DTP Kapatma Davası Hakkında Tavrımız Ne Olmalı?

DTP Kapatma Davası Hakkında Tavrımız Ne Olmalı?

Anayasa Mahkemesi DTP hakkındaki kapatma davasını karara bağlamak üzere. Adeta “partiler mezarlığı”na dönen ülkede yeni bir parti kapatma kararı elbette sürpriz olmayacaktır. Peki, bu davaya yaklaşımımız ne olmalıdır?

Haksöz Dergisi yazarı ve aynı zamanda Özgür-Der Genel Başkanı Rıdvan Kaya, Haksöz'ün 201. (Aralık 2007) ve 212. (Kasım 2008) sayılarında konuyu irdeleyen iki yazı kaleme almıştı. DTP'nin neden kapatılmaması gerektiğini işleyen yazıda davanın açılmasında Genelkurmay'ın etkisine dikkat çekiliyor. DTP'nin kapatılmasının Kürt sorununun inkârı anlamına geleceğine işaret edilen yazıda DTP'nin adeta kapatılmaya yol açacak refleksleri de eleştiriliyor. Rıdvan Kaya'nın yazılarını, konunun güncelliği dolayısıyla, birini kısaltarak ilginize sunuyoruz:

 

DTP NEDEN KAPATILMAMALI?

 

Rıdvan Kaya / Haksöz Dergisi / Sayı: 212

 

DTP hakkında açılan kapatma davası bir yılını tamamlıyor. Tam bir yıl önce Yargıtay Başsavcılığı DTP'nin kapatılması ve yöneticilerinin yargılanması talebiyle dava açılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. AYM de 23 Kasım 2007 tarihinde verdiği kararla başsavcılığın başvurusunu yerinde bularak davanın açılmasına hükmetmişti. Esasa ilişkin savunmaların tamamlandığı davada artık karar aşamasına gelinmiş durumda. Kısa bir süre içinde AYM'nin DTP hakkında açılmış bulunan davayı sonuçlandırması bekleniyor.

 

AYM'nin DTP hakkında vereceği kararı kimsenin pek fazla merak ettiğini sanmıyoruz. Neden merak edilsin ki? Bir darbe kurumu olan AYM'nin 27 Mayıs'tan 12 Eylül'e, oradan 28 Şubat'a kadar her dönemde darbe ruhuna uygun tutumu ve "darbe arası dönemler"de de imza attığı kararlar meraka mahal bırakıyor mu? Temel işlevi halka karşı sistemin aynen muhafazasını sağlamak olan ve sistemin kutsallarına aykırı addedilen her türlü anlayışı, eylemi, örgütlenmeyi yasak çemberiyle kuşatarak despotizme hukuk fetvası teminiyle görevli bir kurumun DTP gibi muhalif kimliği ve etkinliği açık bir oluşuma yol vermesi zaten düşünülemez bile. Bugüne dek pek çok muhalif kimlikli partinin kellesini koparan AYM giyotininin bu kez de DTP için ineceğini tahmin etmek hiç de zor değil.

 

Aksi bir karar gerçekten büyük sürpriz olur. Ve devlet mantığına pek uygun düşmez. Bu o kadar mekanik bir mantıktır ki, her konuyu ele alırken, her sorunu tartışırken askeri manevra mantığını öne çıkartır. Bu yüzden örneğin DTP hakkında verilecek bir kapatma kararının sakıncalar doğuracağı korkusu belirginlik kazansa dahi, "Terör örgütünce taviz şeklinde algılanır!" kaygısının son kertede daha belirleyici rol oynayacağı tahmin edilebilir.  

  

Mevcut durumu net tanımlamak lazım! AK Parti gibi halkın yarısının oyunu almış ve üstelik sabah akşam zikreder gibi laikliğe, Kemalizm'e bağlılığını tekrarlayan, sürekli biçimde düzene biatini yineleyen bir partinin "laiklik karşıtı odak" olmak suçlamasıyla para cezasına mahkûm edildiği ve ancak konjonktürel zorluklar dolayısıyla idamdan kıl payı kurtulabildiği bir yargı ortamından söz ediyoruz. Başörtüsü konusunda yapılan anayasa değişikliklerini yetkisiz olmasına rağmen görüşen ve tümüyle keyfi bir tutumla iptal ederek Meclis'i bypass eden, halk iradesini sıfırlayan bir anlayışın egemen olduğu bir yargı zihniyeti bu. Öyle ki, ardı ardına kapattığı partiler nedeniyle ülkeyi partiler mezarlığına dönüştürdüğü kanaati kamuoyunca yaygın biçimde paylaşılan bir geleneği temsil etmekte. Tüm bu arka plan DTP hakkında verilecek karara yeterince ışık tutmuyor mu?

 

Elbette karşı iddialar da olabilir, zaten dillendirilmekte de! Bu süreçte DTP'nin de ortamın gerilmesine bir hayli katkıda bulunduğu, en azından gerilimi azaltmak için hiç çaba sarf etmediği söylenebilir. DTP'nin PKK ile organik ilişki içinde bulunduğu, birçok DTP yöneticisi ve üyesinin PKK ile doğrudan ya da dolaylı irtibatlı oluşu vb. gerekçeler ileri sürülerek DTP'nin kapatılmayı hak ettiği iddia edilebilir. Kışkırtıcı dil ve söylemin öne çıkartılması nedeniyle kapatmama kararının zemininin kalmadığı, zaten yasal mevzuatın da kapatma kararını gerektirdiği savunulabilir.

 

Ne var ki, tüm bu iddialar, gerekçeler sorunun özüne tekabül etmekten uzaktır. Soruna teğet geçen yaklaşımlar olduğu için de çözüm bir yana, konunun doğru tahliline, anlaşılmasına dahi hiçbir katkı sağlamamaktadır.

 

Resmi İdeolojinin İnkârcı Geleneğine AYM Fetvası

 

AYM'nin bugüne kadar Kürt siyaseti yürüten partiler konusunda takındığı tutum köklü bir gelenek oluşturmuştur. Daha önce önüne gelen HEP, DEP, HADEP, DEHAP davalarında hiç tereddütsüz kapatma kararı veren AYM'nin neredeyse kendi zemininde sağlam bir içtihat oluşturduğu söylenebilir. AYM'nin "bölücü unsurlar"ın oluşturduğu tehlike karşısında çözümü nettir: Kapatma! Her defasında kapatma kararı veren AYM'nin hem de "ülkenin içinden geçmekte olduğu böylesi bir kritik zamanda" farklı bir karar vermesi hiç beklenmemelidir. Gerek var oluş misyonu gerekse de üye yapısının temsil ettiği zihniyet dünyası ve de ilişkileri, irtibatları, bağları nedeniyle –ki Osman Paksüt örneğinde açığa çıkan görüntüleri hatırlamakta fayda var- AYM'nin DTP'yi zevkle kapatacağından kuşku duymuyoruz.

 

Aynı şekilde, bu tutumun akla, hukuka ne kadar uygun olduğu, sorunun çözümüne ne ölçüde katkı sağladığı gibi düşüncelerin, soruların da hiçbir şekilde AYM heyetinin gündemine gelmediğini, gelmeyeceğini tahmin edebiliyoruz. Yüce devletlûlar geleneklerine uygun olarak, DTP hakkında verecekleri bir kapatma kararının Kürt sorununu daha da çözümsüz kılma ihtimali ya da siyaset yolunun tıkanması nedeniyle dağ formülünün öne çıkabilmesi vb. sonuçlar üzerinde kafa yormayacaklardır elbette!

 

Ve doğal olarak, resmi ideolojinin kapsama alanında yer alamayan her tür düşünce, eylem ve örgütlenmeye karşı seksen küsur yıldır sistematik biçimde sergilenen yok sayma/tasfiye etme eğiliminin bu dava vesilesiyle bir kere daha tekrarlanması kimse için sürpriz olmayacaktır. DTP kararı bugüne dek pek çok toplumsal sorunda olduğu üzere insanların taleplerini, haklarını, tercihlerini dikkate almaya yanaşmayan bir devlet mantığının bir tezahürü olacaktır büyük bir ihtimalle.

 

Ve aynı netlikle görülecektir ki, toplumsal sorunları ve talepleri çözümsüzlük girdabında boğmaya kalkan bu mantığın ülkeyi kaosa, insanları huzursuzluğa sürüklemekten başka bir mahareti yoktur! Hiçbir sorunu gerçek boyutlarıyla ve samimiyetle tartışma! Kavrama! Çözüm önerilerine asla açık kapı bırakma! Yasaklayarak, kapatarak, cezalandırarak ertele, uzaklaştır ve böylece hallettiğini san! Pisliği halının altına süpürmekten farksız bu mantığın düzenin hâkim mantığı olduğu açık değil mi?

 

DTP'nin Kapatılması Uluslararası Hukukla Çelişecektir! 

 

Oysa DTP'nin kapatılması iki temel noktada itirazı hak eden bir karar olacaktır: Bir kere istenildiği kadar dâhili mevzuata dayanılarak kapatma kararı savunulsun, bu yaklaşımın uluslararası hukuk ilkeleriyle bağdaşmadığı ortadadır. Venedik Komisyonu'nun tüm Avrupa ülkeleri için bağlayıcı bir kriter olarak kabul ettiği 10 Ocak 2000 tarihli kararıyla, şiddeti siyasal bir araç olarak kullanma haricinde örgütlenme özgürlüğünün sınırlanamayacağı temel bir prensip olarak belirlenmiştir. Bir yandan AB ile ilişkilerde yaşanan ağırlaşmadan şikâyet edip, diğer yandan parti kapatma kararı vermek açık bir çelişki olacaktır.

 

Son dönemlerde medyada ve siyasi çevrelerde İspanya örneği üzerinden sürdürülen polemiğe de dikkat çekmekte yarar var. Türkiye'nin bütünlüğüne yönelik ayrılıkçı şiddet hareketiyle irtibatlı partilerin kapatılmasının normal olduğu; Avrupa'da da parti kapatıldığı; İspanya'da ayrılıkçı Bask hareketinin uzantısı Henri Batasuna partisiyle ilgili tutumun bunu gösterdiği iddia edilmektedir. Bu açıkça demagojidir! Evet, İspanya'da parti kapatılmıştır ama bu parti açıkça Bask halkının bağımsızlığına ulaşma yolunda şiddetin meşruluğunu savunduğu için kapatılmıştır.

 

DTP -ve selefleri- ise ister samimi bulunsunlar, isterse de ikiyüzlü davrandıkları düşünülsün, her fırsatta şiddete karşı olduklarını, akan kanın durması için rol almak istediklerini, PKK ile organik bir irtibat içinde olmadıklarını dillendirmişlerdir. Bu söylemin samimi olup olmadığı mahkemenin değil, seçmenlerin, kamuoyunun ilgi alanına girmesi gereken bir konudur. Ortada açık, somut veri ve deliller olmadıkça "Bu zaten bilinen bir gerçektir, ispatı gerekmez!" mantığıyla irtibata hükmedip cezalandırmak hukuk mantığıyla bağdaşmaz.   

 

DTP'nin Kapatılması Kürt Kimliğinin İnkârında Diretmek Demektir!

 

DTP'nin kapatılmasının Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştireceği kesindir. Kürt halkını daha da yabancılaştıracak ve şiddet eğilimini besleyecek bir karar olacaktır. Bununla birlikte kapatma kararına itirazın bu gerekçeler üzerine bina edilmesi doğru olmaz. Muhtemel bir kapatma kararına öncelikle düşünce ve örgütlenme özgürlüğü açısından bir ihlal oluşturması ve halkın bir kesiminin kendini ifade etme hakkının yok sayılması dolayısıyla karşı çıkılması gerekir. Adalet ve tutarlılık bunu gerektirir.

 

DTP'yi Kürt halkının en azından bir kısmının kendi temsilcisi olarak gördüğü tartışılmaz. Bu noktada gerek ideolojisine, gerekse de kadrolarına sempati duymamız mümkün olmamakla birlikte, Kürt kimliğini savunmanın DTP'nin hukukunu savunmayı gerektirdiği açıktır. İnkârın, yok saymanın, hak gasplarının egemen devlet politikası kılındığı bir sistemde muhalif kimlik sahibi olmak düşünce ve örgütlenme özgürlüğünün en geniş biçimde savunulmasını zorunlu kılar.

 

***

 

(Makalenin bundan sonraki bölümü yine Rıdvan Kaya'nın, Aralık 2007 tarihli Haksöz Dergisi'nin 201. sayısında yayınlanan "Toplumsal Sorunlar ve Talepler Mahkeme Kararlarıyla Bastırılamaz!" başlıklı yazısının kısaltılmış halidir.)

 

Rutinleşen Tehditler ve Yargıda Brifing Alışkanlığı

 

Örnekleriyle defalarca karşılaştığımız bir temel tespitle konuya girmek açıklayıcı olabilir: Kapatma davası yargı ile silahlı bürokrasinin etkileşimini, daha doğrusu içiçeliğini net biçimde yansıtmaktadır. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın 10 Kasım tarihinde 14 "akredite" gazetenin Ankara temsilcileriyle buluşmasında sarf ettiği bazı sözlerin hatırlanmasında yarar var. Söz konusu görüşmede Büyükanıt şunları ifade ediyordu: "Böyle devam ederlerse toplumsal kutuplaşma ve çatışma ortamı ortaya çıkacaktır. Bir ayağım frende konuşuyorum. Ayağımı frenden çekip de söylesem toplumsal gerginlik artar. Bu partinin adını ağzıma almak istemiyorum."

 

Orgeneralin ağız temizliği hassasiyeti karşısında Başsavcıya durmak yakışır mı? Nitekim bu sözlerin üzerinden çok geçmeden yargı harekete geçip, temizlik operasyonuna girişti bile!

 

Tam bu aşamada 27 Nisan sürecinde yaşananları hatırlamak fena olmaz. Orgeneral Büyükanıt 12 Nisan'daki meşhur basın toplantısında "özde-sözde" vurgusuyla Çankaya seçimlerine dair tavır belirlemiş; ardından Genelkurmay sitesinde 27 Nisan gece yarısı yayınlanan bildiriyle doğrudan askeri müdahale tartışmaları belirginleşmişti. Nitekim mesajın yerini bulduğu çok geçmeden anlaşılacak ve Anayasa Mahkemesi 367 saçmalığına onay verecekti.

 

Devam eden günlerde yine bir gece yarısı bildirisiyle Genelkurmay'ın bu kez artan PKK eylemlerine karşı halka "teröre karşı toplumsal refleks çağrısı" yaptığı hatırlanacaktır. Toplumsal refleks çağrısı o aşamada halktan pek fazla olumlu bir karşılık almamış, daha ziyade Kemalist-ulusalcı örgütlerle sınırlı kalmıştı. Ardından yaşanan seçim hezimeti ile bir müddet geri çekilme emaresi gösteren militarizm son aylarda yoğunlaşan çatışmalarla bir kez daha uygun ortam bulacaktı. Nitekim arka arkaya yaşanan asker kayıplarıyla birlikte "toplumsal refleks" çağrısı hızlı bir biçimde ete kemiğe dönüştü, sokaklar hareketlendi. (")

 

Parti Kapatma, Çözümsüzlüğün İtirafıdır!

 

Peki, DTP'nin kapatılması ne anlama geliyor? Sorun çözülüyor, ülke rahatlıyor mu? Yoksa bilakis çözümsüzlük olgusu daha mı bir netleşiyor?

 

Türkiye muhalif talep ve örgütlenmelere ilişkin olarak her zaman otoriter bir tahammülsüzlük atmosferinin etkisi altında olmuştur. Dillendirilmesini, talep haline dönüşmesini engelleyemediği fikirler karşısında statüko güçleri baskıcı, yasakçı bir tutum geliştirmek dışında bir formül geliştirememiş; susturma, bastırma dışında bir yol, yöntem üretememişlerdir. Bugün de karşı karşıya olduğumuz durum budur!

