Eşini Savunamayan Milletini Savunamaz!

Eşini Savunamayan Milletini Savunamaz!

Lütfü Oflaz'la haftanın sohbeti...

- Lütfü Bey; bir süre önce başladığı açıklanan sınır ötesi harekât şu ana kadar nokta operasyonundan ibaret kaldı. Sizce bu tür sınır ötesi harekâttan bir sonuç alınacak mı?

- Bu tür sınır ötesi harekât PKK’nın ürediği bataklığı kurutmaz, olsa olsa birkaç sivrisineği bertaraf eder. Nitekim şu sıralar kahramanlık türküleri söyleyen medyamıza göre bile, şu kadar zamandır yapılan sınır ötesi operasyondan PKK’nın kaybı ancak iki elin parmakları kadar. Kaldı ki iki elin değil de on iki elin parmakları kadar olsa ne olacak? PKK’yı üreten bataklık kurutulmadıkça, PKK’yı üreten şartlar yok olmadıkça, bir PKK’lı yok olacak, onun yerini beş PKK’lı alacak. Hem bakın bizim medyamız sınır ötesine yönelik nokta operasyonunda bir grup PKK’lının yok edildiğini söyleyip yazıyor ama, New York Times, Washington Post gibi dünyanın en ciddi yayın organları bunun gerçek olmadığını söyleyip yazıyor. Kuzey Irak’ta muhabirleri bulunan dünyanın en ciddi haber ajansları bir tek PKK’lının bile burnunun kanamadığını söyleyip yazıyor. Şimdi ne yapacağız? Yalancılığıyla ünlü bizim medyaya mı inanacağız; yoksa doğruculuğuyla ünlü dünyanın en ciddi yayın organlarına mı inanacağız? Hadi bunları bir kenara bırakalım; milletimizin sınır ötesi harekâttan anladığı neydi? Ordunun karadan, havadan Kuzey Irak’a girmesi, PKK’nın yuvalandığı Kandil Dağı’nı kuşatması, PKK’nın yuvalarını, kamplarını vurması, PKK’nın ürediği bataklığı kurutmadan Kuzey Irak’tan çıkmaması değil miydi? Bunların hangi biri gerçekleşti? Yahu geçtik sınır ötesi harekâtı, 12 askerimizin şehit edildiği Dağlıca’daki karakol baskınından sonra başlatılan sınır içi operasyonda "32 PKK’lı öldürüldü" denmişti de, o bölgede muhabirleri bulunan dünyanın en ciddi haber ajansları "PKK’lılar öldürüldüyse cesetleri nerde" diye sorunca ikna edici hiçbir kanıt gösterilememişti. "PKK’lılar öldürüldüyse cesetleri nerde" sorusunu sadece onlar sormuyor, bu ülkenin insanları da soruyor. Öyleyse şu soruya acilen cevap verilmesi gerekiyor: PKK’lıların imha edildiklerine insanlar niye ikna edilemiyor?

EŞİNİ SAVUNAMAYAN MİLLETİ SAVUNAMAZ!
- Başbakan eşi de olsalar başörtülü hanımlar askeri hastanelere hasta ziyareti yapmaları için bile alınmıyorlar. Ne diyorsunuz bu duruma?

- Başbakan kim; hukuken Genelkurmay Başkanı’nın da başı. Şu garipliğe bakın ki, Başbakan ordunun Kuzey Irak’a girmesi için emir verebiliyor; ama kendi eşinin askeri hastaneye girmesi için emir veremiyor! Nitekim kısa bir süre önce Başbakan’ın eşi askeri hastaneye hasta ziyaretine gitmek istedi, ama kendisine askeri hastaneye alınmayacağı bildirildi. Başbakan da eşine karşı yapılan bu saygısızlığı, bu aşağılamayı seyretmekle yetindi. Tıpkı Adana’nın Kozan ilçesinde kazandığı ödülü almak için bekleyen başörtülü kız öğrencinin Garnizon Komutanı ile Kaymakam tarafından horlanarak sahneden indirilmesini seyretmekle yetindiği gibi. Ha şimdi AKP’liler diyebilir ki, "Başbakan bu olay üzerine başörtülü kız öğrencinin ailesini telefonla aradı, gönüllerini aldı." Başbakan gönül alma yoluyla milletin oyunu almayı iyi biliyor; ama bir başbakan gibi davranmayı bilmiyor. Başbakan telefonla o başörtülü kızın ailesini aramadan önce emrindeki Genelkurmay Başkanı’nı arayacak, bu olay için onun ifadesini alacaktı. Ardından yine emrindeki İçişleri Bakanı’nı arayacak, bu olayla ilgili onun da ifadesini alacaktı. Ardından da ne gerekiyorsa onu yapacaktı. Eğer başbakan ise bir başbakan gibi davranacaktı; başbakan taklidi gibi değil! Başbakansanız, milletin herhangi bir ferdine karşı bir haksızlık yapılmışsa, bunun hesabını soracaksınız. Ancak kendi eşine yapılan haksızlığın bile hesabını soramayan, milletin herhangi bir ferdine yapılan haksızlığın hesabını sorabilir mi?

ŞARABA EVET, İSLAMCIYA HAYIR!
- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Çankaya Köşkü’nde Atatürk’ün sofralarına benzer sofralar kurdurup bazı kişilerle sohbetlerde bulunmasını ve "irticacı" oldukları gerekçesiyle yedi subayın ordudan atılmasını hiç bekletmeden onaylamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Atatürk’ün sofrasından rakı eksik olmazdı; herhalde Abdullah Gül’ün sofrasından da şarap eksik olmayacak! Nitekim Abdullah Gül’ün, Atatürk’ün sofralarını andıran ilk sohbet yemeğinde konuklarına bol bol şarap ikramı yapılmış. Abdullah Gül’ün gerek Atatürk’ün içki sofralarını andıran sofralar kurdurmaya başlaması ve gerek "irticacı", daha doğrusu "İslâmcı" oldukları gerekçesiyle yedi subayın ordudan atılmasını hiç bekletmeden onaylaması bize neyi gösteriyor? Abdullah Gül’ün öncekilerden farklı bir cumhurbaşkanı olmayacağını gösteriyor. Ancak önceki cumhurbaşkanlarına da şu konuda haksızlık yapmayalım. Önceki cumhurbaşkanlarının hiçbirisi "Bu kişi cumhurbaşkanı olursa sofrasında içki içtirmez, İslâmcı oldukları gerekçesiyle subayların ordudan atılmalarına onay vermez" şeklinde millete bir izlenim vermemişti. Oysa Abdullah Gül, millete "Bu kişi cumhurbaşkanı olursa sofrasında içki içtirmez, İslâmcı oldukları gerekçesiyle subayların ordudan atılmalarına onay vermez" şeklinde bir izlenim vermişti. Verilen bu izlenim sonucu millet Abdullah Gül’ün öncekilerden farklı bir cumhurbaşkanı olacağını zannetmişti. Farklı değilmiş demek ki. Takiyye yapmış demek ki. O da "Şaraba evet, İslâmcıya hayır" diyenlerdenmiş demek ki!

Vakit