Hasan Karakaya
Dedesi Pezevenk.. Babası Faşist... Hocası Masonist!
Artık şuna kanaat getirmeye başladım ki; kimin “Müslüman”larla ya da “Türkiye” ile bir derdi varsa, mutlaka bir “kuyruk acıları” vardır!..
Ya “kan”larında bir problem vardır, ya da “gen”lerinde!..
Ya “dede”leri problemlidir,
Ya da “baba”ları!..
Veya “Hoca”(!)ları!..
SARKOZY’YE UYARI!
Olayı biraz açalım mı?..
Herhalde hatırlarsınız...
Bundan 4 yıl önce, yani 2011 yılının Aralık ayında; dönemin BaşbakanıTayyip Erdoğan; dönemin Fransa Devlet Başkanı Nicholas Sarkozy’ye 2 sayfalık bir mektup göndererek, diyordu ki;
l “Tasarıyı engelle. Sonuçları vahim olur... Bu konu hassastır, ciddidir. Sonuçları vahim olur, sorumluluğu da girişim sahiplerine aittir... Göreve geldiğinden bu yana çeşitli vesilelerle fikir teatisinde bulunduk, bazı konularda mutabakata varamadık, bazı konularda ise ortak girişimlere imza attık.”
l 16 Aralık 2011’de Sarkozy’ye mektup yazan Erdoğan, bir gün sonra, yani 17 Aralık 2011 tarihinde Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdulcelil ile Dolmabahçe’deki Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde yaptıkları görüşmenin ardından ortak basın toplantısı düzenlemiş ve demişti ki;
l Sözde Ermeni soykırımını inkar edenlerin cezalandırılmasını öngören, 22 Aralık’ta da Fransa Ulusal Meclisi Genel Kurulu’nda görüşülecek olan teklifin, Türkiye-Fransa ilişkilerinde tamiri zor hasarlar açacağını sayın Sarkozy’e çok açık ve net şekilde ifade ettim. Böyle bir girişim hiç kimseye yarar sağlamaz.”
l Şunu da açıkça ifade ediyorum; eğer Fransız Ulusal Meclisi tarihle ilgilenmek istiyorsa, gitsin, bir zahmet Afrika’da yaşananları aydınlığa kavuştursun. Ruanda’yı, Cezayir’i aydınlığa kavuştursun. Gitsin, Cezayir’de Fransız askerlerinin kaç kişiyi katlettiğini, nasıl katlettiğini, hangi insanlık dışı yöntemleri kullandığını araştırsın. Fransa Parlamentosu gitsin, Ruanda’da 800 bin kişinin katledilmesindeki rolünü araştırsın.
l Daha da ileri gidiyorum, eğer Fransa Parlamentosu, tarihi olayların peşine düştüyse, lütfen gitsin; 1915 olaylarında Fransa’nın nasıl bir rol üstlendiğini, nasıl bir tavır, tutum ve politika izlediğini aydınlığa kavuştursun.
l Türkiye’nin tarihinde sömürü yoktur, emperyalist yaklaşım yoktur. Türkiye’nin tarihinde, bir ülkeyi işgal etmek, ardından da o ülkenin tüm kaynaklarını çalmak yoktur.
l Bizim tarihimizde dost ve kardeş halklara zulüm, baskı, sindirme yoktur.”
BİZİ DEDENE SOR!
Erdoğan bu sözleri sarf etmişti, çünkü;
‘Soykırım suçlarının inkârına 1 yıl hapis ve 45 bin Euro para cezası’ öngören tasarı, o günlerde Fransa Meclisi’nde görüşülecekti... Daha önce Başbakan Tayyip Erdoğan’a, “Bu tasarı ben cumhurbaşkanı olduğum sürece geçmez” sözü veren Sarkozy, seçim öncesinde bu taahhüdünden çark etmişti... Soykırım iddialarını inkâr suçu daha önce 2006’da Fransız Meclisi’nde kabul edilmiş, Sarkozy Senato’da onaylanmasını engellemişti.
Ama, “Diğer aday Hollande karşısında zor durumda kaldığını” gören Sarkozy; “Ermeni soykırımı”(!) iddialarını yeniden gündeme getirmişti...
Bu duruma şiddetle tepki gösteren Tayyip Erdoğan, 23 Aralık 2011 tarihinde İstanbul’da düzenlenen “Müslüman Toplumlarda Değişim ve Kadının Rolü” konulu konferansta yaptığı konuşmada; Fransa Devlet Başkanı Sarkozy’ye de bir “hatırlatma”da bulunmuştu...
