Hasan Karakaya
Ergenekon Taifesi"ni hiç bu kadar aciz görmemiştim
"Muhalefet partileri"ne, özellikle de CHP"ye acıyorum... "Bazı yargı mensupları"na acıyorum... "Kartel gazeteleri"ne acıyorum... "Bazı askerler"e acıyorum... Hemen hepsi "çağdaş", "ilerici" ve "yeniliğin öncüsü" olduklarını iddia etseler de, aslında "irticanın tam göbeğinde" olduklarını gösterdiler... Ne "dünyadaki gelişmeleri" izliyorlar, ne de "değişim"den haberleri var!.. Hemen "her yeniliğe" karşı çıktıkları gibi, hâlâ "durdukları yer"de kazık kakmış gibi duruyorlar, milim kımıldamıyorlar... Başkalarına "değişin" diyorlar ama kendileri "eski tas, eski hamam" devam ediyorlar... Gerçekten acıyorum, üzülüyorum hallerine... Nereye el atsalar, kime bel bağlasalar, hepsi aleyhlerine döndü... Artık "çelik halat"ların kullanıldığı günümüzde, onlar hâlâ "pamuk ipliği"ne bel bağlayıp, ondan medet umuyorlar!.. El attıkları her iş, ellerinde kalıyor... Uzun lâfın kısası, lime lime dökülüyorlar!..
TETİKÇİ, BİNAYA NASIL GİRDİ?
Kusura bakmayın, yeniden "Danıştay cinayeti" meselesine döneceğim... "Bilimsel kuruluş" olduğunu hiç kimsenin ret ve inkâr edemeyeceği TÜBİTAK tarafından hazırlanan rapor; sadece "ak saç ve kara saç"ları öne düşürmekle kalmadı, aynı zamanda "maske"leri de düşürdü... O maskelerin altından ne "öfkeli çehre"ler çıktı, ne "sinsî plân"lar belirdi, hepimiz gördük.
Çünkü "TÜBİTAK raporu"nda, "Danıştay kameralarının arızalı olmadığı" bildiriliyor ve üzerine basa basa "görüntülerin, geri dönülemeyecek şekilde silindiği" vurgulanıyordu!..
İşte bu rapor; "tetikçi Alparslan Arslan"la ilgili iddiaların doğruluğunu da teyid ediyordu.
Bırakın "kamera görüntülerinin bilinçli olarak silinmesi"ni, öncelikle şu soruyu sormak gerekiyor:
Alparslan Arslan, "belinde tabanca" ile Danıştay binasına gidip "X-Ray" cihazından geçti mi?..
Geçti!..
Geçerken, o cihaz "dıt, dıt" diye öttü mü?..
Öttü!..
Peki, oraya "güvenlik görevlisi" olarak dikilen zat, bir "bostan korkuluğu" mudur ki, cihaz "dıt, dıt" ötmesine rağmen, "Alparslan Arslan"ın üzerini aramayıp", elini-kolunu sallaya sallaya yukarı çıkmasına göz yumdu?..
Sorular çok... Ama sadece bu soruyu sormak bile, "kanlı eylem"in, sadece Alparslan Arslan"ın "bireysel" eylemi olmayıp, "organize bir iş" olduğunu göstermeye yeterlidir!..
Şu hâle bakın;
Tam da Alparslan Arslan"ın binada "keşif" yaptığı gün kameralar "bozuluyor"!!!
Ne gariptir ki;
Tam da "cinayetin işlendiği gün", Danıştay binasını gören Sıhhiye Orduevi"nin kameraları da, aniden "bozuluyor"(!) ve görüntü kaydedemiyor, iyi mi?!!..
BREMEN MIZIKACILARI DEVREDE!
"Cinayet" işlendikten "sadece 10-15 dakika sonra" verilen "kartel televizyonları"nın haberlerinde, ısrarla, "Vakit"in hedef gösterdiği" iddia ediliyor!.. Ertesi gün, "kartel gazeteleri"nin hedefinde yine "Vakit" var!.. Onlar da "koro"ya katılıp, "Hedef manşetten, kurşun avukattan" şeklinde başlıklar atıp, olayı "Cumhuriyet"in 11 Eylül"ü" olarak yorumluyorlar!..
Yine "saldırı"dan kısa bir süre sonra, o günlerde Danıştay Başkanvekili olarak görev yapan Tansel Çölaşan, sanki oradaymış gibi, saldırganın "Allahuekber" diyerek tetiğe bastığını söylüyor!..
Dönemin Cumhurbaşkanı A.N. Sezer, saldırının "laik rejime karşı" olduğunu iddia ediyor.
"Aynı koro"ya, CHP de katılıyor!..
Saldırgan "suçüstü" yakalandığı için, hiçbir "delil" aranmadan, yani "telefon görüşmeleri ve mesajlaşmalar" incelenmeden, dahası "evinde arama" bile yapılmadan karar veriliyor!..
