Dilipak’tan AKP’yi Kızdıracak Sözler! Utanç Verici…
Abdurrahman Dilipak bugünkü köşe yazısında AK Parti iktidarına gönderme bulundu. Abdurrahman Dilipak, "Nasıl bir millilik, nasıl yerlilik, bu ahlak olmadıktan sonra..." dedi.
Gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak 14 Mayıs seçimlerinde milletvekili adayı olmayı düşünenlere seslendiği yazısında, “Aslında seçtiklerimiz, içimizden birileridir. Yetkilerini bizden alırlar ve bize hesap vermek zorundalar. Halkın hakimi değil, hadimi olmak zorundalar. Siyaseti gözümüzde fazla büyütüyoruz. Yok öyle onlar diledikleri ile istişare eder ve karar verirler ve biz de ona uymak zorundayız. İstişare ayetinin esbabı nüzulu Uhud’da savaş şartlarında gerçekleşti. Şunu aklımızdan çıkartmayalım: Her topluluk layık olduğu gibi idare olunacaktır ve biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe Allah bizi hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek. Bu süreçte yasaların, yönetmeliklerin nasıl yapıldığını gördük. İhale mevzuatı hemen hemen her ay yeniden düzenlenmiş. İstanbul sözleşmesinin hayata geçirilmesinde işletilen süreç utanç verici. Parlamento bunu çok hızlı şekilde oy birliği ile yapmış. Hani batılda uzlaşmayacaktık. Hayır, hep bunun aksi oluyor.” görüşünü savundu.
BİRİLERİ HALA BU İŞLERİ, BETONLA ÇÖZEBİLECEĞİNİ ZANNEDİYOR
Şeyh Edebali'nin Osman Gazi’ye ve Osman Gazi’nin Orhan Gazi’ye vasiyetlerine yer veren Haber Vakti yazarı Abdurrahman Dilipak, “Nasıl bir millilik, nasıl yerlilik, bu ahlak olmadıktan sonra… Helsinki, Paris, Kopenhag kriterleri ile değil, “10 EMİR kriterleriyle ayağa kalkar bu millet. Birileri hala bu işleri sadece demir çimento, para ile çözülebileceğini mi zannediyor.” dedi.
Abdurrahman Dilipak’ın yazısının tamamı şöyle:
“Allah (cc) kitabında; “bilmediğiniz şeyin peşine düşmeyin” der. Siyaset zor saattır. Örfte “Siyaset gömleği” kanlıdır. “Siyaset meydanı” adam asılan yerdir. Adam asılan sehpaya “Siyasetgah” derler. “Siyaset etmek” -adam öldürmek- demek demektir. “Siyaseten katl” diye bir şey vardır, fetvasını da almışlar, masumu asarlar, hatta kundakdaki bebeği bile boğarlar.
Eskiden tasavvuf ehli, devlet kapısından uzak durur, durmayı tavsiye ederdi, ama “zamane sofileri“ gırtlağına kadar servet ve siyasete battılar. “Fakir, abd-i aciz” derlerdi kendilerine, zamane solcuları da “bir lokma bir hırka” ile yetinmek istiyorlar diye kızardı bunlara. Öyle ''kam'' almalıydı insan dünyadan, zevk-i sefa içinde! Oysa gerçek; bin lokma bin hırka kazanıp, onun 999’u infak etmek gerekiyordu ki, o işe şeytan katışmasın. Ve Allah'ta ona infakının karşılığı 10 katı, yüz katı, hatta 700 katı ile ihsan etsin. Sonuçta Allah yeryüzünü onlara mescid kılsın, Allah yeryüzünün bütün açlarını onlar eliyle doyursun, yeryüzünün varisi olarak Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacaklardı.
“Nizam- alem ülküsü” böyle bir şeydi aslında. (Hak şerleri hayreyledi de, Erken uyananlardan Muhsin Yazıcıoğlu bunu gördüğü için mi, arındırıldı ve şehidlik makamına yükseldi yoksa) Aleme efendilik değil Alemin efendisi olan Allah'a kulluktan geçiyordu bu yol. Kızıl elmamız, “Ahi evran” yani “Evrensel adalet, evrensel barış ve bunun yoluyla ulaşacağız, evrensel kardeşlik”ti. Biz ahi evran duasını unuttuk. Bizi aşılmaz dağları aşacağımız vadiye götürecek olan Zümrüt-ü Anka’mız meğer çakma, artırılmış gerçeklik ürünü kurgulanmış hologramik hayaldan başka bir şey değilmiş.
