Din’de Münakaşa ve Çekişme Hakkında
“Ben cennetin ortasındaki köşklere şu iki insan için kefilim: Birisi, haklı da olsa tartışmayı bırakan diğeri ise, şaka da olsa yalan söylemeyendir.”
Ey Aziz!
Bu vasiyet, Din’de münakaşa ve çekişme hakkındadır.
Dinî mevzularda cidal (münakaşa) etmekten sakın.
Zira sen, çekiştiğin zaman iki özellikten biriyle vasıflanmaktan beri olamazsın…
Yani cidal ettiğin mevzuda ya Muhik veya Mubtil olursun.
Muhik, doğruya isabet eden şahsa, Mubdil, yanlışa isabet eden şahsa denir.
Asrımızın bilginlerinin yaptıkları ilmî tartışmaların çoğu cidalden başka bir şey değildir.
Onlar, bu tür fikrî tartışmaları sadece fikir jimnastiği yapmak istedikleri için yaptıklarını söylerler.
Hâlbuki bunlar, yaptıkları münazarada, kabul etmedikleri bir hükmü ve Hak olmayan mezhebi savunurlar. Ve kabul etmedikleri o hüküm ve bâtıl mezhebi savunmakla, Hak mezhebe inananlarla mücâdele ederler…
Tartışmaları bittikten sonra; “Biz sadece fikir jimnastiği yapmak için tartıştık yoksa bâtıl davaları isbât edip ona rağbet edilmesini kasd etmedik…” derler.
Onların sanki böyle bâtıl tartışmalarını Allah’ın kayıt ettirdiğini bilmiyorlar. Ve cahillerin, mukallitlerin, onların savundukları bâtıl mezhebi Hak sanıp, onların sözlerine göre amel etmelerinden de gafildirler.
Dolayısıyla, mukallidin, onun savunduğu batıl mezhebe göre amel etmesi, devamlı olarak o kimsenin amel defterine günahların yazılmasına sebep olur.
Ayrıca Allah Rasulü Aleyhisselam şöyle buyurmaktadır:
“Ben cennetin ortasındaki köşklere şu iki insan için kefilim: Birisi, haklı da olsa tartışmayı bırakan diğeri ise, şaka da olsa yalan söylemeyendir.” (Buharî)
Öyle ise; bu tür tartışmalarda insanın bâtıla inanmamasına rağmen savunması veya şaka da olsa yalan söylemesi yasaktır. Yani bütün boş tartışmaları tarik-i evlâ ile terk etmek her Müslüman’a gereklidir.
Allah Rasulü Aleyhisselam şaka yapardı. Yaptığı şakalar da, doğru olan şeylerden başkaları değildir.
Muhyiddin İbn-i Arabî, Fütuhat-ı Mekkiyye, Kitabu’l-Vasâyâ, Vasiyetler-1, Kitsan Yayıncılık, Çev: Abdullah Tâhâ Feraizoğlu, s. 177-178
akılvefikir