Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

El'Beşîr, Böldürdüğü Ülkesinin Başında Nasıl Kalacak?

Bölünmeyi önlemek" adına darbe yapan El"Beşîr, şimdi, böldürdüğü Sûdan"ın başında nasıl kalacak?

Sudan..

Biraz daha dikkatli bir okuyuşla Sûdan.. Yani, karalar ülkesi.. Sevadan da denilmiş.. Sevde, sevad,  kara demek.. Aynı kökten gelen "esved" kelimesini de meşhur bir isimden hatırlayabiliriz, "Hacer-ul"Esved"..  

"Hacer"ul Esved", hatırlanacağı üzere, Kâbe"nin bir köşesinde bulunan ve Kâbe"yi ziyaret edenlerin öpmek için birbirini âdetâ çiğnediği ve Hz. Ömer"in ise, "Ey taş, eğer seni Peygamber"in öptüğünü görmeseydim, parçalardım.." dediği meşhur "karataş.."

Çocukluğumuzda, bir de karalama defterimiz olurdu.. Ona müsvedde defteri derdik.. İşe yaramaz kağıdlara da müsvedde kağıd denilir..

Yani, örneklerden de anlaşılacağı üzere, Sûdan, "karalar diyarı" mânasında bir isim..

Ama, tarihte Sûdan denilen coğrafya, sadece bugünkü Sûdan"dan ibaret değil..

Sûdan denilen diyar, gerçekte, Afrika"nın siyasî coğrafyasındaki sınırlar içindeki yer değil.. Afrika"nın ortasında, doğuda Kızıldeniz kıyılarından başlayıp, bir kuşak halinde, batıda, Atlas Okyanusu kıyılarına varıncaya kadar, bugünkü bir çok ülkeyi; Çad, Nijer, Nijeria, Kenya, Kamerun, Zaire (Kongo), Orta Afrika Cumhuriyeti, Gabon, Fildişi Sahili, Gana, Gine, Senegal vs. irili-ufaklı ülkeleri içine alan ve yaklaşık 30 milyon nüfusu içine alan bir kuşak idi.

Ki, Nijeria da, negro/ kara"dan gelmekte olup, "karalar ülkesi" mânasında..

Ama, biz bu gün Sûdan deyince.. Dar mânada, Mısır"ın güneyinde, Kızıldeniz"in batı sahillerinden başlayıp, Afrika"nın orta içlerine kadar uzanan ve nüfusu, yaklaşık 30 milyonu bulan ve 9 Temmuz gününe kadar 2,5 milyon km. kare olan; şimdi ise, yaklaşık 2 milyon karelik bir ülkeyi anlıyoruz.. Bu ülkenin 600 bin km. kare kadarlık kısmı ise, Güney Sudan adıyle ve yeni bir bağımsız ve de 193. devlet olarak dünya sahnesinde, artık..

*

Sûdan deyince.. Mehdî-y"i Sûdanî / Sûdan"lı Mehdî"yi hatırlamamak olmaz..

Ahmed Muhammed Mehdi-y"i Sûdanî, 1870-1880"lerde ingiliz emperyalizmine ağır darbeler indirmiş bir müslüman lider..

Kendisinin Mehdi olduğuna inanıyor- inanılıyordu.. Ve, yüzbinlerce de murîdi vardı..

Hattâ beşerî kaynaklı olan Hind dinlerinde bile var olan ve bir kurtarıcının, zuhûr edeceği inancına göre şekillenen Mehdî anlayışı ayrı bir konu..(Bu arada hemen belirtelim ki, Daha dün, 9 Temmuz günü İran"da, İnqılab Rehberi Seyyîd Ali Khameneî, Mehdî inancında,  bir inhiraf / sapkınlık tuzağı tehlikesine işaret ediyor ve "ancak bugünkü mevcud durumdan razı olmayanların Mehdî beklentisi içinde olabileceklerine ve amma, bu konudaki rivayetlerin pek çoğunun son derece zayıf, saptırıcı  ve hurafe olduğuna; itibar edilebilecek rivayetlerin de hayata tatbikinin son derece zorluğuna dikkat çekiyordu, ilginç konuşmada..)

