Abdurrahman Dilipak
Dün nerede kalmıştık
Dün başlayıp, bugün de devam eden yazımı, İstanbul Sözleşmesi etrafında kopan fırtınanın bugün Boğaziçi’nde esen rüzgârın arkasındaki derin gerçeği, ne oluyor, neden oluyor, nasıl oluyor anlamak isteyen genel merkezi, parti grubu, teşkilatı ve AK Parti’ye oy veren seçmenine ithaf ediyorum!
Evet, 2011 yılının Mayıs ayında İstanbul’da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu toplantısında imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi, 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi.
29 Kasım 2011’de 6251 sayılı kanunla kabul edilen sözleşme ile birlikte “Toplumsal Cinsiyet” kavramı meşrulaştırıldı ve bu çerçevede cinsel deneyim, tercih ve yönelim pozitif ayrımcılığa tabi bir tercih konusu haline geldi. Zaten 5 Nisan 2013’de de LGBT kurumsal olarak sosyal medyada yerini alırken, eş zamanlı olarak ETCEP (Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği) eylem planı kamuda, üniversite ve eğitim kurumlarında, yerel yönetimde yerini aldı. (Sonradan ETCEP’ten vazgeçildi ama..)
28 Haziran 2015’de İstanbul’da ilk LGBT onur yürüyüşleri başladı. 01.06.2015’de Beyoğlu’nda dağıtılan AK Parti logolu bir broşürde “AK Partili olmayan, muhafazakâr olmayan insanlar yaşam tarzına müdahale edildiğini düşünüyor. Sizden farklı insanların yaşam tarzlarına müdahale ettiğinizi düşünüyor musunuz?” sorusu soruluyor ve karşı sayfada şu cevap veriliyordu: “Türkiye, Ramazan ayının ortasında İstiklal Caddesi’nde Gay Pride yapabilen bir ülke muhafazakâr insanların daha görünür olması, kimsenin hayat tarzına müdahale edildiği anlamı taşımıyor. (…) AK Partinin kimsenin yaşam tarzına müdahale etme gibi bir niyeti asla olmadı. 13 yıllık süreçte yalnızca mağdur kesimlerin eşitliği için mücadele edildi.” Broşürde, LGBT bayrağı ve “İbne, dönme el ele, ahlaksız devrime!” pankartının fotoğrafı kullanılıyordu. AK Parti bir komplo ile karşı karşıyaydı: “AK Parti LGBT Bireyleri” adıyla kurulan grup üyeleri Cumhurbaşkanı adayı ve Başbakan Erdoğan’ın İstanbul mitingine katılarak Twitter hesaplarından Erdoğan’ın önünde açtıkları ‘gökkuşağı’ bayrağının fotoğraflarını yayınlıyorlardı. O yıl Türkiye’de LGBT dernek sayısı 22 oldu. “Müslüman LGBT’liler” diye ortaya çıkarak kendileri için evlenme hakkı ve cami istiyenler oluyordu. 31 Ağustos 2016 tarihine gelindiğinde Soylu’nun bakanlık görevine geleceği günlerde, pasaportlarımıza ve nüfus cüzdanlarına “Gender” yazılması kararı çıkmıştı bile. İslami kesimden tepkiler gecikmese de, aslında çok geç kalmışlardı. Biz Lanzarote Sözleşmesi’nin de çok geç farkına vardık. Bu sözleşme 25.10.2007 yılında kabul edilmiş ve birçok ülkede 1 Temmuz 2010 yılında yürürlüğe girmişti. 25.11.2010 tarih ve 6084 sayılı kanunla onaylanan “Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesi” 18.7.2011 tarihinde TBMM’de kabul edilerek yürürlüğe girmişti.
6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 8.3.2012’de TBMM’de olağanüstü kısa bir sürede bütün Milletvekillerinin oy birliği ile kabul edildi.
İstanbul Sözleşmesi ile birlikte bir de GREVIO var. İzleme, değerlendirme, derecelendirme ve yaptırım yetkisine sahip GREVIO Türkiye’ye İlişkin İlk Değerlendirme çalışmalarına 2017’de başladı ve raporunu 15 Ekim 2018’de açıkladı. Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Eylem Uzman Grubu GREVIO Türkiye’ye ilişkin ilk değerlendirme raporunu açıkladı.
