Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

DAEŞ aklı

Son saldırı ile ilgili olarak herkes olaya bakarak yorum yapmaya çalışıyor.. Kibriti gözünüze çok yaklaştırırsanız arkasında bir ormanı kaybedersiniz.

Bakın, bu “akıl” farklı bir akıl.. Burada sadece ideolojik, siyasi bir terör örgütü ile karşı karşıya değilsiniz.. İşin içinde din de var, mezhep de. Sadece o da değil, bu işleri örgütleyen bir “üst akıl” var. Dahası bir de, kehanetlerle de ilişkili bir gelecek tasavvuru var.

Bakın, bu adamların bayraklarının renginden, şekline kadar, kıyamet savaşlarına işaret var. Mehdi, Mesih, Deccal, Yecüc-Mecüc, Anti Christ, Melheme-i Kübra, Armagedon, bunları anlamadan bu işin sırrını çözemeyiz. 

Burada 3 tane risk topluluğu var. Başta İran olmak üzere Mehdi beklentisi içindeki radikal çevreler. Mesih beklentisi içindeki radikal evengalişler ve Meşiah beklentisi içindeki Siyonist Kahinler..

DAEŞ, aslında İran’a karşı ön alma gayreti içindeki El Kaide kökenli, Vehhabi bir topluluk.

Bu yapı aslında “İslami kimlik”li gibi gözükse de, Paralel yapı kim tarafından düşünülmüş, “ılımlı İslam” olarak pazarlanıyorsa, DAEŞ de, “İslamifobia” için malzeme oluşturmak üzere dizayn edilen “radikal İslam” olarak örgütlenmiş.

Kelle kesme seremonileri korku ve panik doğurma yanında bir PR olarak düşünülmüş olsa gerek..

Paralelle, batı işbirlikçi Müslümanları bir alanda topluyor, DAEŞ’le imha edilmesi gerekenleri bir yerde topluyor ve esasen İslam toplumunda varolan potansiyel toplulukları kompartmanize ediyor.. Birine “havuç” veriyorlar, ötekine “sopa” gösteriyorlar..

28 Şubat’ta “Cumhuriyet mitingleri”ni kim düzenliyorsa, “Kalkancı” tarikatını onlar örgütlemişti.. Daha önce de soğuk savaşta Marksistleri sokağa döken kimse, onların peşine ülkücüleri takanlar da onlardı aslında. “Tavşana kaç, tazıya tut.” Biri ile ötekileri, ötekilerle berikileri baskı/kontrol altında tutuyorsunuz.. 

DAEŞ sıradan, kendi başına bir örgüt değil. DAEŞ’i örgütleyenler, böylece bir bal tuzağı kuruyor, kendi içindeki risk grublarını oraya yönlendirip sonra da onları orada imha ediyor ya da birilerine karşı kullanıyorlar. Bu oluşumu bahane ederek başka bir ülkeyi işgal etmek için bahane olarak kullanıyorlar. Yani bir taşla birkaç kuş vurmaya çalışıyorlar..

Bu yapıların içinde birçok ülkenin istihbarat örgütü var. Ve bu yapılar bu örgütleri kendi siyasi hedefleri doğrultusunda kullanmak için ellerinden geleni yapıyor, bunları koruyor, yönlendiriyor, hedef gösteriyor.

Hatırlasanıza Belçika niye Fehriye Erdal’ı koruyor. Hollanda, Almanya, Fransa, ABD, Kanada, İngiltere bilmiyor mu işleri.. Yani DAEŞ DAEŞ’den ibaret değil.. PKK, PYD, Paralel yapı ile de birçok müttefik ülke iç içe, kol kola değil mi?

Yani bu kınama mesajları biraz da timsahın gözyaşlarından ibaret.