Kararı veren hakim Orhan Karadeniz, bu durumu, "TÜBİTAK raporu"ndan sonra şöyle açıklayacaktır: "Bozuk hard diskleri TÜBİTAK"a incelettirmek falan hiç aklımıza gelmedi!.. Bunlar, lüzumsuz işlerdi!"
Saldırıdan sonra "kartel madyası"ndan yapılan yorumlarda; "Türban, her fırsatta toplumun gündemine sokuldu. Danıştay, türbanla ilgili aldığı bir karardan sonra hedef gösterildi... Ve Türkiye"yi sarsan alçakça saldırıya davetiye çıkarıldı" ifadeleri kullanılıyor!..
Özetleyecek olursak;
"Organize eylem"de kim, üzerine hangi "görev" düşüyorsa, onun gereğini yerine getirdi!..
Kimi "tetik" çekti,
Kimi "nutuk" çekti!..
Kimi "demeç" verdi,
Kimi "haber" verdi!..
Çünkü tezgâh, "çok amaçlı"ydı!..
Hedef "dindar insanlar"dı!..
Açtıkları "kampanya"nın amacı, bu ülkenin "dindar" insanlarını susturmak ve onların enselerinde boza pişirmekti!..
Herkes rolünü oynadı!..
Ne var ki, hepsi "yalan" çıktı!..
Cinayet; "laikliği" veya "rejimi" değil, "demokrasi"yi ve "özgürlük"leri hedef alıyordu...
Kısacası, "halk iradesi"ni hedef alıyordu!..
"ODAK" DEDİLER, "KODAK" ÇIKTI!
Tabiî, herkes "vazife"sini yerine getirirken, "durumdan vazife çıkarmak" için pusuda bekleyenler de boş duramazdı!..
Onlar da girdi devreye!..
Meselâ Yargıtay Başsavcısı A. Yalçınkaya, hemen "Google taraması" yapıp, kartel medyasında "AK Parti aleyhinde ne kadar haber" varsa, "kes-yapıştır" yapıp, AK Parti hakkında "kapatma dâvâsı" açtı!..
Ama, "unuttuğumuz" bir şey daha yaptı Başsavcı A. Yalçınkaya!..
Hazırladığı "iddianame"de, "Danıştay cinayeti"ni de "kapatma delilleri" arasına koydu ve dedi ki;
"Başbakan ve milletvekillerinin beyanlarının ertesinde bir gazetede Danıştay kararını veren Daire üyelerinin resimlerinin yayınlanmasından kısa bir süre sonra da, 17 Mayıs 2006 günü Alparslan Arslan adındaki bir köktendinci, Danıştay"ın 2. Dairesi"ne müzakere sırasında silahlı saldırıda bulunmuş, Üye M. Yücel Özbilgin"i öldürmüş, diğer yargıçları da ağır yaralamıştır... (...) Sanıkların ifadeleri; (...) bu eylemi hangi saiklerle yaptıklarını, laikliği savunanları ve laik cumhuriyeti bekleyen tehlikeleri göstermeye yeterlidir!"
Uzatmayalım; A. Yalçınkaya tarafından açılan bu "kapatma dâvâsı"nın sonunda, Anayasa Mahkemesi bir karar verip, dedi ki;
"AK Parti, laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline gelmiştir!"
Bilirsiniz, "kurşun adres sormaz" derler... Ama görüyorsunuz, Danıştay"da sıkılan kurşun, nerelere gitti, kimleri vurdu ve nasıl ses çıkardı?..
Ama, yine gördünüz ki; bütün demeçler "fos" çıktı ve bütün haberlerin "fiyasko" olduğu gözler önüne serildi!.. "Delil" dedikleri her şey "uydurma" çıktı!.. "Kanıt"ların hepsi, "düzmece" çıktı!..
Dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi"nin verdiği "odak" kararı da, "Kodak" oldu!..
Kodak... Yani bir film!..
Bir senaryo!..
BAYKAL"IN ASIL DEMEK İSTEDİĞİ ŞEY!
Oysa muhalefet, bu "odak" kavramını ne güzel de kullanıyordu... "Anayasa değişikliği paketi" hazırlandığında, özellikle CHP"liler bir türkü tutturmuş, gidiyordu: "Laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı olmuş bir parti anayasa değişikliği yapamaz!"
Aynı CHP"nin Genel Başkanı Deniz Baykal da, bir televizyon programına çıkıp, hiç utanıp-sıkılmadan, şunları söyleyebilmişti:
"Vakit gazetesi mahkeme üyelerinin fotoğraflarını yayınladı, hedef gösterdi!.. Alparslan Arslan da bu cinayeti türban için işlediğini itiraf etti!"
Tabiî, Baykal"ın derdi, "Danıştay cinayeti" filan değildi; onun derdi, Danıştay üzerinden, bir yerlere "çamur" atmaktı... "Bu cinayetin hükmü Ankara"daki mahkemeler tarafından verildi... Peki, hükmü verilmiş bir dâvâ, niye Ergenekon Dâvâsı"yla birleştirildi" diyor ve burada "siyasi bir maksat" arıyordu!..
