Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Doğru tesbitlere, yanlış reçete ve tedaviler olmamalı..




Televizyonun bir "ahmaklaştırma kutusu"na dönüştüğü, hemen bütün dünyada kabul ediliyor.. Bazı rejimler ve güç odakları da kendi saltanatlarının sürmesi için, bu "ahmaklaştırma"nın sürmesinden meded umuyor.. En tehlikelisi de, bu "ahmaklaştırma" ameliyesinin bazı inanç motifleri kullanılarak yapılması.. Bazı tv kanallarında, inanç adına öyle safsatalar anlatılıyor ki, insanın kanını donduruyor..


Kezâ, sosyal hadiseleri tek taraflı anlatan ve de küllenmiş düşmanlıkların içinden çıkarılması umulan kıvılcımlarla bir şeyleri yeniden tutuşturmaya çalışan tv dizileri de öyle...

Beğeniyle izlendiği, çeşitli mahfillerdeki konuşmalardan anlaşılan dizilerden birinin bir bölümünü geçen hafta ben de izlemek imkanı buldum..

Özellikle 1970-80 sarası yaşanan anarşi, terör ve sokak savaşlarının iç dinamiklerinden yansımalar aktarılırken, Fatsa"da yaşanan mücadeleler de veriliyordu, o bölümde..

Ordu"nun Fatsa ilçesinde yaşananlar, özellikle de "Terzi Fikri" diye anılan bir zâtın Belediye Başkanı olmasından sonra Türkiye"nin gündemine oturmuştu.. "Terzi Fikri", evet, yüksek tahsilinin olmaması, sıradanlığı dolayısiyle, dudak bükülerek karşılanıyordu. Ancak, Terzi Fikri"yi, tipik bir "sovyetleştirme"yi ve hattâ 1871"de üç ay kadar sürüp sonra yenilgiye uğrayan Paris Komünü benzeri bir sosyal devrimi, komünal hayatı gerçekleştirmeyi hedef alan bir pratik lider olarak gören marksistler de vardı.

Zamanın Gen. Kur. Başkanı Ken"an Evren"in o ilçeden, ancak zırhlı araçlarla ve bir gövde gösterisi yaparak geçmesi bile bir şeylerin cereyan ettiğinin habercisiydi.

Dizinin benim seyrettiğim bölümünde, Fatsa hadiseleri, sadece marksist terminolojiye göre ve "marksistlerin mâzur, mazlûm ve savunmada olduğu" şeklinde gösteriliyordu.. Halkın tamamından ve diğer kesimlerden haber yoktu.. Ama, askerlerin şehirde fiilî bir sıkıyönetim ve dehşetli bir baskı yöntemi ve huşûnet uygulaması dizide bile ürperticiydi..

Ama, aynı sahneler meselâ İslâmî içerikli bir dizide kullanılsaydı, belli çevrelerin, hemen "irtica ordu düşmanlığı yapıyor.." diye feryad edeceği açıktı.. (28 Şubat günlerindeki bir amatör tiyatro gösterisinin oyuncularına verilen ağır hapis cezalarını hatırlayalım..)

Bugün gelinen nokta, bir olgunluk ve eleştiriye tahammül seviyesi ise, eyvallah..

Ama, bir tarafgirce davranış ise, -ki, öyle- o zaman ne demeli?

O dönemi yaşamış ve o şehri de yakından bilen birisi olarak sadece ben değil, aklı başında herkes de, o dizinin çok tarafgirce ve yeni düşmanlıkları filizlendirecek mahiyette olduğunu söyleyebilir. Dizinin senaristlerinden birisi de, "ben o marksist hareketin içinde yer alan ve o acılara muhatab olmuş bir ailenin mensubu olarak nasıl tarafsız olabilirim?" demiş..

Ama, sosyal hayatımızın o acı döneminden yeni düşmanlıklar değil de dersler çıkarılması hedefleniyorsa; bu dizinin mesajı, son derece yanlıştır. Nitekim, o günlerde dünyada olmayan bir genç, bu sahneleri ve askerin tavrını görünce, "düşmanımın düşmanı dostumdur.." diye dile getirdi sempatisini, o zamanki marksistlere.. Çünkü, o, militarizme de nefret duyuyordu..

LAİK BİR REJİMİ, "SÜNNÎ MÜSLÜMANLARIN DEVLETİ" GİBİ SUNMAK!

Ahmet Altan, "Taraf"daki 27 Mayıs günlü yazısında "(") Vatikan Devleti ne kadar laiklik istiyorsa bizim devlet de o kadar laiklik istiyor. Vatikan, Hıristiyan dininin Katolik mezhebinin devleti. (") Biz de Müslüman dininin Sünnî mezhebinin devletiyiz" diyordu..

