Düşmanımın Düşmanı Her Zaman Dostum Olmuyor!

Düşmanımın Düşmanı Her Zaman Dostum Olmuyor!

Taliban’ın Amerika’yı zillet içinde Afganistan’dan defetmesine sevindik. Çok da mutlu olduk. Ancak Amerika’nın Laik seküler düşmanları Amerika’nın yenilgisine

Emin Güneş / Düşmanımın Düşmanı Her Zaman Dostum Olmuyor!

Taliban’ın Amerika’yı zillet içinde Afganistan’dan defetmesine sevindik. Çok da mutlu olduk. Ancak Amerika’nın Laik seküler düşmanları Amerika’nın yenilgisine sevineceklerine konu Talibanın ve bir bakıma Müslümanların zaferi olduğu için üzüldüler. Adeta kahroldular. Bu nedenle Amerika Taliban ile yeniden savaşacak olsa Amerika saflarından savaşmaktan kaçınmazlar.

Tıpkı direniş cephesinin Amerika’ya karşı kazandığı zaferler karşısında üzülen mezhepçiler gibi. Onlar da Amerika’ya düşmanıdırlar ancak konu “direnişin zaferi” olunca tercihleri Amerika’dan hatta İsrail’den yanadır. Direnişi çökertmek için İsrail’le birlikte saldırmayı arsızca hayâsızca dile getirdiler.

Bunda şaşılacak bir durum yok. Daha ilginç bir örnek vermek isterim. Biz Müslümanlar Siyonist rejimden nefret ederiz. İşgalci, katliamcı ve zalim oldukları için onlarla savaşır, şehitler veririz. Ama aynı Siyonist rejime düşman olan aşırı Siyonistlerin nefreti bizimkinden fazladır eksik değil! Nitekim İsrail Cumhurbaşkanın Rabin, aşırı sağcı bir ultra-Ortodoks olan Yigal Amir tarafından 4 Kasım 1995 akşamı öldürüldü. Sebebi Oslo Anlaşmasıydı. Katil Yigal, zalim devletin Müslümanlara yönelik katliamlarını yetersiz görüyordu.

Bu örneklerden anlıyoruz ki “Düşmanımın düşmanı dostumdur” sözü mutlak doğru bir söz değildir. Dostluk ve düşmanlıkların kökenleri, sebepleri, gerekçeleri irdelendiğinde düşmanımın düşmanı bırakın dostum olmayı, çok daha azılı düşmanım dahi olabilir.

Merhum İmam Humeyni’nin: “Amerika, İngiltere’den kötüdür; İngiltere, Amerika’dan kötüdür. Rusya, her ikisinden kötüdür; hepsi birbirinden kötüdür; hepsi birbirinden ‘necis’tir. Ancak; bugün ‘işimiz’, Amerika ile!” Dediği gibi, bu gün biriyle savaşıyor olmak, diğerleri ile dostluk anlamına gelmez.

Efendimiz’ in (sav) savaş stratejisini, “güney düşmanı müşriklerle savaşmadan önce kuzeydeki Yahudilerle anlaşma; Yahudilerle savaşmadan önce Müşriklerle anlaşma” şeklinde öğrenmiştik. Medine sözleşmesi bu manada bir stratejik ittifak örneğidir. Bu sözleşme “Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin” açık emrine muhalefet olarak anlaşılıp yorumlanamaz. Dostluk ve sırdaşlık ile stratejik ittifaklar farklı şeylerdir. Düşmanla stratejik ittifak yapılır ama dost olunmaz. Düşman her zaman düşmandır.

Müslümanların Kâfirlerle savaşırken Kâfirlerden destek alması büyük başarı kabul edilir. Mesela Osmanlı devleti henüz beylik aşamasında iken Kantakuzen’ den yardım almış bu yardım sayesinde Balkanlar’a geçmeleri ve dolayısıyla İstanbul’un fethi kolaylaşmıştır.

Müslümanların Müslümanlarla savaşırken Kâfirlerden destek alması ise büyük zillet ve alçaklıktır. Harre vakasında Medine’yi basan talan, tecavüz ve katliamlarda bulunan ordunun içinde Rum askerlerinin bulunması ancak alçaklıkla izah edilebilir. Medine’yi talan ve sahabeyi katil fermanı veren Yezit, sözde Rumların üzerine sefere giden ordunun komutanlarından idi.

Onların çocukları da atalarının izinden giderek şimdi İslam beldelerini işgal edenlerin komutasında talan, tecavüz ve katliamlarda bulunuyorlar. Özellikle işgalci Siyonist rejimle kirli ilişkilerini alenileştirirken hiçbir şeyden çekinmiyorlar.

Küresel Siyonizm ve özellikle işgalcilerle savaşanlarla işbirlikçilerini ayırt edemeyen basiret fukaralarına yazıklar olsun!

islamianaliz