Bu sözlerin Türkçesi şuydu:
"Burkalamayın şu Danıştay işini!..
Altını kurcalamayın ki, yeni pislikler, yeni bağlantılar ortaya çıkmasın!"
Öyle ya; "belge"ler ortaya çıkarsa;
"Baykalgiller"in ezberleri bozulabilir"di!..
Sakın ha, "ezber"leri bozmayın!..
Ezberlerini bozmayın ki; onlar "odak" demeye, "laiklik" ve "rejim" demeye devam edebilsinler!..
BİR ÖZÜR BİLE DİLEMEDİLER!
Ama, her zaman deriz ya; "gerçek"lerin, er veya geç, "ortaya çıkmak" gibi bir huyları vardır!..
İşte, "TÜBİTAK raporu" bunu yaptı!..
Danıştay cinayeti üzerindeki "sis perdesi"ni dağıttı, üzerine örtülen "şal"ı kaldırdı ve "maske"leri düşürdü!.. Her şeyi yaptı da, bir tek "ezber"leri bozamadı!..
Çünkü "ezberci"lerden, yani "yargı"dan, "ordu"dan, "muhalefet"ten ve "medya"dan ne bir ses var, ne de bir nefes!..
"Özür", zaten hiç yok!..
Sanki yer yarıldı da, hepsi yerin dibine girdiler!.. Ya da, ortalığa çıkmaya "yüz"leri yok!..
Oysa, ortalığa çıkıp, kameraların önünde veya ekranlarda bangır bangır bağırmalılar:
"Bir tuzak kurulmuş, biz de mandepsiye bastık!.. Demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri yok etmeyi hedefleyen bu tuzakta kullanıldığımız için toplumdan özür diliyoruz!"
Hayır, bunu yapmaya "cesaret"leri,
Bunu yapmaya "yürek"leri yok!..
BAKALIM ŞİMDİ NE DİYECEKLER?
Bakalım, "mahkeme" tarafından kabul edilen "İrtica ile Mücadele Eylem Plânı"ndaki iddialar ve Kurmay Albay Dursun Çiçek hakkında verilen "yakalama emri"nden sonra ne yapacaklar, ne diyecekler?..
"İddianamenin 1 numaralı sanığı Bedrettin Dalan"ın "İstanbul Barosu" ve "oğlu" ile yaptığı telefon görüşmelerine ne diyecekler, Dalan"ın "İsrail"e gidip, MOSSAD"la görüşmesi"ni nasıl yorumlayacaklar?..
Diyebilecekleri hiçbir şey yok...
Çünkü hemen hepsi, "otomobil farına yakalanmış tavşan gibi" ürkek ve çaresiz!..
Gerçekten de onlara acıyorum!..
Hem de, çok acıyorum!..
Zavallılar; nereye el atsalar ellerinde kalıyor!..
Ne deseler "fos" çıkıyor!..
Dökülüyorlar!.. Lime lime dökülüyorlar!..
===============
Boru değil, Baro!
Allah"a şükür, kulaklarımda bir problem yok... Ama yine de "İstanbul Barosu"nun sesini duyamadım... "Darbeci Baro, Taksim"e hoş geldiniz" pankartı üzerine, "cılız" da olsa sesleri çıkmıştı ama; "İrtica ile Mücadele Eylem Plânı" hakkında açılan "dâvâ"nın "iddianame"sinde, "1 numaralı sanık" olarak görülen Bedrettin Dalan"ın; "Baro ile yaptığı telefon görüşmesi"nin deşifreleri yer alıyor ama "Baro"cuların dilleri boğazlarına kaçmış olmalı ki, "tık" yok!..
"Dalan bize talimat veremez" diyemiyorlar... Çünkü Dalan, talimat veriyor: "Ergenekon işine biraz reaksiyon gösterin!"... Onlar da cevap veriyor: "Dün akşam toplantı yaptık, konuyu AİHM"e götüreceğiz!"
"Örgüt bağlantısı" mı arıyorsunuz, buyrun!..
Dalan, "oğlunun telefonu" üzerine diyor ki;
"Bazı fotoğraflar var, onları yok et!"
Ve sonra, İsrail"e gidiyor Dalan... Orada MOSSAD ajanları ile konuşup, "Hükümeti devirme" konusunu görüşüyor... Aynı Dalan, her nasıl oluyorsa oluyor; "AK Parti hakkında açılan kapatma dâvâsı"ndan, "1 saat önce haberdar" oluyor!.. Demek oluyor ki, Çiçekgiller bir "eylem plânı" hazırlıyor, Dalangiller de onu "uygulama" görevi üstleniyor!..
Sonra da, "sulandırıcılar" ortaya çıkıp; "Bunların birbirleriyle ne ilgisi var?" diye salakça sorular soruyor... Ya "kör ve sağır"lar, ya da bu ülkeye gerçekten "düşman"lar!.. Var mı başka izahı?!?..