Hamza Türkmen’in ifadesi ile IŞİD, kendini İslam Devleti ve reisini de Halife ilan eden bir örgüt. IŞİD, istişari katılım standartlarına şahidlik edeceğimiz bir cemaat değil. Kıtal tecrübesine sahip, rivayetçi-üretilen din anlayışını asıl edinmiş savaşçılarla uluslararası işgal güçlerine ve işbirlikçi yönetimlere karşı direnişi “küresel cihad” diye idealize eden ve Müslümanları Hilafet biatı altında toplamayı amaçlayan bir örgüt. Yani IŞİD, ümmetin şûra temelli iktidarı değil, kendi özelinde oluşturduğu iktidarına ümmet toplamaya çalışan bir tavan hareketi. Başka bir tanımlamayla tarih ve toplum analizini önemsemeyen, “nimet”i kaybediş nedenlerimiz üzerinde durmayan, merhaleci ıslah mücadelesini ve birikimini dikkate almayan acilci ve tepkisel bir direniş örgütü. Ötekinin gözüyle “Müslüman anarşistler”.

Hz. Ali sonrası dönemde yaşanan olayları iyi analiz edecek olursak, o dönemde fikri temellerini bulan yorumlar, bugün Vehhabi ve Şii çevrelerde kendine yeni bir zemin bulmakta çok da zorlanmayacaktır.. Tekfir ve cihad hareketleri, zaman zaman bu zemine kaymakta, birinin bir yanlışını öteki bahane ederek ona karşı aynı şekilde tehlikeli tavırlar üretmesine bahane oluşturmaktadır. Sufi, Şii, Selefi çatışması çözülmeden Ne Mali’de ne olup bittiğini anlayabiliriz, ne DAEŞ’i, ne Boko Haramı.. Evet sömürgecilik var, evet yabancı istihbarat örgütlerinin kışkırtmaları söz konusu, evet emperyalizm ve Siyonizm bu sonuçta pay sahibi. Ama tabii ki, Şeytan’ın varlığı günah işlememizin bahanesi değil.. Sonuçta imtihan oluyoruz. Herkes yapıp yapmadıkları ile cezasını bulacak ya da mükafatlandırılacak. Ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyor olacağız.

DAEŞ’i anlamak için Afganistan’a gitmemiz, El Kaide ve Taliban’ı, Üsame b. Laden’i anlamamız gerek.. Suudilerin Vehhabilik konusunda da artık bir karar vermeleri gerek.. 

Bu işlerin, bu çevrelerin fıkhında bir karşılığı var. Kader, ecel, cihad ve şehadet kavramlarının nasıl saptırıldığının ortaya çıkartılması gerek.. Gerçekle yalan birbirine karıştırılıyor.. Tamam, bunların hepsi var, ama bunlar bu anlamda değil.. Allah’ın iradesi içinde rızasının farkında olmamız gerek.. Herkes yaptığından sorumlu olacak. Öte yandan da bütün bunlar bir imtihan. Ne Allah’ı kıyamete zorlayabilirsiniz, ne de iktidara.. Bu keskin sirke politikasının kimseye, ne bu dünyada, ne de ahirette fayda vermediğini / vermeyeceğini görmemiz, göstermemiz gerek. Bu bir din değil, sapık bir düşünce. Bu bozguncu ve sapkın fikirleri taşıyan içimizde de bir sürü fraksiyonlar olduğunu unutmayalım. Din, Mezhep, ideoloji, siyaset, etnik kimlik adına farklı kaynaklardan beslenerek aynı yere doğru ilerliyorlar.. Yanlış, tehlikeli bir din algısı olduğunu da görelim. Nesih konusu, ulul emre itaat, tekfir konusu ve daha birçok konuyu yeniden aklıselimle ele almak gerek. Bu konuda Diyanet ve ilahiyatlarda, İmam Hatiplerde özel dersler gerek sanırım.

Evet, bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi bir Allah var.. O, bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir. Bize hayır gibi gelen şeyde şer, şer gibi gelen şeyde hayır olabilir.. Selâm ve dua ile..

yeniakit

Bu yazı toplam 917 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar