Doğan Gurubundan Erdoğan'a Cevap

Doğan Gurubundan Erdoğan'a Cevap

Doğan Gurubundan Erdoğan'a Cevap

Başbakan Erdoğan, dünkü gurup konuşmasında, medyadan ağırlıklı olarak Doğan gurubuna suçlamalarda bulunmuştu, Gurubun Milliyet'teki cevabı.

Oysa ne kadar olgun bir başlangıç yapmıştı 22 Temmuz gecesi AKP Genel Merkezi'nin balkonundaki konuşması sırasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan.
Örneğin, ilk kez "demokratik nezaket" kavramını telaffuz etmiş, yeni dönemde bu kavramın ruhuna uygun bir şekilde davranma taahhüdünde bulunmuştu Türk toplumuna.
Başbakan, ayrıca AKP'ye oy vermemiş olan vatandaşlara seslenerek, "Sizin sandıktan verdiğiniz mesajı da anlıyorum. Lütfen müsterih olun. Farklı tercihleri demokratik hayatın zenginliği olarak görüyoruz" diye konuşmuştu.
Seçim gecesi Türk halkına demokratik nezaket ve hoşgörü vaadinde bulunan Başbakan Erdoğan'la, dün kendisine muhalif sesler karşısında sert bir dille konuşan, esip gürleyen Başbakan Erdoğan arasında dağlar kadar fark vardır.
Başbakan, farklı tercihleri, düşünceleri zenginlik olarak görmek bir yana, "yaygara" diye nitelendiriyor, susturmak gerektiğini düşünüyor.
* * *
Başbakan'ın dünkü grup konuşmasında ortaya attığı görüşlerin çok büyük bir bölümüyle mutabık olmadığımızı kayda geçirmek durumundayız. Şöyle ki;
- Erdoğan'ın, Doğan Grubu'nu kategorik olarak CHP yanlısı bir çizgide nitelendirmesi gerçeği yansıtmıyor. Laik demokratik cumhuriyete bağlılık, Doğan Grubu'nun ve bu gazetenin duruşunun, dünya görüşünün en önemli unsurlarından biridir. Laiklik konusunda duyarlılık gösterilmesi söz konusu olduğunda, başka partilerin tutumlarıyla benzeşen durumlar ortaya çıkabilir. Ancak bundan hareketle grubun CHP'yle işbirliği içinde olduğu hükmüne varılamaz; grubun AB tam üyelik hedefini ya da Kıbrıs sorununda çözümü desteklemesinden yola çıkarak, AKP'yle işbirliği içinde olduğu sonucunun çıkarılamayacağı gibi...
- Kaldı ki, Doğan Grubu gazetelerinde köşe sahibi olan yazarlar içinde CHP'nin bugünkü liderliğine eleştirel yaklaşanların sayısı hiç de az değildir. Herhangi bir partiye angaje olunması gibi bir durum söz konusu değildir. Toplumun bir kesimi, bu grubu AKP'ye yakın davranmakla eleştirirken, Başbakan'ın aynı grubu CHP'yle işbirliği içinde olmakla suçlamasındaki çelişki izaha muhtaçtır. Buradaki çelişkiden olsa olsa Doğan Grubu'nun tarafsız çizgisinde yol aldığı sonucu çıkar.
- Grubumuzdaki gazetelerde yazan köşe yazarları, düşüncelerini istedikleri gibi ifade edebiliyorlar. İlginçtir ki, bu yazarların azımsanmayacak bir bölümü, türban yasağının kalkmasından yana tavır alıyor. Türban yasağının sürmesinden yana olanlar da var, eleştirenler de. Bu farklılıklar Doğan Grubu'na hâkim olan çoksesliliği gösteriyor.
* * *
- Yayınların tehdit amacıyla yapıldığı yolundaki suçlamayı reddediyoruz. Türban konusunda yapılan yasal düzenlemenin Türkiye'yi bir gerilime soktuğu, üniversitelerin, baroların, iş dünyasının içinde büyük bölünmelere yol açtığı objektif bir olgudur. Bu olgunun haberleştirilmesinden daha doğal ne olabilir? Basının, bu bölünme tablosunu görmezlikten mi gelmesi gerekiyordu?
- Muhalif sesleri "çıkar kovalamakla" suçlayıp karalamak, çok klasik bir siyaset taktiğidir. Ne yazık ki, Başbakan bu klasik siyaset yöntemlerinin dışına çıkamıyor. Keza, açık bir toplumda gelişen olayların haber yapılmasının, dış dünyaya ihbar olarak nitelendirilmesindeki mantığı da anlamak güçtür.
- Peki, ülkenin önde gelen aydınlarının bile türban yasağı konusunda kendi aralarında ciddi bir şekilde bölünmüş olmalarının gerisinde de özel çıkarlar mı yatıyor? İlginçtir ki, çok yakın zamana kadar AKP iktidarını destekleyen, ona entelektüel düzeyde meşruiyet kazandıran liberal ve sol-demokrat çizgideki aydınların önemli bir kesimi, üniversitelerde türban yasağının kalkmasını desteklemekle birlikte, konunun hükümet tarafından gündeme getiriliş şeklini onaylamadıklarını belirtiyor.
* * *
Türkiye bir demokrasi ise türban gibi hassas ve zor bir konuda farklı görüşlerin olması da çok doğaldır. Herkes görüşlerini özgürce ifade edebilmelidir. Siyasal iktidar da demokratik sabır içinde bu konuda kendisine aykırı gelen düşüncelerin ifade edilmesine tahammül gösterebilmeyi öğrenmelidir.
Türkiye, bu sorunu demokrasiden ve hukuk devletinden ödün vermeden, tümüyle sivil bir çerçeve içinde aşmak durumundadır. Dolayısıyla sivil çerçeveler içinde görüşlerin ifade edilmesinden rahatsızlık duymamak gerekir.
Son bir nokta, Sayın Başbakan'ın üslubunun AB'ye tam üye adayı bir ülkedeki siyasi tartışmalarda olmaması gereken bir sertlik dozu içermesidir. Kuşkusuz, AB liderlerinin de Sayın Başbakan'ın bu sert üslubunu yadırgayacaklarını düşünmek mümkündür.


MİLLİYET