“Soykırımı babana, bizim hoşgörü ve şefkatimizi dedene sor” dedikten sonra, şu “tarihi hatırlatma”yı yapmıştı:
“1492 yılından itibaren, yani 15’inci yüzyılın sonlarından itibaren binlerce Musevi aile, İspanya’daki engizisyondan kaçarken onlara Osmanlı Devleti, yani bizim dedelerimiz kucak açtı... Binlerce Musevi, Osmanlı topraklarına, Osmanlı’nın hoşgörüsüne sığındı... Yüzyıllar boyunca da Osmanlı Devleti’nin tebaası olarak sorunsuz şekilde hayat sürdü.
İspanya’dan kaçıp Osmanlı’ya sığınan Museviler, bugün Yunanistan’da bulunan Selanik şehrine ve çevresine yerleştirildiler.
Benedikt Malla, işte Osmanlı’nın sahip çıktığı, kucak açtığı bu Musevilerden biridir... Selanik, Osmanlı idaresinden ayrıldıktan sonra 1904 yılında Fransa’ya göç etmek zorunda kalmıştır.
Benedikt Malla, bugün Fransa’nın Cumhurbaşkanı olan Sayın Sarkozy’nin de dedesidir.
Sayın Sarkozy, Türkiye’nin tarihinde soykırım bulamaz. Eğer Türkiye tarihine bakarsa, eğer kendi ailesine, kendi aile şeceresine şöyle bir derinliğine bakarsa, orada Türkiye’nin, Türklerin yardımından, hoşgörüsünden, şefkatinden başka hiçbir şey görmez ve göremez.”
Ben de o günlerde demiştim ki;
Tayyip Erdoğan’ın bu sözlerinden sonra, sormak gerekmez mi Sarkozy denilen adama;
“Deden” olmasaydı, “baban” olur muydu?.. Baban olmasa, “sen” olur muydun?..
“Başına kakmak” gibi olmasın ama, “varlığını” bile bize borçlusun!..
Biz olmasak;
Sen dünyaya bile gelemezdin!..
TRUMP’IN DEDESİ PEZEVENK!
“Sarkozy’nin dedesi”nden bahsettiğimize göre, şimdi de “Trump’ın dedesi ve babası”ndan söz edelim mi?..
Donald Trump’ı biliyorsunuz...
“ABD Başkan aday adayı”dır!..
Geçenlerde demişti ki;
“Müslümanlar Amerika’ya alınmasın... Halen ABD’de yaşayanlar da, sıkı şekilde takip edilsin!”
Bu sözlerinden dolayı Trump için “Deli... Zırdeli... Manyak” diyenler oldu ama, “Müslümanlara düşmanlığı”nın nereden kaynaklandığını hiç kimse dile getirmedi...
Derken, Soner Yalçın, dünkü yazısında “Trump’ın bilinmeyen yönleri”ni kaleme almış ve özetle demiş ki; “Trump’ın babası ırkçı, dedesi de genelev işletmecisi idi!”
Trump Ailesi’nin “Alman kökenli” olduğunu belirten Soner Yalçın şunları yazdı:
“Dedesi Friedrich 1869’da Almanya’da doğdu, 16 yaşında 1885’te ABD’ye geldi. Berberdi. Ancak… 16 Nisan 1896’da hayatı değişti. Kanada Klondike bölgesinde altın bulunmuştu. Zengin olma hayaliyle altına hücum eden göçmenler arasında o da vardı.
Fakat…
Altın çıkarmakla uğraşmadı; altın arayıcılarına yer bulup, yiyecek-içecek ve kadın satarak para kazandı.
Genelev işletti.
Alman göçmeni Elizabeth Mesih ile evlendi. Askerlik yapmamak ve vergi vermemek için Almanya’ya döndüler.”
BABASI FAŞİST İDİ!
Donald Trump’ın dedesi; gibi kadınlara düşkün olduğunu ifade eden Yalçın özetle dedi ki; “11 Ekim 1905’te oğlu Frederick (Fred) doğdu. Babası 1918’te ölünce Fred, genç yaşta ticarete atıldı. Savaş sonrasında New York Queens’te arsalar alıp apartmanlar yaptı. Dairelerini siyahlara satmayacak kadar ırkçıydı.
Tarih: 14 Haziran 1946 Donald Trump doğdu.
Donald çok yaramazdı.
Dersleri hiç iyi olmadı. Bluğ çağında müzik öğretmenine yumruk attı.
İki yıl Fordham Üniversitesi ve iki yıl da Pensilvanya Üniversitesi’nde “iş idaresi” okudu. Babası Fred işleri çok büyütmüştü; 200 milyon dolarlık servetleri vardı.
Çapkındı.
Vietnam Savaşı’na ayağında topuk dikeni olduğu için gitmedi!”
Gördüğünüz gibi;
Donal Trump’ın “ırkçılığı, babasından” geliyor!.. Dedesinin; “kadın satan bir pezevenk” ya da “kerhaneci” olması ise; “Böyle dedeye, böyle torun” dedirtiyor!..
Demek oluyor ki;
Kim ki “Müslüman düşmanı”dır, kim ki “Türkiye aleyhtarı”dır; bunların ya “gen”lerine, ya da “kan”larına bir bakmak lâzım!..
Sarkozy ve Trump gibi; ya “dede”lerinde vardır bir problem, ya “baba”larında!..
Ya da, “Hoca”larında!..
SUAT YILDIRIM’IN MEALİ!
“Hocaları” deyince, Fetullah Locaefendi’den bahsedeceğimi hemen anladınız herhalde?.. Onlar, hâlâ “Hocaefendi” demeye devam etseler de, “Mason Locası”na kayıt yaptırdığını öğrendiğimden bu yana, ben kendisine “Fetullah Locaefendi” diyorum...
İşte bu “Fetullah Locaefendi”nin, “Edirne’de görev yaptığı yıllar”da dostluk kurduğu bir isim var: O dönem İl Müftüsü olan Suat Yıldırım...
İşte Suat Yıldırım, daha sonraki yıllarda “Gülen’in bağlıları” arasında yer alıyor!.. “Eski bir müftü” olmasına rağmen, “Diyanet’e ateş püsküren” yazılar yazıyor!..
Hani, Paralel İhanet Çetesi’nin “Hükümet’e darbe” amaçlı “Kirli 17-25 Aralık Operasyonu” vardı ya; işte o günlerde yani Mart 2014’de bir yazı kaleme alan Prof. Suat Yıldırım, Diyanet’e uyarıda(!) bulunup, demişti ki;
“Sen bu işe karışma!.. Bu gergin ortamda geleneksel temkin ve dengeni koru!”
Prof. Suat Yıldırım’ın “Diyanet’i hedef alan” bu yazısından 7 ay sonra, yani 30 Ekim 2014 tarihli yazısında Prof. Suat Yıldırım’ı eleştiren yazarımız Mehtap Yılmaz da diyordu ki;
“Şimdi F Tipi Prof. Suat Yıldırım’ın; İncil ve Tevrat gibi İslami olmayan kaynaklarla Kur’an ayetlerini açıkladığı meali hatırlayın!
Gülen’in, “Dinler Arası diyalog” icadını, ezandan “Muhammeden Resulullah” kısmını çıkardığı etkinliği hatırlayın!
Ayasofya’ya haç gölgesi düşürdüğü etkinliği hatırlayın!
2000 yılının Nisan ayında Harran’daki, ‘Dinler Arası Diyalog’ sempozyumunda Hıristiyan Lester Kurtz ile Müslüman Mariam Kurtz’a haham, papaz ve müftünün huzurunda nikah kıyıldığını hatırlayın! Zaman Gazetesi’nin, bu olayı 14 Nisan 2000 tarihinde “Diyalogdan düğüne” başlığı ile manşetten verdiğini hatırlayın!
Gülen’in Papa ve Hahamlar ile münasebetini hatırlayın!”
Aslında, anormal bir taraf yok!..
Fetullah Gülen gibi bir “Hoca”(!)dan, Suat Yıldırım gibi bir “mürit” çıkmış!..
ŞAHİDİ ALİ BULAÇ!
Efendim, işte bu Suat Yıldırım, “Paralel Yapı”ya yönelik birkaç gün önceki operasyonda “gözaltı”na alınmış... Bu “gözaltı”ya tepki gösteren Tayyar Altıkulaç, Mehmet Nuri Yılmaz, Abdulbaki Erdoğmuş ve Ali Bulaç, demişler ki;
“Değerli bir tefsir alimine yapılan bu muamele utanç vericidir!”
Farz edelim ki “utanç verici”dir, peki bunu söylemesi gereken en son kişi Ali Bulaç olmalı değil midir?..
Öyle ya;
İşbu Ali Bulaç; bundan 24 yıl önce, yani 11 Şubat 1991 tarihli Vahdet dergisinde; “Ağlayan ve Ağlatan Hoca” başlıklı yazısında Fetullah Gülen’le ilgili olarak özetle diyordu ki;
“Dün Irak-İran savaşında Ayetullah Humeyni’nin zulmüne karşı gelen Saddam Hüseyin’in erdemlerinden dem vuran Hoca, şimdi yukarıdan aldığı direktifler doğrultusunda, Saddam Hüseyin’in kafirliğinden, işlediği zulümlerden bahsetmeye başladı.
Bu artistlere taş çıkartacak profesyonellikle ağlayarak ve ağlatarak, üstelik Rasulullah (s.a.v.) adına saçma sapan rüyalar uydurarak, Saddam aleyhtarlığı yapan Hoca’nın sözlerinden çıkan sonuç, Amerika’nın bölgede yaptıklarından dolayı kınanamayacağı, bu yüz kızartıcı bombardımanlardan mazur görüleceği sonucudur.
Ben kişisel olarak bunu yadırgamadım; çünkü adamlar birilerini besliyorlarsa, bunun bir bedeli vardır. Şimdi bu bedeli ödemelerinin tam zamanıdır...”
BESLENMENİN BEDELİ
24 yıl önce, gayet net bir şekilde “Fetullah Gülen gerçeği”ni kaleme alan bir Ali Bulaç’ın, bugün hem Gülen’e, hem de Suat Yıldırım’a sahip çıkmasını, kendi ifadesiyle, “hiç yadırgamadım!”
Kendisi, 24 yıl önce öyle demiş ya;
“Yadırgamadım... Çünkü adamlar birilerini besliyorlarsa, bunun bir bedeli vardır!..”
Şimdi, bu bedeli ödüyorlar!..
Sarkozy, Trump ve Ali Bulaç gibi;
Kimi “dede”sinin, kimi “baba”sının, kimi de “hoca”sının diyetini ödüyor olmalı!..
Eee, “besleniyorsan”;
Karşılığını vereceksin!..
Adamlar, seni boşuna beslemiyor ki!..
Kim yerli?.. Kim millî... Ve de, kim vatansever?
l Bilmem hatırlar mısınız... Türkiye, bir zamanlar, Almanya’dan “Leopard” tankları almıştı... Bu tankların “terörle mücadele”de kullanıldığını öğrenen Almanya, “protesto”yu çekmişti: “PKK ile mücadelede bizim tanklarımızı kullanamazsınız!” O günkü hükümet, “Alman tankları”nı terörle mücadelede kullanmamıştı, iyi mi?!?..
l “28 Şubat Postmodern Darbesi”nin 2 numaralı ismi Org. Çevik Bir, ABD dergisine yazdığı makalede, “postmodern darbe”nin sadece “irtica”ya karşı değil, “İsrail’le dostluğun sürmesi” için de yapıldığını şöyle itiraf etmişti:
“Necmettin Erbakan, İsrail’le anlaşmaları dondurma sözü verdi... Laik Cumhuriyet’in mirasını korumakla yükümlü olan ordu, Erbakan’a açıkça şu mesajı verdi: Koltuklarımızda öylece oturup, ülkenin yüzünü İslam’a dönmesini, İsrail-Türk askeri ilişkilerinin tehlikeye atılmasını izlemeyeceğiz... Uygulanan ortak baskı ile tehlikeyi bertaraf ettik.”
Çevik Bir, demek istiyordu ki;
“Erbakan Hükümeti’ni indirdik,
İsrail’in çıkarlarını koruduk!”
l Ve dün... Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye Bilimler Akademisi Ödülleri’ni takdim töreninde dedi ki; “Bugün, kendi uydularımıza, kendi yazılımlarımıza, kendi teknolojimize sahip olmasaydık, inanın bana; yaşadığımız şu hassas dönemde adım atamazdık, nefes alamazdık... Bunun için ben bilime, teknolojiye, araştırma, geliştirmeye dayalı tüm alanları fevkalade önemli görüyorum.”
Hele söyleyin; Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit mi “yerli”dir, Necmettin Erbakan mı?.. Org. Çevik Bir mi “vatansever”dir yoksa Tayyip Erdoğan mı?..
yeniakit