz. Ve dikkat: Şeytan sizi Allah’la aldatmasın. “İman ettik” demekle yakanızın bırakılıvermeyeceğini unutmayın.
Unutmayalım ki, doğduğumuz anne-babayı, doğduğumuz zamanı, toprağı, derimizin rengini ve cinsiyetimizi biz seçmedik ve bundan dolayı da üstün ya da geri olamayız. Bizi üstün ya da geri yapan, yapacak olan söz ve işlerimizdir. Allah’ın indindeki yerinizi görmek mi istiyorsunuz, sizi neyle meşgul ettiğine / meşgul olduğunuza bakın, aynaya bakın. Çoğunluk, sayısal değil, çıkar da! Asıl mesele Hak, hukuk, adalette! Elbette temel konularda anlaştıktan sonra, ehliyet ve liyakat sahiplerinin görüş birliği varsa, ona uyarız. Değilse, temel değerlere aykırı olmamak şartı ile çoğunluğun tercihi maslahata uygun olandır, ama diğer görüşler muhterem kabul edilir ve onların hak ve hukuku gözetilir. Adaletin kayıtsız ve şartsız kuralları vardır. Hakka dayanmayan bir karar ya da irade, sayısal olarak ne olursa olsun, erdemli insanların direniş hakkı vardır. Devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyetinin temelinde de bu HAK vardır. Selâm ve dua ile.