 

Yaşanmakta olan devasa soruna dair çözüm sunmaktan aciz kalan, daha doğrusu bu yönde herhangi bir çaba, girişim, arayış içinde görünmeyen düzen DTP'yi baskı altına almaya, kapısına kilit vurmaya çalışarak çözümsüzlüğü derinleştirmektedir. Oysa bugüne dek yaşananlardan eğer tek bir sonuç çıkarmak gerektiği söylenseydi, partileri kapatarak toplumsal taleplerin bastırılamayacağının anlaşılması ve itiraf edilmesi gerekirdi. Tam tersi yapılmakta ve DTP'nin temsilcisi olduğu siyasi çizgiye mensup bugüne dek bir dizi partiyi kapatmasının gerilim ve kaos dışında bir sonuç doğurmadığı düzen tarafından bir türlü kabul edilmek istenmemektedir.

 

HEP, DEP, HADEP, DEHAP şimdi DTP" Bu tablo bir çözümsüzlük tablosudur. DEP'in kapatılması ve DEP'li milletvekillerinin Meclis'ten yaka paça götürülmesi tablosu hafızalardadır. Yeni bir DEP olayı tezgâhlamak isteyenler tüm bu sürecin hem hukuki hem de siyasi olarak sistemin zavallılığını ortaya koyduğunu artık görmelidirler. Bir yandan halkın iradesinden, özgür seçimlerden söz edip halkın yetki verdiği isimleri bir biçimde Meclis'ten kovmayı, mümkünse demir parmaklıklar arkasına tıkmayı düşleyenlerin perspektifsizliklerinin, basiretsizliklerinin bu ülkede yaşayan insanlara pahalıya mal olduğu daha fazla görmezden gelinemez.

 

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek kapatılmayı DTP'nin istediğini ve bu yüzden provokatif tutumlar sergilendiğini iddia etmekte. Madem öyle düşünüyorsunuz, o zaman oyuna gelmeyin, kapatma davasını durdurun!

 

Elbette, bu tipik bir politik kurnazlık taktiği. Yargı mekanizmasının tutumundan rahatsızlık duyan fakat hiçbir biçimde etkili de olamayan hükümet, gelişmelerden DTP'yi suçlayarak sorumluluğu havale ediyor. DTP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılması girişimine Başbakan'ın "Dağa mı çıksınlar?" şeklinde tepki gösterdiğinin basına yansıdığı bir günde açılan kapatma davası ile aslında bir anlamda hükümete de had bildirilmiş olmuyor mu? Buna karşın Cemil Çiçek'in sözleri ise eşeğini dövemeyenin semerine vurması gibi bir durum olsa gerek!

 

Bu noktada başta Başbakan ve hükümet olmak üzere, siyasiler arasında, medyada ya da akademi dünyasında DTP'nin kapatılmasına karşı çıkan, en azından karşı olduğunu ihsas ettirenlerin neden karşı olduklarının da netleştirilmesinde yarar var.

 

Kapatmaya Kim Neden Karşı?

 

"DTP kapatılmasın" diyenlerin önemli bir kısmı ilkesel zeminden hareketle bu sonuca varıyor değiller. DTP'nin kapatılmasının, Kürt seçmenler arasında radikalleşme sonucunu doğuracağı, PKK'nın elini güçlendireceği, bilhassa AB zemininde Türkiye'yi zor duruma düşüreceği gibi kaygılardan hareket etmekteler. Oysa sorun, Türkiye'nin AB nezdindeki imajının ne olacağından öte, bu ülkede yaşayan insanların bir bölümünün kendilerini kendi kimlikleriyle, talepleriyle ifade haklarının tanınıp tanınmaması noktasında ele alınmalıdır. Öncelikle karşı çıkılması gereken şey, sisteme, resmi ideolojiye muhalif kişi ve kesimlerin zorla, baskıyla kendilerini gizlemek, düşüncelerini ve özlemlerini ertelemek zorunda kalmaları ve sonuçta baskı ve ikiyüzlülük arasında bir tercihe zorlanmalarıdır.

 

Şüphesiz İslami kimliğimiz açısından değerlendirdiğimizde DTP'nin ve bağlı bulunduğu hareketin hiçbir biçimde olumlanabilecek bir kimliğe ve pratiğe sahip bulunmadığı açıktır. İdeolojik kimliği ve dünya görüşü itibariyle DTP'nin temsil ettiği değerler Kemalist laik-ulusalcı TC ideolojisiyle pek çok noktada örtüşmekte, bilhassa İslami değerlere karşıtlık noktasında birebir paralellik taşımaktadır. Ayrışılan nokta milliyetçi bağlılığın dayandırıldığı etnik aidiyet temelindedir. Yani düzen Türklük temelinde kurguladığı ulusal kimlik etrafında toplumu dönüştürmeye çalışırken, DTP'nin temsil ettiği çizgi ise Kürt ulusalcılığı temelinde muhatap aldığı halk kesimini dönüştürmeyi hedeflemektedir. Nihai tahlilde varılmak istenen yer ise her iki zihniyet açısından da aynıdır: İslam'ın dışlandığı ya da marjinalleştirildiği, ilerlemeci, pozitivist ilke ve değerler etrafında oluşturulan Batılı formda modern bir toplum projesi.

 

Öte yandan birbiriyle çatışan bu iki ulusalcı anlayışın emperyalist güçlerle ittifak noktasında da bir hayli benzeşen, örtüşen tutumlar içinde olduğu dikkat çekicidir. Her iki taraf da geleceğini açıkça ABD'ye yakınlıkta aramakta, ABD'ye dayanarak kendisine alan açma eksenli çabalarını yoğunlaştırmaktadır. Nasıl TC devleti sorunu, sıkıntısını doğrudan Beyaz Saray desteğiyle aşmaya yönelik girişimler içerisine girmekteyse, diğer taraf da ABD tarafından ciddiye alınmak, muhatap kabul edilmek için her türlü çabayı sergilemektedir. PKK çevrelerinde uzun bir süredir söylem düzeyinde dahi dışlanan anti-emperyalizm, Irak işgali sonrası dönemde bütünüyle karşı çıkılan, reddedilen bir ideolojik-siyasi tavır olarak resmedilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla ortaya çıkan görüntü "kimin ABD desteğine daha layık olduğu" mücadelesine dönüşmüştür ki, bu rekabet gerek bu ülkenin insanları gerekse de tüm Ortadoğulu halklar açısından hem bir çıkmaz, ama aynı zamanda da bir utanç manzarasıdır. 

 

Bizim Tavrımız Ne Olmalı?

 

Peki, tüm bu olumsuz, mide bulandırıcı tabloya karşın düzen ile Kürt muhalefeti arasındaki kavga ve onun somut tezahürlerinden biri olan DTP'nin kapatılması konusunda neden tavır belirleme ihtiyacı hissediyoruz? Çünkü öncelikle muhalif kimlik ve yaklaşımlara karşı sergilenen yasakçı, tahammülsüz tutumun gayrı insani niteliğine karşı çıkmak kimliğimizin gereğidir. Bugün DTP'nin kapatılması çabası şeklinde uç veren tutum özünde Kürt kimliğinin inkârının bir yansıması, Firavunlaşmış bir zihniyet ve pratiğin bir sonucudur. Dolayısıyla Müslümanlar olarak çözüm sadedinde sundukları alternatifi asla benimsememekle beraber sistemin inkârcı tavrına karşı varlıklarını, kimliklerini, taleplerini gündemleştirmeye çalışan muhaliflerin haklarını, hukuklarını savunmak durumundayız. Ayrıca unutmamalıyız ki, düzenin baskıcı, zorba mantığının geriletilmesi muhalif kimliğe sahip olsun ya da olmasın ezilen, dışlanan, hakları gasp edilen herkesin hayrınadır.