Ezberlere sıkışıp kalmış bir kahraman: Aliya

Ezberlere sıkışıp kalmış bir kahraman: Aliya

Doğrusu -olumsuz manada- ezbere sıkışıp kalmak şahane bir konfor alanı açar insana. Bilgiye değil duyuma, hatta ondan da kötüsü başkalarının kalıp cümlelerine mahkûm ettiğimiz bir zihin, kendisini kullanmak zorunda kalmadığımız için, memnun olur bundan.

İsmail Kılıçarslan

Doğrusu -olumsuz manada- ezbere sıkışıp kalmak şahane bir konfor alanı açar insana. Bilgiye değil duyuma, hatta ondan da kötüsü başkalarının kalıp cümlelerine mahkûm ettiğimiz bir zihin, kendisini kullanmak zorunda kalmadığımız için, memnun olur bundan.

 

Misal benim en sevdiklerimden biri şudur: ‘Osmanlı’da okuma/yazma oranı çok düşüktü, o yüzden de harf devrimi ciddi bir gereklilikti.’ Bence hakiki rakam yüzde 45 civarı ama en insafsız oryantalistler bile 1890 yılında Osmanlı’da okuma yazma oranını yüzde 35 civarı veriyor. Aynı yılda aynı oran Rusya’da 17, İspanya’da 39, İtalya’da 45. Osmanlı için yüzde 35 oranını temel alsak dahi yeni harflerle okuryazarlığın 35 oranını yakalaması 1960’ların ortasını bulmuş.   

‘Tabii matbaa geç girdiği için’ ezberinden tutunuz da, ‘Osmanlı padişahlarının tamamına yakını evliya idi’ ezberine kadar bir yığından söz ediyoruz. Hemen bir dünya örnek gelir aklınıza.

Tarih vesaire alanlarda insan bu ezberleri bir dereceye kadar anlıyor. Tuttuğun kampın kazanmasını istiyorsun zira. Fakat söz konusu bir insan, hem de bu çağda yaşamış bir insan olduğunda ‘ezbere sığınmak’ tuhafın tuhafı.

19 Ekim günü vefatının 14. yıldönümü vesilesiyle bir kez daha hatırladığımız Aliya İzzetbegoviç bu ezberlerden nasibini epeyce almış bir isim.

Hadi sıralayalım şu ezberleri: Büyük düşünür, şahane komutan, son Osmanlı, uç beyi…

Eski bir Finlandiya atasözü der ki ‘sudaki bir adamı öldürmek istiyorsan onu bazı kalıplara mahkûm et ki rahatça boğabilesin.’ (Bu tabii ki bir Finlandiya atasözü değil bu arada.)

Açıkça söylemek gerekiyor: Aliya’yı anlamak işimize gelmediği için onu anmakla, onu anarken de ezber cümlelere sığınıp durumu kurtarmakla yetiniyoruz. Çünkü Aliya’yı anlamak sıkıntılı bir iş. Zihnini çatlatırcasına, kalbini kanatırcasına okuyup/düşünen birini anlamak için efor sarf etmenin ne gereği var? Dersin ‘son Osmanlı’, dersin ‘uç beyi’, dersin ‘büyük düşünür’; geçer gider.

Hayır efendim. Aliya’yı Aliya yapan temel husus onun 1992 yılında başlayan katliamda halkına önderlik etmesi, komutanlık yapması değildir. Bu, onun Aliya olmasının doğal bir sonucudur sadece.

Gelin sizi biraz geriye, 1940’lı yıllara götüreyim. Aliya’nın nasıl Aliya olduğuna yani. Masasının üzeri kitaplarla dolu… Bütün kitapları tek bir Kitab’ı anlamak için okuyan Müslüman bir delikanlı o. Batı düşüncesini tesis eden en temel metinleri henüz 20 yaşına gelmeden halletmiş durumda. Doğu metinlerini de didikliyor epeyce. Denebilir ki Aliya, dostunu düşmanından sonra tanımış biri bu anlamda. Üstelik kendisine ‘sen bu kitapları okuma’ diyen bir hocası, şeyhi, cemaati falan da olmadığı için zihnini dilediğince geliştirebiliyor. Beslenmesini gönlünce zenginleştirebiliyor. 

Kimilerinin ifade ettiği gibi Osmanlı’ya karşı böyle nostaljik özlemler içerisinde falan da değil. Doğu ile Batı’nın, yeryüzü ile gökyüzünün uyumunun peşinde iflah olmaz bir eleştirmen çünkü o. Osmanlı’yı da, Batı dünyasını da, İslam dünyasını da kıyasıya eleştiriyor. Geleneğe değil ama gelenekçiliğe sert muhalefet ediyor. Olumsuz tüm ezberlere savaş açıyor.

Bütün bunları yaparken de ‘iflah olmaz bir teşkilatçı’, ‘sıkı bir eylemci’, ‘şahane bir aşık’, ‘çok iyi bir dost’ olmayı da ihmal etmiyor. Hayatı hiç ıskalamıyor. Hayat leğenine kafasını bana bana yaşayarak tadını çıkarıyor sahip olduklarının.

Demem o ki Aliya’yı Aliya yapan asıl mesele bizim ona atfettiklerimiz değil. Komutanlığı, liderliği, başkanlığı, siyasi kimliği falan değil. Aliya’yı Aliya yapan asıl mesele ‘anlama ve anlamlandırma’ meselesi. (Hatta diyebilirim ki, bütün siyasi hatalarını da bu meseleden dolayı yapıyor, fakat bu başka bir bahistir.) 

Kitab’ı anlayıp insanı anlamlandırıyor, Bosna’yı anlayıp geleceği anlamlandırıyor, tarihi anlayıp bugünü anlamlandırıyor. Hiçbir ezber kalıba sıkışmadan, zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyinin olmadığını hissederek yapıyor bunu. 

Neyse, unutun bunları. Söz Aliya’dan açılınca patlatabileceğiniz o kalıp cümleyi şuracığa bırakayım da bir hizmetim dokunsun vatana millete: Bilge Kral, son Osmanlı Aliya, İslam’ın uç beyi olarak yaşayan büyük bir düşünürdü.

Haa, bir de yerseniz dondurma var: Böyle karışık meyveli; çok güzel.   

yenişafak