Ey Allah'ım Hayırla Sona Erdir
Aşk iddiasında bulunmak kolaydır; fakat bunun delili ve şahidi vardır
Mevlana Celaleddin Rumi / FIHİ MAFİH
1.FASIL
ESİRGEYEN BAĞIŞLAYAN ALLAH'IN
ADIYLA BAŞLARIM
EY ALLAH'IM HAYIRLA SONA ERDİR.
Peygamber (Ona selam olsun) buyurdu ki: "Bilginlerin kötüsü emirleri ziyaret eden, emirlerin iyisi bilginleri ziyaret edendir. Fakat fakirin kapısına gelen emir ne kadar hoş ve emirlerin kapısındaki fakir ne kadar kötüdür." (H)
Halk, bu sözün dış manasını almıştır. Bir bilgin'in, bilginlerin en kötüsü olmaması için, emiri ziyaret etmemesi lazımdır ve emiri ziyaret etmek ona yakışmaz.
Bu sözün gerçek manası, böyle halkın zannettiği gibi değildir. Belki şöyledir: Bilginlerin kötüsü, emirlerden yardım gören ve emirler vasıtasıyla durumunu düzelten, kuvvetini elde edendir. Emirler bana bağışlarda bulunur, saygı gösterirler, bir yer verirler düşüncesi ve onların korkusu ile okuyan kimse bilginlerin en kötüsüdür. Şu halde o kimse emirler yüzünden ıslah olmuş, bilgisizlikten bilir hale gelmiştir. Bilgin olduğu zaman da onların korkusundan ve kötülük etmesinden terbiyeli bir insan olmuştur. Bütün hallerde, ister istemez bu yola uygun olarak yürümesi gerekir. İşte bu yüzden, görünüşte emir onu görmeğe gelsin, isterse o emiri görmeğe gitmiş olsun, o ziyaret eden, emir ise ziyaret edilen olur.
Bir bilgin eğer emirler yüzünden bilgi sahibi olmayı düşünmezse onun bilgisi, belki başlangıçta ve sonunda Allah için olmuş olur. Tuttuğu yol ve göstermiş olduğu faaliyetler sevaplıdır. Çünkü yaradılışı böyledir ve bundan başkasını yapamaz. Tıpkı balığın sudan başka bir yerde yerleşip yaşayamayacağı gibi. Onun elinden gelen ancak budur. Böyle bir bilgin'in hareketlerini idare eden ve ayarlayan akıldır. Herkes ondan korkar ve insanlar bilerek veya bilmeyerek, onun ışığından ve aksinden yardım görürler. İşte böyle bir bilgin emirin yanında giderse, görünüşte o ziyaret eden, emir ziyaret edilen olur. Çünkü bütün hallerde emir ondan feyiz alır, yardım görür ve bilgin'in emire ihtiyacı yoktur, zengindir, nur bağışlayan güneş gibidir. İşi bağışlamak, ihsan etmektir. Taşları lal ve yakut yapar. Terkibi toprak olan dağları bakır, altın gümüş ve demir madenleri haline getirir. Toprakları yeşertir, tazelendirir. Ağaçlara türlü türlü meyveler bağışlar. İşi gücü bağışlamaktır. Arab'ın "Biz vermeyi öğrendik, almayı öğrenmedik" meselesinde olduğu gibi, verir ve başkasından almaz. İşte bu yüzden bu gibi bilginler [gerçekte] ziyaret edilen, emirler ise ziyaret eden olurlar.
Bu sözlere uygun olmamakla beraber aklıma şu ayeti tefsir etmek geldi. Mademki aklıma öyle geliyor, öyleyse söyleyelim gitsin.
Yüce Allah: "Ey peygamber, elinizde bulunan esirlere de ki: Yüce Allah kalbinizde hayır bulunduğunu bilirse, sizden alınandan daha iyisini size verir. Sizi yarlığar, Allah yarlığayıcı, bağışlayıcıdır." [Kur'an Sure:8, ayet 70.]
Bu ayetin inişinin sebebi şudur: Mustafa (Allah'ın selam ve salatı onun üzerine olsun) kafirleri kırmış, öldürmüş, mallarını ganimet olarak almış, bir çoklarını esir edip ellerini, ayaklarını bağlamıştı. Amcası Abbas (Allah ondan razı olsun) da bunlardan biriydi. Esirler bağlar içinde aciz ve düşkün bir halde ağlayıp sızlıyor ve kendilerinden ümitlerini kesmiş kılıç ve ölümü bekliyorlardı. Mustafa (Ona selam olsun) onlara bakıp güldü. Bunun üzerine: "İşte gördün mü onda beşerlik var: Bende beşerlik yoktur diye iddia etmesi doğru değildi. Bizlere bakıyor ve bizleri bu bağlar içinde, kendi esiri olarak gördüğü için tıpkı nefislerine yenilen insanların, düşmanlarını yendiklerini ve onların kendileri tarafından yok edilmiş olduğunu gördükleri zaman sevinip, sevinçlerinden oynadıkları gibi, seviniyor ve memnun oluyor." dediler.
