Cumhuriyetin kuruluş yıldönümü arefesinde...

30 Ekim 1918. Mondros Mütarekesi. Prens Charles'in dediğine göre İngilizler için o gün Hıristiyanlığın İslam'a nihai darbeyi vurduğu gündü.

Bizde de öyle algılayanlar oldu. 'İslamiyetten vazgeçelim veya hiç değilse vazgeçmiş gibi görünelim, yoksa Garplılar bize hayat hakkı tanımaz' diyecek kadar ağır bir travma geçirenler...

Yeryüzünde neredeyse bir karış bile özgür İslam toprağı kalmamıştı. Garplıların işgalleri altındaki İslam diyarlarında istiklal hareketlerine –en azından hareket emarelerine- rastlanmakla beraber, bunların muvaffak olabileceklerine pek ihtimal verilmiyordu. Siyasi manada İslam Alemi diye bir şey kalmamıştı. Ortada kayda değer bir müttefik yoktu. Garplıların karşısına tek tabanca çıkmaya da takat yoktu. Hele İslam adına meydan okuyarak yeni bir Haçlı seferine davetiye çıkarmak hiç olacak şey değildi. Böyle düşünülüyordu. Onun için Mustafa Kemal ve arkadaşları, bir yandan "kurtuluş savaşı" verirken, öbür yandan İngilizlere –yani Garp Alemi'nin lortlarına- itimat telkin etmeyi, onlar nezdinde makul muhataplar olmayı çok önemsemişlerdir.

Mustafa Kemal, 1921 yılında Batum'daki Enver Paşa'ya yazdığı bir mektupta, "İngilizlerle anlaştığımız takdirde Alem-i İslam'ın hiçbir yerinde İngilizler aleyhinde tezviratta bulunmayacağınızı taahhüt edin" gibi bir şey söylemişti. Demek ki kurulacak yeni devletin psikolojik sınırları daha o zamandan belli olmuştu. İngilizlerle müzakerelerden çıkarılan sonuç şu idi: "Anadolu'ya kapanmaya razı olup, emperyalistlerin yoluna çıkmayacağımıza dair teminat vereceğiz. Bu sayede iyi-kötü bir devletimiz olmaya devam edecek."

Türkiye Cumhuriyeti böyle bir atmosferde kuruldu. Bu atmosfer, Türkiye Cumhuriyeti'nin dış siyasetinde genellikle tayin edici bir rol oynadı. 'Kuruluş paradigması'na aykırı çıkışlar yapılmadı değil, ama genelde o korkuyla hareket edildi. Batılıların çizdiği sınırlar dahilinde hareket edildi. "Türkiye'nin ekseni mi kayıyor?" gibi bir endişeye yol açmamak, Batı'nın hışmını çekmemek için ince elenip sık dokundu. Şartların öyle gerektirdiği, elimizde kalan son vatan parçasını elde tutmak için başka çarenin olmadığı varsayıldı.

Bu varsayım doğruydu veya yanlıştı... Şartlar değişmiş bulunuyor. Ve Türkiye, değişen şartlarda 'şansını denemek' için yola çıkmış bulunuyor. İyi de gidiyor. Ortadoğu'da, Asya'da, Afrika'da...

Cumhuriyetin 87. kuruluş yıldönümü arefesinde bunları hatırlatayım dedim. Belki 1920'li yıllardaki 'konjonktürel tercihlere' kutsiyet atfetmenin acayipliği hakkında bir fikir verir.


yenişafak

Bu yazı toplam 2003 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar