Dilipak : Olmaz olmaz Deme! Olmaz Olmaz!

Dilipak : Olmaz olmaz Deme! Olmaz Olmaz!

Hay Allah! CHP ABD yolunda, AK Parti Moskova! Kim kimdir belli değil artık. Sahi kim sağcı, kim solcu?

Hay Allah! CHP ABD yolunda, AK Parti Moskova! Kim kimdir belli değil artık. Sahi kim sağcı, kim solcu? Sağ sol diye bir şey kaldı mı? Zaten var mı idi ki! Hepsi AB’ci, hepsi NATO’dan yana. Hepsi Liberal ekonomiyi savunuyor artık. Tamam, tek parti devletçiydi, 60 sonrası karma ekonomici olduk, artık Liberal ekonomiden yanayız, serbest piyasa ekonomisini savunuyoruz.
Tek parti döneminde, özel sektör de, milli burjuvaziyi örgütlemek adına devlet tarafından üretildi. “Yerli ve milli” sermaye de yine büyük ölçüde yabancıların elindeydi. Mesela devlet İş Bankası'nı kamu kaynaklarını kullanarak kurdu ve yönetimini CHP’ye bağladı. Ortakları da Bayar ve filan parti içindeki sermaye sahibi kişiler.

Ya hu, Türk Dil Kurumu'nun başında Agop Dilaçar, Kemalizm’in felsefesini oluşturan Moiz Kohen, Türk Ocağını kuranların başında Lazaro Franco var. Mustafa Kemal'in imzasını dizayn eden kalifgraf Hagop Vahram Çerçiyan, Mustafa Kemal'in Dişçisi General Sami Güsberg, Musevi bir general. Mason locasının Meşrık-ı Azamı Mim Kemal Öke baş müşaviri. Daha sayayım mı? Sabataylar, Pakradunlar her yerde.

Aslında bizim devletçiliğimiz de nev-i şahsına münhasır bir devletçilikti. Karma ekonomimiz de öyle. Liberalliğimiz de, ya da serbest piyasa ekonomisi de. Sözkonusu olan batı ise, o konuda siyasilerin hepsi kurşun asker kesiliyor. İstanbul Sözleşmesi'nde bunu gördük, Lanzarotte de..
Bilimin patenti başından beri hep batıda idi. 1700’lerden bu böyle. Siyaset de, ekonomi de, düşünce hayatımız da, kültür, sanat, edebiyat, toplum hayatı, ne derseniz deyin Lale Devri'nden beri bu böyle. Kavram ve kurumlarımızla batıcıyız. Yani sadece kıyafetimiz, harflerimiz batılılaştırılmadı, sadece yasalarımızı tercüme yanlışları ile, gerekçesiz olarak meclise sevkedip, müzakeresiz olarak, oy birliği ile kabul etmedik.
Bizim laikliğimiz de nev-i şahsına münhasırdır, Cumhuriyetçiliğimiz de. Bugün Cumhuriyet (Halk) Partisi aslında bir azınlık partisidir. Başından beri gerçek bir Cumhuriyet sözkonusu olmadı. “Tek adam” rejiminin adı ne zamandan beri “Cumhuriyet” oldu. Tek parti var, adayları tek kişi belirliyor, seçmen sadece parti üyeleri, oylar açık olarak kullanılıyor ve tasnif gizli yapılıyor. Sandık başında jandarma bekliyor. Sayımı parti yapıyor. Sandık başında da tek partinin adamları var zaten. Ne güzel değil mi? Cumhuriyet “Çoğunlukçuluk” demektir. Cumhur da “Halk” değil, “Çoğunluk” demektir... Ama çoğu CHP’li, Cumhuriyetçiliği, Halkçılık zanneder. Oysa, 6 oktan biri Cumhuriyetçilik, diğeri Halkçılıktır. Cumhuriyet Halk Partisi derken, Halkçı Halk Partisi demiş olurlar aksi halde.
6 Ok’tan bu gün geriye ne kaldı? 1927'de Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Laiklik ve Milliyetçilik olarak tanımlanan 4 ilke vardı. Bunlara 10-18 Mayıs 1931 tarihlerindeki CHF’nin 3. parti kurultayında Devletçilik ve İnkılapçılık ilkeleri eklenerek "6 Ok" tamamlandı. Bugün artık tek başına bir Cumhuriyet yerine, “Demokratik Cumhuriyet” kavramı kullanılıyor. Demokrasi'nin de başına “Liberal” kelimesini ekliyorlar ki, Sovyetik, Komunistlerin Demokrasi tanımı ile karışmasın diye. Eski Komünist ülkeler de Cumhuriyet'ti, İran'da Cumhuriyet, onun için de “Demokratik Cumhuriyet” dediler. Ve yeni dünya düzeninde ona da yer olmayacak. Zaten bu kavramların hemen hepsi, 19. YY sonlarında, savaş yıllarında, Komünizm, Kapitalizm ve Faşizmin gölgesinde şekillenen kavramlar. Sondan başlayacak olursak, bugün CHP Türkiye’nin en muhafazakar partisi. 6 Ok’da Mustafa Kemal'in tek eklediği madde bu. “Devletçilik” Sovyetik bir kavram aslında. “Halkçılık” da öyle. Sosyalist ülkeler kendilerini “Halk Cumhuriyeti” olarak tanımlıyorlardı. CHP hep halkı aşağılayan, onu Batılılaştırarak, onu ulus kimliği ile yediği, içtiği, giydiği, dili, hayat tarzı ile eğitim yoluyla dönüştürmeye çalışan bir siyasi hareket.
Meşhur bir olay var, CHP’nin halka bakışını özetleyen: Tek parti döneminin Ankara valisi Nevzat Tandoğan'ın gazeteci/yazar daha sonra milletvekili de olan, “Serdengeçti” dergisinin sahibi Osman Yüksel Serdengeçti'ye hitaben bir yazısından dolayı gözaltına alındığında şöyle der: "Ulan öküz Anadolulu; sizin Milliyetçilikle, Komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. sizin iki vazifeniz var: birincisi çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. ikincisi askere çağırdığımızda askere gelmek." Zaten din filan derseniz o irticadır ve siz mürteci olursunuz. Bu da sizin İstiklal Mahkemesi'nde sanık olmanıza yol açabilir.
“Laiklik” konusu aslında Türkiye’de hep tartışılan bir konu oldu. Laiklik, meşruiyetini İncil'den alan, Katolik teolojisinde, Kilise-Devlet ilişkisini düzenleyen, Ruhban olmayanları tanımlamak için kullanılan bir kavram. Milliyetçilik konusu ise CHP’lilerin öteden beri yabancısı oldukları bir kavram. “Türk Ocakları”, “Yavru Kurtlar”, Ankara’nın Almanya/Hitler, İtalya/Musolini hayranlığı döneminden kalan bir hatıra. Monarşi'den sonra mecburi istikamet Cumhuriyet’ti. İngiltere Commenwalth’da Hristiyan ülkelerin dışındakilerin çoğu Cumhuriyet rejimi ile yönetiliyor. Sömürgelerin, Latin Amerika ülkelerinin çoğu da öyle. Hristiyan ülkeler ise İngiltere’ye bağlı ve İngiliz kıralı III. Charles’ın ünvanı şöyle: ''Tanrı'nın lütfu ile, Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda ve diğer bölgeleri ile toprakların Kralı, Commonwealth'in Başkanı. İnancın Savunucusu.'' Bu kimlik İngiliz demokrasisi açısından sorun teşkil etmiyor. İngilterede pekala Cumhuriyet olmadan da Demokrasi olabiliyor. Liberal olabiliyor, İnsan Haklarının beşiği sayılabiliyor.
6 Ok’dan Laiklik “Fransız tipi”, Halkçılık ve Devletçilik ”Sovyetik”, Milliyetçilik “İtalyan ve Alman”, Cumhuriyetçilik “Monarşi karşıtlığı”, İnkılabçılık “Mustafa Kemal”in eklediği bir kavram. Bu ahval ve şerait içinde CHP’nin dününü, bugününü nasıl değerlendiriyorsunuz ve bu gidişin yarın sonu nereye varır? Hele bir Kılıçdaroğlu Amerikan seferinden dönsün bir bakalım.
Hep söylüyorum, “Cumhuriyet savcılığı, Cumhuriyet Merkez Bankası” gibi “Cumhuriyet” diye bir parti olmaz. CHP’nin adı “Cumhuriyetçi Halk Partisi” olarak değiştirilmelidir. Ama o zaman da Çoğunlukçu Halk Partisi, azınlık partisi olarak, ki, sadece tek parti ve darbe dönemlerinden sonra iktidar yüzü gördü ve artık tek başına iktidar olma hayalini, umudunu kaybetmiş bir partinin “Çoğunlukçu” bir parti olması kendi tabiatlarına aykırı.

CHP artık mevcut hali ile varlığını sürdürmeyeceğini anladığı için bir çıkış yolu arıyor. Düne kadar tek partiyi bir dayanak, sığınak olarak görüyorlardı, ama artık bunu CHP’nin genç tabanı bir kambur olarak görüyor ve onu dünde kalması gereken, o günkü konjonktür içinde olup biten bir şey olarak görme eğiliminde. Aslında sağ da değişiyor, sol da, liberaller de değişiyor, milliyetçiler de. Eski halin artık muhal olduğunu onlar da gördüler. Ya yeni hal, ya izmihlal.

Siyasi partiler, kendi ideolojik temellerinden ve sosyolojik tabanlarından uzaklaşıyor. Aslında o ideolojiler de, toplum yapıları da dönüşüyor. Hepsi kök hücreye döndü. Hemen hepsi “Mavi boncuk politikası” uyguluyor. Sorun sadece kişi bazından bir “cinsiyet” sorunu değil, siyasilerin ve siyasetçinin de cinsiyeti toplumdaki genel dönüşüme göre, şekil değiştiriyor sanki. Siyasetde de cinsiyetsizleşme sözkonu. Bana kalırsa Kılıçdaroğlu tıkanıklığı gördü ama gideceği yönü tesbit edemedi, bu süreci nasıl yöneteceğini bilmiyor. Parti tabanı, parti oligarkları, parti yöneticileri ve seçilmişleri bu konuda fikir birliği içinde değiller. Parti içinde ciddi bir liderlik, yöntem ve nihai hedef konusunda fikir ayrılığı sözkonusu. Ve bu durum sadece CHP için geçerli değil. Bundan sonra her alanda herşey mümkün. Olmaz olmaz deme olmaz olmaz.

Selam ve dua ile.

habervaakti