Din Ticareti

Din Ticareti

Mümtazer Türköne'nin Zaman gazetesindeki yazısı...

Din Ticareti

Türkiye, başörtüsü ile türban arasındaki farkı bilmeyen birinin, başörtüsü ile türban takanları mukayese ettiği araştırmayı konuşuyor. Tarhan Erdem, "Pantolonla etek arasındaki kadar açık bir fark." dediği şeyin, hâlâ bir şekil farkından ibaret olduğunu bilmiyor.

Dinin özüne ve anlamına dair fikri olmayan müsteşriklerin bile düşmeyeceği bir hata. İnancı gereği örtünenler için böyle bir fark olmadığını, başörtüsünü geleneksel, türbanı da modern örtünme biçimi olarak tasnif eden yerli müsteşrikler anlayamıyor; çünkü onlar sadece ne olduğunu da bilmedikleri şekle takılıyorlar. "Türbanlı sayısı dört kat arttı" diyenlerin ölçüleri bütünüyle yanlış. O zaman, tartışma yaratan sayısal oranları, bir bilimsel araştırmanın namuslu sonucu olarak kabul edemeyiz. Onun yerine bu araştırmanın üzerine inşa edildiği istatistik disiplini ile ilgili çok meşhur bir gerçeği hatırlamalıyız. Şiddetine göre üç tür yalan vardır: Yalan, kuyruklu yalan ve istatistik.

Mesele sadece, bilimsel yöntemleri yanlış kullanmaktan ibaret değil. Fehmi Koru, arşivci-gazeteci yeteneğini kullanarak, Tarhan Erdem'in araştırmasını deşifre etti. Bu araştırma üç ay önce yapılmıştı. Ali Çarkoğlu'nun ve Binnaz Toprak'ın aynı konuda yapılmış ve yayımlanmış daha taze araştırması ise tam tersi bulgular veriyordu. İki araştırmayı yapan şirket, kardeş şirketlerdi. Ve iki araştırmayı yayımlayan gazeteler de, -Radikal ve Milliyet- aynı gruba aitti. Ortada başka bir sorun olduğu görülüyor. Siyaset veya siyasî atmosfer, bu araştırmalar üzerinden tanzim ediliyor. "Türkiye, Malezya olur mu?" sorusu gibi akla zarar bir mevzu üzerine süren tartışmaları ve yepyeni bir referans olarak keşfedilen "mahalle baskısı"nın da bu amaçla gündeme servis edildiği anlaşılıyor. Karşımızda medyatik bir siyaset mühendisliği projesi duruyor.

Türkiye'de siyaseti tanzim etmek için "din ticareti" yapılıyor. "Din ticareti" deyimini, tam olarak bu araştırmalar ve bunlar üzerinden yürütülen tartışmalar için kullanabiliriz. Çünkü dinî inançları metalaştıran, dinin emirlerini ve yasaklarını temsil eden sembolleri bir pazar nesnesine dönüştüren bu tartışmalar değil mi? Türban ve başörtüsünün, bir örtü olmanın ötesinde modernliği ve geleneği temsil eden metalar olarak karşılaştırma nesnelerine dönüştürülmesi tam olarak "din ticareti"ne uygun bir markalama değil mi?

"Din ticareti"nin nasıl yapıldığını merak edenler, Tarhan Erdem'in, Milliyet'te devam eden araştırma tefrikasının dünkü bölümüne yazdığı takdim yazısına bakabilirler. İstatistikî değerler, somut rakamlar oldukları için alacakaranlıkta okunmazlar. Ama Tarhan Erdem, lafı geveliyor ve şu varsayımı dile getiriyor: İbadet etmek, namaz kılmak, dua etmek ve örtünmek gibi dindarlık alametleri çağdaşlığa aykırı. Eğitim düzeyi, dolayısıyla çağdaşlık arttıkça bu alametlerin inişe geçmesi gerekiyor. Araştırmacının "laik devlet düzeni" ile eğitim arasında kurduğu ilişki, sadece ne olduğu konusunda hiçbir fikre sahip olmadığı "türban"da aksıyor. Sebebine dair hiçbir fikir serdedilmiyor; ama türban "öncelikle dinsel bir simge", arkasından "siyasal İslâm'ın simgesi" olarak karşımıza çıkıyor. Neden? Hiçbir neden yok.

Karşımızda bütün ihtişamı ile duran şey sadece ve sadece cehalet. Dine, dinî inanca ve dinî sembollere dair koyu bir cehaletin egemen olduğu "din ticareti" sahne alıyor. Pazarlamacıların sattıkları mala yabancı olması cinsinden bir cehalet bu. Ama alınıp satılan şey dine ait semboller; apaçık bir din ticareti ortalıktaki. Müşteri kesimi ise dinî inançlara endişe ile bakanlar; kendilerini modern-laik-çağdaş olarak niteleyenler. Bu ticaret dinî değer ve sembolleri metalaştırırken aynı zamanda çarpıtıyor ve aşağılıyor. Hiçbir Batılı, incelediği toplumun inanç ve değerlerine bu kadar laubali ve saygısız yaklaşmaz.

Dindarlığın çağa aykırı bir inanç biçimi olduğu, dünyada galiba sadece bizde ve yine sadece 19. asrın geri ve ilkel pozitivizmini bir dinî inanç gibi içselleştirmiş okumuş-yazmış takımda mevcut. Din ve dindarlık konusunda fikir yürütmek için bu ilkel pozitivistlere Mircae Eliade'nin "Kutsal ve Dindışı"sından başlayan uzun soluklu bir okuma listesi önerebilirim. İnsanı insan yapan, çevresini mekanik bir şekilde algılamanın ötesine geçip onu anlamlandırmasıdır. Bu anlamlandırma ise mekânı ve zamanı kutsal bir çerçevenin içine sokmakla mümkündür. Modern hayat ise bu kutsallığı belki geçmişten daha güçlü inşa etmektedir. Müesses dinler kutsalın kurumlaşmış halidir.

Kutsala dışarıdan bakanlar, geçmişte toplumu değiştirmek için dinî inançlarına müdahale ettiler; bugün ise aynı amaçla "din ticareti" yapıyorlar.

Mümtazer Türköne / Zaman