Altan"ın kullandığı argumanlar bazı acı bir gerçekleri yansıtsa da; devlet ile rejimi aynı gibi gösterip, sonra da, "laik TC rejimi"ni "sünnîlik" veya bir diğer İslâm mezhebi adına imiş gibi göstermesi kabullenilemez.. Bu düzen, "kemalizm dini"nin, hükümranlığı ve saltanatı için, her şeyi mübah gören, "ibahiye"ci ve pragmatist anlayışı baştâcı eden bir oligarşik dikta rejimidir.

Altan gerçi, "Siz bizim devletin herhangi bir kademesinde Müslüman olmayan birine rastladınız mı? (") Siz hiç Alevi olduğunu açıkça söyleyen bir general gördünüz mü? " derken, sanki "Ben müslümanım, sünnîyim" diyerek tercih edilenler varmış gibi bir hava oluşturuyor ve amma sonra da, "..Bu devlet, Müslüman Sünni olmayanlara güvenmez ve onları içine almaz.(") Bizim devlet sadece "Sünnilere" kapılarını açar ama Sünnilerin Sünni gibi yaşamasını da yasaklar. Sünni olmayanlara devlet kapıları kapalı olduğu gibi Sünni usullere göre yaşayanlara da devlet kapıları kapalıdır. Bizim devletin istediği "ideal vatandaş", Alevi gibi yaşayan bir Sünnidir. Namaza gidilmeyecek./İçki içilecek./Kadınlar başını açacak./Faiz haram sayılmayacak. (")Bakın üst düzey devlet memurlarına./Onların hepsi Alevi gibi yaşayan Sünnilerdir./İçki içerler, namaza gitmezler, karılarının başları açık olur. (") Bizim yargıçlar, askerler, gazeteciler, Sünnilerin Aleviler gibi yaşamasını "laiklik" sanıyor. Laiklik elden gidiyor dediklerinde anlayın ki birisi Sünni gibi yaşıyordur." demeyi de ihmal etmiyor ve kimin ezildiğini de anlatarak, ilginç tesbitler yapıyor, ama, böyle bir rejim, hiç bir İslâm mezhebine maledilemez. Doğru sözler, eğri mânalara kılıf teşkil etmemelidir..

¥

CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL BEY"E:

Abdullah Bey! Hatırlarsınız, B. Amerika"nın eski başkanlarından Richard Nixon, Watergate Skandalı yüzünden başkanlığının 6. yılında azledilmek tehlikesiyle karşı karşıya geldiği 1974 baharında istifa etmiş ve yerine yardımcısı Gerard Ford geçmiş ve o da hemen, Başkanlık yetkisini kullanarak, Nixon hakkındaki dosyanın bütünüyle yok sayılmasını sağlamıştı..

Elbette bu durum, "Ford, eski liderine bedel ödüyor.." şeklinde değerlendirildiyse de, o, bu kararını, Nixon"un B. Amerika"ya hizmetleri dolayısiyle aldığını söyleyip noktalamıştı.

Abdullah Bey! Değinmek istediğim konuda, özne olan şahsiyetin iznini almadığım için, isim vermeden bir konuyu dikkatlerinize sunmak istiyorum..

Bugün, vicdan yaralayıcı bir tablo var.. Herkes, fiillerinin bedelini hukuken elbette görmelidir. Ancak, hukukun bazıları elinde, bazılarının inancına duyulan hınç dolayısiyle, nasıl kötüye kullanıldığını en iyi bilmek durumunda olanlardan birisi de sizsiniz..

Siz ki, "katl suçu"nu işlemiş âdi cinayet mahkûmlarını bile, hastalık veya ileri yaşlılık sebebiyle affetmek durumunda kalmaktasınız. (Selefinizin, o af yetkisini nasıl tek taraflı ve sorumsuzca kullandığı, bir ayrı konu..)

İleri derecede yaşlılığın fizyolojik şartları hasebiyle, hareket imkânı geniş çapta zâten ortadan kalkmış bir kimse için, "ev hapsi" gibi bir uygulama, kanun adına savunulur tarafı olsa bile, mantık ve insaf adına kabulü mümkün olmayan, bir ironik durum ortaya çıkarmaktadır.

Ömrünü, hatasıyla -sevabıyla, bu ülkeye ve halkımıza hizmet niyetine harcamış olan bir "insan"ın evinde bile olsa, mahkûmiyetin psikolojik cenderesinde hapiste tutulmasının sâlim vicdanları kanattığını düşünerek, -malî sorumlulukları, etkilemiyeceği açık bir tasarrufla- herhangi bir talebi beklemeksizin gereken adımı atmanız, size sâlim vicdan sahiblerince hayır-dualar ettirecektir.. Ve böyle bir tasarruf, size yakışacaktır da.. Arzederim..


vakit

Bu yazı toplam 1804 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar