İbrahim Karagül
Dünyayı değiştiren 5. ülke Türkiye mi olacak?
Geçtiğimiz hafta, "Yıldızı parlayan ülkeler" derken, aslında pek de dikkatle izlemediğimiz bir sürecin izlenmesi ve tartışılması için adeta çağrı yapıyordum. ABD'nin öncülük ettiği "nükleer güvenlik zirvesi", İran'a ambargo pazarlıklarının dışında bir gerçeği daha ortaya koydu. "BRIC ülkeleri" dediğimiz Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin, dünyanın ekonomik ve siyasi ağrılık merkezini derinden etkileyecek adımlar atmaya devam ediyor. Washington'daki zirveden hemen sonra, Birezilya'nın başkentinde bir araya gelen dört büyük güç, "üçüncü dünya" algısını yerle bir edercesine, fay hatlarında şiddetli sarsıntılara neden olabilecek bir gövde gösterisi yaptı.
Washington'ın bütün ikna çabalarına rağmen İran ambargosuna direnen bu ülkeler, Luiz Inacio Lula'nın dediği gibi, "yeni küresel ekonomik coğrafya"nın doğuşunu ilan ettiler. Her ne kadar kendi aralarında sert bir yarışın içinde olsalar da, dört ülke de, artık dünyanın merkezi olmayacağını çünkü çok kutuplu dünyaya geçildiğini, küresel düzenin şekillenmesi için yeni siyasi konsensus oluşturulması gerektiğini, Güvenlik Konseyi'nin adil bir temsil sistemine ulaşmasının ve yeniden yapılandırılmasının zorunlu olduğunu yüksek sesle dile getiriyor. ABD ve Avrupa'nın uykularını kaçıracak bir girişim bu. ABD ve Avrupa'nın Orta Asya ve Güney Asya üzerinden Rusya ve Çin'i çevreleme stratejisine karşı, bu iki ülke Orta ve Latin Amerika'da derin izler bırakacak kalıcı adımlar atıyor. Brezilya'nın en büyük ticari ortağı haline gelerek ABD'yi ikinci plana düşüren Çin, 20 milyar dolarlık anlaşma ile Venezüella'ya yerleşiyor. Benzer adımlar Rusya'dan da geliyor. Moskova Orta Amerika ülkelerini adeta silaha boğuyor.
BRIC ülkelerinin 2009'da Yekaterinburg'da yapılan ilk zirvesini hatırlayalım. Global milli gelirin yüzde 15'ine sahip, 2050 yılında dünyanın ilk beş ekonomisinden dördünü oluşturması beklenen, global büyümenin neredeyse yüzde 70'ini gerçekleştiren, küresel kaynakların çok önemli bir bölümünü kontrol eden dört ülke, ikili yakınlaşmanın ötesinde ilk kez küresel ortak tavır için bir araya gelmişti. Küresel ekonomik sistemi değiştirmeyi, ABD Doları'nın hegemonyasını kırmayı, ulusal para birimlerini güçlendirmeyi, yeni küresel rezerv para birimi oluşturmayı, ekonomik krize karşı ortak hareket etmeyi, kendi aralarındaki ticarette dolar kullanmamayı içeren çok önemli kararlar alındı bu zirvede.
O zaman, ekonomik krizi hafifletme, ticaret ortaklıkları, bölgesel yakınlaşmalar öncelikliydi. Ancak aklı başında herkes, sürecin önümüzdeki yıllarda Asya'nın yükselişine, yeni siyasi ağrılık merkezi oluşuna, ABD ve Batı'nın küresel hakimiyetinin sınırlanmasına imkan sağlayacak siyasi bir platforma dönüşeceğinin farkındaydı. ABD'nin finansal sıkıntılarını gideremeyeceği, dünya ekonomisini istediği gibi yönetemeyeceği, kaynaklar ve piyasalar üzerindeki belirleyici gücünü kaybedeceği, bu tartışılmaz ayrıcalığının sağladığı siyasi kontrol gücünün de paralel biçimde eriyeceği gerçeği üzerine yeni bir dünyanın şekillenişine, yeni bir eksenin doğuşuna tanık oluyorduk.
Rusya, ticarette yerel para birimi kullanacaktı. Çin, Brezilya, Malezya ve Afrika ülkeleriyle ticarette kendi para birimi kullanacaktı. Körfez ülkeleri ortak para birimine geçecekti. Rusya yakın çevresindeki ülkelerle ortak para kullanımı gündemdeydi. Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan ülkelerin kriz sonrası dünya ekonomisindeki ağrılıklarının hızla artması bekleniyordu. İşte bu eğilim, bugün daha da belirgin hale gelmiştir.
"Yıldızı parlayan ülkeler" arasındaki bu yakınlaşma, yakın gelecekte sürprizlere zemin hazırlayabilir mi? Neden olamasın! Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Washington'dan Brezilya'ya geçti. Türkiye ve BM Güvenlik Konseyi üyesi olan Brezilya, İran konusunda ortak bir çalışma yapıyordu. İki ülkenin yaklaşımı ile Rusya ve Çin'in yaklaşımının yakın olduğunu söylemeye gerek bile yok. Türkiye ve Brezilya'nın sadece İran krizine bakışında değil, birçok uluslararası gelişmeye bakışında olağanüstü bir benzerlik görülüyor çünkü. Gelecekte bölgesel ve küresel etkilerini artıracağına inanılan iki ülke, sadece İran konusunda değil, Batı'nın tek yanlı dünya oluşturma projelerine de kuşkuyla bakıyordu. Tekrar edelim:
Türkiye'nin de içinde yer aldığı ülkeler, kriz alanlarına yönelik tavırlarıyla dünyanın ağrılık merkezlerini test ediyor ve kendi güçlerini tartıyor. Bir güç mücadelesi, var olma mücadelesi bu. Çin ve Rusya dışında Hindistan, Türkiye, Brezilya gibi, kendi bölgelerinin etkin güçleri, küresel ölçekte yeni aktörler olarak öne çıkma yolunda kararlı adımlarla ilerliyor. Bu ülkeler, olağandışı bir değişiklik olmazsa, varolan statükoyu sorgulamaya, buna göre pozisyonlarını güçlendirmeye, küresel iktidardan haklı paylarını almaya odaklı politikalara devam edecek. Çünkü, dünyanın patronları eskisi kadar güçlü değil. Yeni merkez güçler, bu ülkelerin rolünü şiddetli sorguluyor, kendi doğrularında diretiyor, kolay kolay ikna olmuyor artık.
Brezilya'nın ekonomik açılımlarına, siyasi söylemlerine dikkat edersek, Türkiye'ninkiyle ne kadar örtüştüğünü kolay farkederiz. İki zinde güç tarih sahnesine çıkarken, hiç kimsenin arka bahçesi olmama gibi, ilkesel bir kararlılıkla hareket ediyor ve yeni bir siyasi dil geliştiriyor. BRIC ülkelerinin ısrarla, "yeni oluşum Batı'ya meydan okuma değil" derken, Türkiye ve Brezilya da, kendi bölgesel ve küresel açılımlarının bir meydan okuma olmadığı konusunda dikkatli bir söylem kullanıyor.
NATO üyesi olan, ABD ile köklü ortaklık geleneği bulunan, Avrupa Birliği ile entegrasyon pazarlıkları devam eden Türkiye, adını dünyayı değiştirmeye ayarlı ülkelerin yanına da yazdıracak gibi. Batı başkentlerinde, ekonomi ve güvenlik çevrelerinde dikkatli izlenen dört ülke kadar, son yıllarda Türk diplomasisi ve açılımının da tartışılıyor oluşu, "Türkiye ne yapmaya çalışıyor" sorusunun cevabının aranması tesadüfi değil.
Dünyayı değiştirenlere Türkiye de katıldı. Heyecan verici gelişmelere tanık oluyoruz.
yenişafak