*

Mehdi beklentisi, Mehdî"y-i Sûdanî Hareketi, Gordon Paşa, ve de İstanbul"un zor durumdaki ağır tavrı..

Mehdî-y"i Sûdanî"nin hareketi öncesinde, ingiliz işgal ordusunun komutanı General Gordon, halk arasında, yaptığı korkunç zulümlerle ün salmış ve halk patlama noktasına gelmişti..  (Ki, hristiyan-arab yazarlarından ünlü Corgi  Zeydan da o dönemde, Gordon Paşa"nın tercümanlığı yapmaktaydı..) O atmosfer, Mehdî"y-i Sûdanî"nin ortaya çıkmasını da, harekete geçmesini de kolaylaştırmıştı..  İşte öyle bir zaman diliminde, Mehdî, ingiliz emperyalizminin işgaline karşı çıkmak için, mızrak,ok, kılıç ve hafif tüfeklerden başka silahı olmayan 60 bin kadar müridinden oluşan ordularını harekete geçirip, Khartum"da, Nil üzerindeki bir adada bulunan Omdurman Kalesi"ne yaptığı baskında, başta, General Gordon olmak üzere, tepeden tırnağa en modern silahlarla donanmış 12 bin kadar ingiliz askerini, bütünüyle imha etti..

Haber, Londra"ya ulaştığında, Kraliçe Victoria"ya derin üzüntüden felç oldu..

Mehdî"nin kurduğu hükûmet, tabiatiyle çok çetin problemlerle karşılaşacaktı.. Mehdî-y"i Sudanî  vefat ettikten sonra, onun hükûmetini yardımcıları da bir müddete daha sürdürdüler.. Ama, ingiliz emperyalizminin entrikaları bitmedi, 20 yıl kadar süren çetin mücadelelerden sonra, milâdî-1900 yılına girerken, ingilizler, Sûdan"da, Mehdî Hükûmeti"ne bütünüyle son veriyor ve kontrolü ele geçiriyordu..

Ama, Mehdî-y"i Sûdanî"nin mücadele ve hatırası unutulmadı ve Sûdan halkı tarafından bugün de derin bir ihtiramla anılmaktadır.

*

Burada, acı bir noktayı daha işaret edelim..

130 sene önceleri hatırlayalım..

Hicrî-Qamerî takvimin 1293 yılına rastladığı için, tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen ve Rusya karşısında korkunç şekilde yenildiğimiz 1877-78"deki büyük facia sırasında, Rus ordularının, 500 yıla yakın bir süre elinde Osmanlı"nın elinde bulunan bugünkü Romanya ve Bulgaristan üzerinden taa İstanbul önlerine, Yeşilköy"e; Doğu Anadolu"da ise, Kafkaslar"dan aşıp taa Erzurum"a kadar geldikleri bir sırada, tahta yeni geçmiş bulunan 2. Abdulhamîd, ingilizlerden yardım ister.. İstanbul"un Rusya"nın eline geçmesini İngiltere de istememektedir. Ama, ingiliz emperyalizmi, öyle kolayca yardım eder mi, kendisine yüzyıllarca rakib olmuş bir gücün bu zayıf durumundan istifade etmeye kalkışmaz mı?

Nitekim, İngiltere bazı şartları koştu..

"Ordularımı yerleştireceğim bir üss vermelisin..  Mesela Kıbrıs, en münasibidir..

Bir de, Mehdî-y"i Sûdanî"nin suçlanması gerekmektedir.."

Ama, "vur denilince, öldür anladı.."  dedirtecek şekilde, ulemâmız, Mehdî-y-i Sûdanî"yi; Halîfe"den, -yani Osmanlı Sultanı"ndan izinsiz hareket ettiği için- sadece âsî ve bagî ilan etmekle kalmadı; onun inançlarındaki bazı aşırılıkları delil göstererek, bir de tekfîr etti..