Biz dünya malı, metaı, iktidarı için koşarken Allah’ın ipini bırakmışız, Allah'ta bizim ipimizi bırakmış da haberimiz yokmuş. Bu gün deprem ve afetlerle derin uykumuzdan uyanırken, mahmur gözlerimizle gördüğümüz acı gerçek bu. Ben kendi adıma, profesyonel anlamda “devlet kapısı”na mesafeli durmayı, siyaset dışı kalmayı seçtim. Merak ediyorum, bu insanların yüzde kaçı Siyasetname, Pendname, Fütüvvetname, Emanname, Vasiyetname okumuş. Kaçı siyaset felsefesi, siyasi tarih okumuş. Benim gördüğüm bunların çoğu siyasi kavram ve kurumların bile farkında değiller. Devlet ve Hükümet, Cumhuriyetle Demokrasi, Teokrasi ile Laiklik arasındaki, ya da Laiklikle Bizantinizm ve Sekülerizm arasındaki farkı, ilişkiyi de bilmezler.
Eflatun “Devlet” kitabında, ailesini bile yönetmekte acze düşenlerin, toplumu yönetme iddiası karşısında şaşkınlığını ifade ediyor. “Bunların çoğunun ya ahmak ya da cahil” olduğunu söyler. Siyasete talip olunmayacağını, şehrin ayanlarının talebi ile, belli bir yaş ve tecrübe sahibi insanlardan oluşan bir heyetin devleti yönetmesi gerektiğini söyler.
Siyasilerin çoğu kendilerinin ve partilerinin ülkenin sorunlarını çözecekleri iddiasındadırlar. Toplumun liyakatı onlar için önemli değil. Onlar zaten eğitim yolu ile toplumu de dönüştüreceklerdir. Bilmezler ki, gelen peygamber de olsa, onların kurtarıcı güçleri yoktur. Onların görevi toplumu kurtuluşa çağırmaktır. Peygamberlerde bile olmayan bir gücü kendinde vehmedenleri, toplumun içinden birileri İlah ve Rab konumuna yükseltmesi, onları kaderi değiştirecek, rızık verecek bir güç olarak görmelerini anlamak kolay değil.
Aslında seçtiklerimiz, içimizden birileridir. Yetkilerini bizden alırlar ve bize hesap vermek zorundalar. Halkın hakimi değil, hadimi olmak zorundalar. Siyaseti gözümüzde fazla büyütüyoruz. Yok öyle onlar diledikleri ile istişare eder ve karar verirler ve biz de ona uymak zorundayız. İstişare ayetinin esbabı nüzulu Uhud’da savaş şartlarında gerçekleşti. Şunu aklımızdan çıkartmayalım: Her topluluk layık olduğu gibi idare olunacaktır ve biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmedikçe Allah bizi hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecek. Bu süreçte yasaların, yönetmeliklerin nasıl yapıldığını gördük. İhale mevzuatı hemen hemen her ay yeniden düzenlenmiş. İstanbul sözleşmesinin hayata geçirilmesinde işletilen süreç utanç verici. Parlamento bunu çok hızlı şekilde oy birliği ile yapmış. Hani batılda uzlaşmayacaktık. Hayır, hep bunun aksi oluyor.
Daha bunun en az 40 şartı var ve bunlar bir makalede özetlenebilecek şeyler değil.
Şeyh Edeb Ali’nin Osman Gaziye vasiyetini okudunuz mu?
Oğul; "İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, gün batarken ölürler. Unutma ki dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür. Hırsımız, bencilliğimiz...”Dünya bir garip han, bir hoyrat mekan, İnsan bir garip varlık kabına sığmayan... Hayat bir yudum su, bir anlık rüya... Ömür bir kısa yol tekrarı olmayan... Bu yolda nazarımızı sonsuzluğa dikip; büyük yürümek ve büyük ölmek gerek. Bu yolda hırs, diken; benlik ve kibir, engeldir oğul. Sakın ha kendine takılmayasın ve kendinde boğulmayasın. Teklik sadece Allah'a mahsustur, tek başına karara durup hoyrat dünyanın dayanılmaz ağırlığını kaldırmayasın. İşlerini ehil kişilere danışarak tutasın, danışırsan yol alırsın, danışmasan yolda takılıp kalırsın oğul. Güçlüsün, akıllısın, söz sahibisin; ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen, sabah rüzgarında savrulup gidersin." Diye başlayan.
Ya da Osman gazinin Orhan Gazi'ye vasiyetini okudunuz mu?
Vasiyetnameler önemlidir. Bu vasiyetname de şöyle başlar:“ "Ey oğul! Her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farizaya (farzlara) dikkat, din ve devletin güçlenmesine sebeptir. Din işlerini; dikkatli olmayan, itikadı bozuk ve doğru yoldan ayrılmaya yönelen, büyük günahlardan kaçınmayan, helale-harama dikkat etmeyen sefihlere ve ayrıca tecrübesiz kişilere bırakma, devlet idaresinde bu gibi kişilere iş verme!.. Zira yaratandan korkmayan, yaratılandan hiç korkmaz. Büyük günah işleyen ve bunu devam ettiren kimsede sadakat olmaz. Böyle kişilerin sadakati olsa ümmeti olduğu Peygamber-i Zişan'ın sadık tebligatı üzere hareket eder de şer'i şerifin dışına çıkmazdı. Zulümden, bid'atten sakın. Zulme ve bid'ate teşvik edenleri devletinden uzaklaştır. Çünkü böyleleri seni zevale uğratmış olurlar.” Bir takım feministler, hep oğluna vasiyet etmişler demesinler. “Oğul”, evlatları kasdeder, ”Arının oğul vermesi” gibidir, hepsi de “Ey oğul” diye başlar.
14 MAYIS DİYORSUNUZ YA, Önce isterseniz, Hasan Celal Güzel’in 14 Mayıs 2013 DEN 14 MAYIS 2023’E, 10 YIL ARADAN SONRA
Sabah gazetesinde 14 Mayıs 2013’de çıkan ''MEĞER BEN NE ENAYİYMİŞİM!!'' başlıklı yazısını, onun size bir vasiyeti imiş gibi okuyun derim.
Nasıl bir millilik, nasıl yerlilik, bu ahlak olmadıktan sonra...
Helsinki, Paris, Kopenhag kriterleri ile değil, “10 EMİR kriterleriyle ayağa kalkar bu millet.
Birileri hala bu işleri sadece demir çimento, para ile çözülebileceğini mi zannediyor.
Buyurun “10 Emir kriterleri”, bunları bugüne uyarlayarak yorumlayacak olursak, yani “asrın idrakine söyletecek olursak”:
1. Allaha şirk koşmayacaksın, din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmeyeceksin. Kendine Yontma put da yapmayacaksın yani Allah'tan başka ilâhların ve Rabbin olmayacak. Yalnız O'ndan, O'nun rızasının dışına çıkmaktan korkacaksın. Kimseyi mutlaklaştırmayacak ve İdol edinmeyeceksin.
2. Kimseyi, hiçbir şeyi putlaştırmayacaksın, yapmayacaksın.
3. Allah'ın ismini boş yere, ya da insanları kandırmak için, yalan yere yemin ederek ve şahid tutarak anmayacaksın.
4. Allah'a adanmış zaman ve mekanlara, O'nun hükmüne karşı çıkmayacak bunlara hürmet edeceksin ona aykırı hiçbir iş yapmayacaksın.
5. Babana ve anana hürmet edeceksin. Onlara üf bile demeyeceksin.
6. Adam öldürmeyeceksin. Allah’ın izni dışında hiçbir cana kıymayacaksın.
7. Zina etmeyeceksin ve her türlü fuhşiyattan sakınacaksın.
8. Çalmayacaksın. Hak etmediğin, Hukuka uygun olmayan hiçbir şeyi sahiplenmeyeceksin.
9. Yaşadığın zaman, mekan, olaylar konusunda yalan şahitliği yapmayacaksın.
10. Komşunun, mesai arkadaşının akrabalarının hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
Kur’an-ı Kerim'de 10 emir, Cumartesi yasağını tarih olarak doğrular, ama bu emir düne dairdi ve bunun dışında bu kapsamda başka emirler de getirir.
Dilerim, siyasete soyunanlar için bu iş dua ile istenen belaya dönüşmez.
Selam ve dua ile.
Not: Ben hala bu seçim vaktinde olur mu olmaz mı bilmiyorum. Olursa nasıl olur, iptal olur mu, ondan da emin değilim. Ben zor bir seçim olacağını, uzun yıllar tartışılacağını, olsa bile böyle bir seçimden sonra yakın bir gelecekte bu seçimin yenileneceğini düşünüyorum. Görelim Mevlam neyler.”