İstanbul Sözleşmesi’nde MEB üzerinden gerçekleştirilen bir de “ETCEP Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi” var. ETCEP, UNESCO’nun 2009 yılında cinsiyete duyarlı okulların sahip olması gereken özellikleri bir plana dönüştürüldü ve 2014-2016 yıllarını kapsayan süreçte MEB 10 il ve 40 pilot okulda bu çalışmaları başlattı. KADEM bu projede “Toplumsal cinsiyet”i kadın ve erkekle sınırlı olarak tanımlarken, “eşitlik” yerine “Adalet” kavramını esas alan bir yorumla dolaylı bir şekilde destekledi. Esasen “Toplumsal cinsiyet” öncelikle insanı din, ahlak ve gelenekten bağımsız bir BİREY’e dönüştürmeyi hedeflerken, biyolojik cinsiyet yerine, GENDER diye tanımlanan LGBTIQ+ şeklinde “Vehbi” değil, “Kesbi”, cinsel deneyim, yönelim ve tercihe dayalı bir cinsiyeti esas alıyor. Ancak kılavuz içinde geçen “Veliler arasında dil, din, ırk, kültür, cinsiyet, cinsel yönelim vb. hiçbir ayrım yapılmaz” yargısındaki ‘cinsel yönelim’ ifadesi, cinsiyetin biyolojik olarak doğuştan getirilen bir özellik olduğu gerçeğini göz ardı etmekte ve gayri ahlaki olan bu tutumu meşru bir zemine taşıma hedefine kapı aralamaktadır. KADEM 15 Ocak 2019’da yayınladığı mütalaasında bu durumu not eder. Milli Eğitim de ETCEP’den geri dönmüştür.. Ancak çok geç kalınmıştır. 2009’da atı alanlar, 2014’de MEB üzerinden okula girenler, on yıl sonra oyunun farkına vardıklarında, Üsküdar’ı çoktan geçmişlerdir. Bize, “emri bil maruf, nehyi anil münker”i, nasihati, vasiyeti, ailelere toplumsal cinsiyet konusunda nötr kalmalarını tavsiye edecek kadar savurdular. Bilmediğimiz şeylerin peşine düştük. Ülkenin önündeki tek sorunlu yasal düzenleme bunlar değil. Mesela şu günlerde TBMM’de görüşülmeye başlanacak “gıda güvenliği” ile ilgili düzenleme de yeni bir kriz odağı olabilir. Yasa gıdaya yönelik ifade özgürlüğünü kısıtlıyor.
Hayvan hakları yasası ayrı bir bela. Terörün finansmanı ile ilgili yasa yakın gelecekte Türkiye’nin başına büyük bir bela açacak gibi duruyor. 5G de öyle bu HES Kodu da.
LGBTİ konusunda, iş bugünkü noktaya gelince Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz yıl Onur Haftası’nda da Bakanlar Kurulu toplantısının ardından LGBTİ+’ları hedef alarak şunları söylemişti: “Büyük ve güçlü Türkiye hedefine ulaşana kadar mücadeleyi bırakmayacağız. Birileri yine sinsice milli ve manevi değerlerimize saldırıyor. İnsanlık tarihi boyunca hep lanetlenmiş sapkınlıkları normalleştirerek, genç dimağları zehirlemenin peşindeler. İnancımıza ve kültürümüze aykırı bu tür marjinal akımları destekleyenler bizim gözümüzde aynı sapkınlığın ortaklarıdır.”
Eee, ben boşuna demiyordum “AK Parti içindeki FETÖ’nün zihniyet ikizi AKP’liler” diye..
O gün Gezi Parkındaki olaylara destek veren sermaye sahipleri, İstanbul Sözleşmesi’nde normalleştirilmeye çalışılan, şimdi “edepsiz, ahlaksız” diye tanımlanan topluluk, “Boğaziçi”nden bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a meydan okuyor.
Yola çıkarken beraber olduğunuz “Dava arkadaşları”nızla aranıza mesafe koyup, yolda bulduklarınızla yola devam ederken, “dava arkadaşlarınızla davacı olunca” olacağı buydu. “Ne oldum” delisi derlerdi eskiler, o “sen benim kim olduğumu biliyor musun” diye çevresine afra-tafra satan “ne oldum delileri” orada olduğu, terfi ettirildikleri, itibar gördükleri sürece bundan sonra olacaklar belli.
Selam ve dua ile.