(Yıllarca önce, Nijerya"lı bir tarih prof."u ile Hicaz"da sohbet ederken, söz Mehdî-y-i Sûdanî"ye gelince.. Ona, İstanbul"dan takınılan tavrın utancını hissetmiştim, âdetâ ben sorumlu imişim gibi.. İlginçtir, benim hislerime katılan muhatabım, benim yerime o tavrın  gerekçelerini sıralayıverdi.. "Ama, İstanbul, Rusya"nın eline düşmek üzereydi.. Ogünkü dünya şartlarında İngilizlerden başka bir güç de yoktu, Rusya"yı durdurabilecek.. İngilizler de ellerine böyle bir fırsat geçmişken, Mehdî-y"i Sûdanî"yi de lanetlettirmeyi gerekli görüyordu.."

Onları ben de biliyordum, ama, o gerekçeleri ben söylemeden, bu Nijerya"lı kardeşin konuya böylesine bir yaklaşım sergilemesi daha bir mânalıydı..)

Mehdî-y"i Sûdanî"nin, -doğrudur ki- bazı inançlarında tartışılacak yönleri vardı; ama, o günün dünyasında, maddî açıdan bir supergüç olan ingiliz emperyalizmine karşı, o kesin inanç olmasaydı, o ilkel silahlarla başka nasıl karşı konulabilirdi?

Ekliyelim:

(Arabların, Cûrdûn Başâ / Paşa dedikleri) General Gordon"un Sûdan macerası 40 yıl öncelerde, Avrupalılarca filme alındı.. Gordon, orada güya, medeniyetin, insanlığın sembolü olarak bulunuyordu. Ama,  ilkel, vahşi insanlar onu  ve askerlerini korkunç şekilde katletmişlerdi.. Bu film, 27-28 yıl öncelerde Türkiye televizyonunda gösterildiği zaman, (ki, özel tv. ler yoktu) halkımızdan nicelerine de onun "yüksek insanlık misyonu"(!?)nu yerine getirmek için bulunduğu Sûdan"daki acı âkıbetine, onun "insanlık hizmetinin karşılığının öylesine acı bir sonuç olması"(!)na gözyaşı döktürülmüştü..

*

Sûdan, Mısır"la birlikte onyıllar boyunca, ingilizlerin fiilî vesayeti altında kaldı.. 1950"lerin artasında siyaseten ve şeklî bir bir istiklal/ bağımsızlık elde ettiği zaman, yönetim kadroları büyük çapta yine ingiliz. emperyalizminin örtülü etki ve kontrolü altındaydı.. Bu yüzden, bir türlü halkın itirazları bir türlü yerine gelmiyor ve protestoların, sosyal çalkantıların sonu gelmiyordu..

Numeyrî diktatörlüğü dönemi, Hasan Turabî-Sâdıq el"Mehdî çekişmeleri  ve John Garang"ın ilginç sonucu..

Sonunda, 1967"lerde, Sâdıq el"Mehdi isimli 24 yaşındaki bir genç, Mehdî-y"i Sûdanî"nin torunu olarak başbakanlığa getirildiyse de, 6 ay kadar sonra o da kenara konuldu..

1969 yılında, General Cafer en"Numeyrî bir askerî darbeyle iktidarı ele geçirdi..

Numeyrî, o dönemde arab dünyasında moda olan bir eğilimle, başlangıçta sosyalist sloganlarla hareket etti.. Bu eğilim, derin bir fakirlik çukurunda bulunan Sûdan halkı için de sevimsiz değildi..

Bu arada, Sûdan müslümanlarının seçkin isimlerinden Hasan Turabî de, Numeyrî"ye yaklaştı.. Turabî, hattâ, Numeyrî"nin partisi olan Sûdan Sosyalist Partisi"nin Genel Sektererliği"ne ve ayrıca Adâlet Bakanlığı"na bile geldi.. Bu arada, üniversitelerde toparlanmakta olan müslüman gençlerden bir kadroyu devlet mekanizmasına yerleştirmeye başladı..