Mustafa (Allah'ın selam ve salatı onun üzerine olsun) onların içlerinden geçen bu şeyi anlayıp buyurdu ki: "Haşa! Ben düşmanları esirim ve benim kahrıma uğramış ve sizleri de zarar etmiş olarak gördüğüm için gülmüyorum. Sır gözü ile, bir kavmi cehennemden külhanın ocağından ve kinle kararmış bacadan, bağlar ve zincirlerle çeke çeke, zorla cennete ve ölümsüz bir gül bahçesine niçin götürüyorsun? diye bağırıp, beddua ettiklerini gördüğümden gülüyorum. Bununla beraber siz şimdilik böyle bir görüşe sahip olmadığınızdan dolayı bu dediğimi anlayamaz ve açıkça göremezsiniz."
Yüce Allah buyuruyor ki: Esirlere deyiniz ki: Siz, önce askerler topladınız, kendi mertliğinize, pehlivanlığınıza, kuvvet ve kudretinize tamamen güvendiniz, kendi kendinize: "Biz, şöyle yapalım, Müslümanları şöyle kıralım, böyle yok edelim." dediniz. Kendinizden daha kudretli bir kudret sahibi olduğunu göremediniz ve kendi kahrınızın üstünde bulunacak, bir Kahredici tanımıyordunuz. Böyle olması için, ne kadar çalıştınız ve ne kadar tedbirler aldınızsa, hepsi aksine oldu. Şimdi korku içinde olduğunuz halde, yine tövbe etmediniz. Ümidiniz yok ve üzerinizde kudret sahibi birinin bulunduğunu görmüyorsunuz. Kuvvetli, kudretli ve şevketli olduğunuz zamanlar beni görmeniz lazım. Bana yenilmiş olduğunuzu biliniz ki işleriniz kolaylaşsın. Korktuğunuz zamanlar, benden ümidinizi kesmeyiniz; sizi, bu korkudan kurtarmaya ve size güven içinde bulunduğunuzu duyurmaya kudretim vardır, Yüce Allah, geceyi gündüze katar; gündüzü, geceye çevirir. [Kur'an Sure:35, ayet 13.] Ölüyü diriden ve diriyi ölüden çıkarır. [Kur'an Sure:30, ayet 19.] buyurulduğu gibi, beyaz inekten, siyah ineği vücuda getiren, siyah inekten beyaz ineği de vücuda getirir. Bunun için, esir bulunduğunuz şu halde, benim hazır ve nazır olduğumdan ümidinizi kesmeyiniz ki ben de sizin elinizden tutayım. Çünkü kafir olanlardan başkası Allah'ın rahmetinden ümit kesmez. [Kur'an Sure:12, ayet 87.] buyurulmuştur.
Yüce Allah buyuruyor ki: Ey esirler! eğer , ilk dininizden döner, korku ve endişe içinde bulunduğunuz zaman, beni görür ve bütün hallerde, bana yenilmiş olduğunuzu kabul ederseniz, ben sizi bu korkudan kurtarırım; yağma edilen ve ziyan olan mallarınızın hepsini, belki fazlasıyla ve daha iyisini size geri veririm. Sizi yarlığarım. Ahiret saadetini, dünya saadetine yaklaştırırım.
Abbas: "Tövbe ettim, bulunduğum halden döndüm." dedi.
Mustafa (Allah'ın selam ve salatı onun üzerine olsun): "Allah, bu iddia ettiğim şey için, delil göstermeni istiyor." dedi.
Beyit: (Aşk iddiasında bulunmak kolaydır; fakat bunun delili ve şahidi vardır).
Abbas: "Bismillah! Ne delil istersin?" dedi.
Peygamber (Allah'ın selam ve salatı onun üzerine olsun): "Elinde kalan malları, kuvvetlenmeleri için İslam askerine dağıt. Eğer Müslüman oldunsa, İslamlığın ve Müslümanlığın iyiliğini istemen lazım." Buyurunca, o: "Ey Allah'ın elçisi, benim neyim kaldı ki? Hepsini yağma ettiler; bana eski bir hasır bile bırakmadılar." dedi. Bunun üzerine Peygamber (Allah'ın selam ve salatı onun üzerine olsun): "Gördün mü düzelmedin, olduğun gibisin, değişmedin. Ben sana, ne kadar malın olduğunu, ve onu nerede sakladığını, kime bıraktığını, nereye gizleyip gömmüş olduğunu söyleyeyim mi?" buyurunca o: "Haşa!" dedi. Peygamber (Allah'ın selam ve salatı onun üzerine olsun): "Malının şu kadarını annene bırakmadın mı? Falan duvarın dibine gömmedin mi? Ve ona: "Eğer dönersem, bana teslim edersin; dönmezsem şu kadarını, falan iş için harcarsın; şu kadarını falana verirsin; şu kadarı da senin olur." diye etraflıca vasiyet etmedin mi?" buyurdu. Abbas bunları işitince, şahadet parmağını kaldırdı ve tam bir sadakatle iman getirdi ve: "Ey Peygamber (Allah'ın selam ve salatı onun üzerine olsun)! Ben gerçekten, senin de eski meliklerden Haman, Şeddad ve Nemrud gibi, sadece dünyevi bir devlet sahibi olduğunu sanıyordum. Bunları buyurduğun zaman, bu devletin gizli, ilahi ve rabbani bir devlet olduğu anlaşıldı." dedi. Mustafa (Allah'ın selam ve salatı onun üzerine olsun): "Doğru söyledin. Bu defa, içindeki o şüphe zünnarının koptuğunu duydum; sesi kulağıma geldi. Benim, ruhumun içinde gizli olan bir kulağım vardır. Her kim şüphe, şirk ve inkar zünnarını parçalarsa, ben bu gizli kulakla o sesi duyarım ve koparken çıkan ses, benim ruhumdaki kulağıma gelir. Şimdi gerçekten doğru oldun ve iman getirdin." buyurdu.
Mevlana bunun tefsirinde buyurdu ki: Ben bunu: Emir Pervane'ye onun için söyledim: "Sen önce Müslümanlığın başı oldun ve: "Kendimi yok edeyim, İslam'ın bekası Müslümanların çoğalması uğrunda fikrimi, tedbirimi feda edeyim." dedin. Kendi düşüncene güvenerek Allah'ı görmediğin ve her şeyi Allah'tan bilmediğin için, Allah, bizzat bu sebepleri ve çalışmaları, İslam'ın zayıflamasına sebep kıldı. Sen, Tatarla birleştin. Halbuki bu şekilde Şamlıları ve Mısırlıları yok etmek, İslam vilayetlerini kırıp yıkmak için yardım etmiş oluyorsun. Binaenaleyh, İslam'ın bekasına sebep olan şey, bu vaziyette, onun zayıflamasına sebep olmuştur. O halde bu durumda, yüzünü Aziz ve Celil olan Allah'a çevir. Senin için korkulacak bir haldir; bu kötü durumdan seni kurtarması için, sadakalar ver. O'ndan ümidini kesme. O seni öyle bir taatten, böyle bir ma'siyete düşürmüştür. Fakat sen, o taati, kendinden zannettin ve bu yüzden ma'siyete düştün. Şimdi, şu günahkar olduğun durumda bile, ümidini kesme, yalvar. O, taatinden ma'siyet yarattığı gibi, bu ma'siyetten de taat yaratmaya muktedirdir. Sana bundan dolayı pişmanlık hissettirir; tekrar Müslümanların çoğalması için çalışmanı temin eder ve İslamlığın kuvveti olabilmen için de sebepler yaratır. Ümidini kesme. Çünkü kafir olandan başkası, Allah'ın rahmetinden ümit kesmez. [Kur'an Sure:12, ayet 87.]
Maksadım onun bunu anlaması, bu durumda sadakalar vermesi, Allah'a yalvarması idi. Çok yüksek bir durumdan, pek aşağı bir hale düşmüş olduğundan, bu vaziyette de ümitli olması için, ona bunları söyledik.
Yüce Allah aldatıcıdır. Güzel şekiller göstererek aldatır. O şekillerin içinde kötüleri de vardır. Bunu insanın: "Bana güzel bir düşünce ve iyi bir iş yüz gösterdi." Diye, kendi kendini aldatıp, gururlanmaması için yapar.
Eğer her görünen şey, göründüğü gibi olmuş olsaydı, o kadar keskin ve aydınlık bir görüşe sahip olan Mustafa (Allah'ın selam ve salatı onun üzerine olsun): "Bana eşyayı olduğu gibi göster". (H) diye feryat etmezdi. O, bununla demek ister ki: Ey benim Rabb'im! gerçekte çirkin olanı güzel, güzel olanı ise çirkin gösteriyorsun; bize her şeyi olduğu gibi göster ki tuzağa düşmeyelim ve her zaman yolumuzu kaybetmeyelim.
Şimdi, senin düşüncen, her ne kadar parlak ve güzel ise de O'nunkinden daha iyi olmaz. Sendeki her düşünceye ve her tasavvura güvenme, yalvar ve kork.
Benim maksadım bu idi ve o, bu ayeti ve bu tefsiri kendi iradesine ve kendi düşüncesine göre te'vil etti.
Mesela, ordular sevkettiğimiz şu anda bile, bunlara güvenmemeliyiz ve bozguna uğrasak da düştüğümüz korku ve acz içinde, Allah'tan ümidimizi kesmemeliyiz.
Peygamber (Allah'ın selam ve salatı onun üzerine olsun) yukarıdaki ayeti [sözü] kendi maksadına uygun olarak söyledi. İşte benim de söylemek istediğim, bu idi.