*

Ama, Mısır"ın Sovyet kampından ayrılıp, Amerikan tarafına yatmasından sonra, bu durumdan kaçınılmaz olarak Sûdan da etkilenecekti.. Ve USA emperyalizmi, devlet mekanizmasındaki bu müslüman kadroların yerleştirilmesine göz yumamazdı. Numeyrî, B. Amerika"ya yaptığı bir gezi sırasında Hasan Turabî"nin bütün kadrolarını yönetim mekanizmasından ve üniversitelerden bir gecede temizleyiverdi, onbinler halinde..

Numeyrî, sırtını Amerika"ya daha bir şekilde muhkem dayamakla, zâhiren daha da güçlü idi, ama, Sûdan içinde gücü iyice kırılmıştı..

Sonunda, 1985 yılında, Numeyrî, General Muhammed Savar"uz"Zeheb liderliğindeki bir darbe ile iktidardan uzaklaştırıldı..

General Savar-uz"Zeheb, "müslüman" kimliğiyle bilinen bir kimse idi ve askerî hükûmet"in hemen bir serbest seçim yaptırıp, halk kimi seçerse, iktidarı ona devredeceğini ve darbenin birinci yıldönümünde,  bu devir işleminin gerçekleştirileceğine söz verdi.

Ve dediğini de yerine getirdi, darbecilerde pek görülmeyen bir ahde vefâ anlayışıyla..

*

Ancaak, yapılacak seçimler öncesinde, Mehdî Ailesi"nden iki isim arasında, Sâdıq el"Mehdî ile enişte olan Hasan Turabî arasında öteden beri var olan ideolojik ihtilaf daha bir derinleşmişti.. Her ikisi ayrı partilerin liderleri durumundaydılar.. Sâdıq el"Mehdî, girdiği seçimlerden başarıyla çıktı, Turabî ise Meclis"e bile giremedi..

Sâdıq el"Mehdî"nin hükûmet kurduktan kısa süre sonra, İran İslam Cumhuriyeti"ne gitmesi, Amerikan emperyalizmini hışımlandırdı.. (Aynı şekilde bir tavrı, 10 yıl sonralarda, Necmeddin Erbakan da Ağustos-1996"da tekrarlayıp ilk dışgezisini İran"a yapacak, USA emperyalizmiyle içerdeki 70 küsur yıllık kemalist-laik rejimin derin güç odaklarını küplere bindirecek ve aleyhine entrika çarklarının daha bir hızlı döndürülmesi hemen başlatılacaktı..)

Sâdıq el"Mehdî"nin iktidarı sırasında, emperyalist odaklar, Güney Sudan"da daha çok animist,/ yerli Afrika dinlerine bağlı olanlarla hristiyanlardan oluşan halk kesimi adına, John Garang liderliğinde ayrılık mücadelesi veren Güney Sûdan Halkı Özgürlük Ordusu"nun isimli silahlı mücadele teşkilatı daha geniş imkanlarla donatılarak, Sûdan merkezî hükûmeti aleyhine saldırılarını güçlendirdi.. Bu arada, Amerikan senatörlerinin Kenya"dan Sûdan"a izinsiz olarak girip, Garang"la görüşmelerde bulundular..

Bu doping etkisiyle, Garang"ın ordusu Khartum"a doğru daha bir güçlü yürümeye başladığında..

*

"Ülke bütünlüğü tehlikede" diyerek darbe yapan bir general, sonunda..

General Ömer el"Beşîr, "ülkenin bütünlüğünün tehlikeye düşürüldüğü ve bölünmeyle yüzyüze gelindiği" gerekçesiyle bir askerî darbe yapıp  Sâdıq el"Mehdî"yi iktidardan uzaklaştırdı ve bu sırada en büyük destekçisi olarak ortaya Hasan Turabî çıkıverdi.. Sâdıq el"Mehdî hapse ve sonra da sürgüne gönderilirken, Turabî de Sûdan Meclis Başkanlığı"na getirildi..

Hasan Turabî"nin yüksek tahsil görmüş kadrolar üzerindeki derin etkisini de destek güç alarak yedeğine alan El"Beşîr,  gerçekte, Baas ideolojisinin Sûdan ordusundaki elemanlarındandı.. 

Nitekim, işbaşına gelir gelmez, Saddam"la yakın ilişkiler içine girdi ve İran"la da ilişkilerini soğuk tutmak istediğini göstermek için, Tahran"daki Sûdan Büyükelçiliği"ni kapattı..Gerekçe olarak da, İran radyo-tv."nundan, "Amerika, Sûdan"da bir askerî darbe daha yaptı.." şeklinde bir yorum yayınlanmasını gösterdi..

Ancaak, Ağustos-1990 başında Saddam, Kuveyt"i işgal edip, Amerika"yla karşı karşıya gelince.. El"Beşîr, Saddam"ın yanında durup durmamak konusunda tereddüdler geçirdi.. John Garang ise, bu durumdan istifade ederek saldırılarını daha bir güçlendirmişti..

El"Beşîr, Saddam"a arkasını döndü ve İran"a yöneldi, Tahran"daki büyükelçiliğini yeniden açtı, ve hattâ, dönemin İran Cumhurbaşkanı Hâşimî Refsencanî"yi Sûdan"a davet edip, görkemli törenlerle karşıladı.. El"Beşîr artık İslamî eğilimi güçlü bir general olarak anılmaya başlandı, Hasan Turabî"nin de pazarlamasıyla..

Ve nihayet, yine Hasan Turabî"nin etkisiyle, Sûdan"da İslam şeriatinin, kanunlarının hâkim kılınması yolunda bir büyük anayasa değişikliği yapıp bunu hattâ "İslam İnqılabı" diye takdim ettiğinde.. John Garang ve arkasındaki gayrimuslim kitleler, bunu kabul edemiyeceklerini, kendilerinin müslüman olmadıklarını, İslam kanunlarının kendilerine uygulanamıyacağını belirtip, saldırılarını daha bir güçlendirdiler..

"Genel düzenlemenin İslam kanunlarına göre olması" çerçevesinde, gayrimuslimlerin, müslüman olmayanların da özel hukukunun kendi inançlarına göre belirlenebileceği bir yol tercih edilemez miydi?" sorusunun cevabı verilememiştir..

John Garang"ın saldırıları şiddetlenirken, hattâ bir ara, başkent Khartum bile düşecek duruma gelince.. Garang, "Sûdan"ın ayrılması diye bir taleblerinin olmadığını" bile söylemeye başladı.. Çünkü, ülkenin tamamı ellerine geçerse, niçin ayrılsınlardı..

İşte o sırada, emperyalist odakların baskısına ve Garang"ın saldırılarını azaltmak için, El"BeşîrHasan Turabî"yi Meclis Başkanlığı"ndan azletti, göz hapsine aldırttı.. Bu azl ve gözhapisleri, müslüman kamuoyuna, "Sûdan"a yapılan baskıları azaltmak için girişilmiş bir taktik olduğu" şeklinde yalan beyanlarla anlatılmaya çalışıldı, Sûdan büyükelçilik mensublarınca.. Halbuki, öyle bir durum kesinlikle sözkonusu değildi ve o sözler bir yanıltmacaydı.. Ama, birçok çevreler yine de, "Bir ihtimal , öyle de olabilir.."  umudunu bir süre korudular.. Ve sonra, durumun hiç de öyle olmadığı ortaya çıktı..

Daha sonra da, Garang"la uzlaşmaya varıldı, Cumhurbaşkanı Yardımcılığı"na bile getirildi.. Ama, bir süre sonra, 2005 yılında, Garang"ın, teknik hataya bağlı olduğu bildirilen bir uçak kazâsında öldüğü açıklandı..

Bu arada, Usâme bin Laden"in Sûdan"da etkili faaliyetlerde bulunması üzerine, Khartum civarındaki bir çok yerler Amerikan füzeleriyle döğüldü..

Ve karşılaştığı bütün zorlukları başarısız sayılmayacak taktiklerle atlatan El"Beşîr, daha sonra, ülkenin kuzeybtı bölgesindeki Darfur Buhranı"yla karşılaştı..

Darfur" da, yerli ve siyah derili halk, bölgeye, merkezî hükûmetin himayesinde giden arab halkları arasında, ortaya çıkarılan kavmî sürtüşmeler yazık ki, Sûdan merkezî hükûmeti tarafından desteklenen "arab ülkücüleri"  denilebilecek bir silahlı grup olan Canjevit"ler olarak anılan silahlı milis güçleri eliyle ağır  katliâmlarla, sindirilmeye çalışılmıştır.. Ki, bu büyük buhranda Darfur"da yerli halktan öldürülenlerin sayısı yüzbinler olarak ifade edilmiştir.

Tabiatiyle, Sûdan"ı sıkboğaz etmek isteyen emperyalist güçler, El"Beşîr"i Darfur Buhranı dolayısiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi"nce halkına karşı cinayet ve savaş suçu işlemekle ilan etmiş ve yakalanma emri vermiştir.. Ama, o, Darfur"da af uygulayarak, oradaki halkla barıştığına dair görüntüler vermeyi başarmıştır..

*

El"Beşîr, 22 yılı bulan diktatörlüğü sırasında, bir çok problemin üzerinden geçmek başarısı göstermiştir, bu doğru.. Ama, Güney Sûdan"da yıllardır sürdürülen ve ve 2 milyona yakın insanın ölümüne müncer olan gelişmelerin sonunda, 2011 yılı başında Güney Sûdan"da bir referandum yapılmasını kabullenmek zorunda kalan El"Beşîr, o bölgenin yüzde 99"la ayrılık kararı verebileceğini baştan hesab etmiş miydi, bu ayrı bir konu..

Ama, El"Beşîr"in sonunda bu referandum neticesini kabullenmesi ve Güney Sûdan"ı barışçı bir şekilde resmen tanıyacağını açıklaması ve dahası, Güney Sûdan"ın başkenti olan 300 bin kişinin yaşadığı, hiçbir altyapısı bile ve hattâ, doğru dürüst asfalt yolu bile olmayan kocaman bir köy durumunda olan, artık yeni devletin başkenti olan Juba"ya gidip, bağımsızlık törenlerine katılması, yine de ilginçtir.. Ve de,  alkışlanmayı hak etmiştir ve düşmanlığı sürdürmek istemediğini göstermiştir..

Bu yeni ülkenin petrol zenginliği biliniyor.. Sûdan"ın petrollerinin 5"de dördü bu Güney Sûdan"da idi ve buna rağmen, o kadar zenginliklerden bölge halkı istifa ettirilmemişti ve

Böylesine bir adâletsizlik ve ayırım, ayrılığın tohumlarını elbette yeşertecekti..

*

Elbette, Sûdan"ın veya bir başka siyasî coğrafyanın büyümesi veya küçülmesi değil ve olmamalı, problemimiz.. Hele de, müslüman toprakların arasındaki sınırların kalkmasını istemeliyiz..  Ancaak, bunu isterken, zorbalıkların, diktatörlüklerin sürmesine göz yummadan, zâlim yöneticilere, halklarının tepesine haksız olarak yönetici sıfatıyla çöken kişi veya kadrolara alkış tutmadan..

Ve hele de, 22 sene önce, "ülke bölünmenin eşiğine geldi, ülkeyi kurtarmak için.." diye darbe yapıp iktidara gelen bir General"in, 22 yıldır sürdürdüğü saltanatının, diktatörlüğünün sürmesi ve sonunda ülkesinin bölünmesine bizzat imza atması ve buna rağmen de, iktidarını sürdürmesindeki garabet..

Evet, Sûdan, diktatörlük rejimlerinde, yöneticilerin eleştirilemediği, hatalarına, yanlışlarına, zulümlerine karşı çıkılamadığı ve çoğu da müslüman ülkelerinde bulunan rejimlere bir örnek oluşturmaktadır  ve bu anormal durum sürdüğü müddetçe, son 8 aydır arab rejimlerinden pek çoğunu derinden sarsan halk patlamaları kaçınılmazdır..  

Bu yazı toplam 2010 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar