Fethullah Gülen Neden Görüş Değiştirdi?

Fethullah Gülen Neden Görüş Değiştirdi?

F. Gülen'in 28 Şubat dönemimdeki söylemleri ile şimdiki söylemler neden değişti konusunu orgulayıp analiz eden bir yazı

Serdar Özmen / Fikritakip.com
Furuiyyattan asliyata: Gülen’in söyleminde başörtüsü meselesinin anlamı neden değişti?

Refah-Yol iktidarı sırasında yaşanan 28 Şubat 1997’deki askeri müdahale döneminde açıktan bu sürece destek veren Fethullan Gülen, o müdahalenin bir benzeri AKP iktidarı döneminde yaşanmasına rağmen radikal bir direniş gösteriyor.

Erbakan’ın başbakanlığı sırasında meydana gelen 28 Şubat müdahalesi sırasında başörtüsü yasağı yine gündemin ilk sırasında yeralıyordu ve Gülen o günlerde verdiği söyleşilerde başörtüsünün “furuat” olduğunu söylüyordu. Bugün de aynı görüşünü tekrarlıyor, fakat cümleye mutlaka bir “ama” ekleyerek başörtüsü konusunda hükümetin üzerine yürüyenlerin aslında din düşmanlığı yaptıklarını mutlaka söylüyor.

Son günlerde yaptığı bir konuşmada şunları söylediğini görüyoruz:

Tesettür, gerçi dinin esasını teşkil eden imanî meselelerden değildir; İslâm’ın beş şartı arasında da yer almaz. Fakat, Kur’an’ın açık emridir. Farziyeti, hem Kur’an’la, hem Sünnet-i sahiha ile, hem de 14 asırlık İslâm tarihindeki uygulamalarla sabittir. Nur Suresi’nin 31. âyetinde mü’min kadınların başlarını, boyunlarından ve göğüslerinden açık bir yer bırakmayacak şekilde örtmeleri emredilmektedir. Dinin bu konudaki emirleri mezkur ayetle de sınırlı kalmamıştır. Düşünün ki, Peygamber Efendimiz’in pak zevceleri, hükmen mü’minlerin anneleridir. Peygamberimizden sonra onlarla evlenmek mü’min erkeklere haram kılınmıştır. Böyle iken, Ahzab Suresi’nin 59. âyetinde, sadece mü’min kadınlara değil, Peygamber Efendimiz’in pak zevcelerine de “Dış örtülerini, cilbablarını üzerlerine salsınlar” emri bildirilmiş; Sünnet-i sahihanın ve İslâm tarihindeki bütün uygulamaların ortaya koyduğu üzere, el, ayak ve -Hanefi Mezhebinde’de yüz dışında- bütün vücudun bol bir elbise ile örtülmesi emredilmiştir.
Arz edildiği gibi, başın tamamını içine alacak şekilde tesettür emri, yalnız Kur’an-ı Kerim’le değil, -aksine hiçbir ihtimal vermeyecek şekilde- Sünnet-i sahiha ve İslâm tarihindeki uygulamalarla da sabittir. Bu hususta müfessirler, muhaddisler, fakihler arasında farklı ve aykırı görüş belirten olmamıştır.

Günümüzde -belki de bir kısım kimselere şirin gözükmek ve fantastik düşüncelerle kendilerini ifade etmek için- baş örtüsünün Kur’an’ın emri olmadığını iddia eden ilâhiyatçılar vardır. Fakat, bu mevzuda Kur’an’ın emri o kadar açıktır ki, tarih boyunca hiçbir müfessir farklı mülâhazada bulunmamıştır. Peygamber Efendimiz ve Sahabe-i Kiram başta olmak üzere, Din’i bugünlere kadar taşıyan ve meselenin mütehassısı olan, on binlerce müfessir, muhaddis ve fakihin yanında, 14 asırlık İslâm tarihinde bütün Müslüman nesillerce ittifakla uygulanabilmiş bir hükme, günümüz ilâhiyatçılarından birkaçının, bazı garezlere bağlı muhalefeti hiçbir değer ifade etmez.

Meselenin dinî buudu böyle iken kalkıp başörtüsünü farklı adlar altında da olsa başka kaynaklara bağlamak, bu mevzuda tuhaf ve birbiriyle tutarsız iddialar ortaya atmak, gülünç kaçmaktadır. Tesettüre, başörtüsüne bazı mülâhazalarla karşı olan çıkabilir, ama bunun İslâm’da olmadığı iddiası ileri sürülemez. Hele hele, en basit meselelerde bile, aklın ve bilimin icabı olarak işin uzmanına müracaat edilirken, Allah’ın marziyatının, bizden neler isteyip neler istemediğinin ifadesi olan din konusunda rastgele konuşulamaz. Bu, en hafif ifadesiyle gayr-ı aklîliktir, gayr-ı ilmîliktir, had bilmemektir. Dahası, ülkemizde din işlerini tanzimle vazifelendirilmiş Diyanet Teşkilatımız ve ona bağlı çalışan Din İşleri Yüksek Kurulu var; onlar hem bu konuların mütehassısıdır, hem de salahiyet sahibi kılınmışlardır. En azından, onlara müracaat edilmeli ve onların sözleri dinlenilmeli değil midir?

Görüldüğü gibi, Gülen başörtüsü konusundaki bu cüretkar görüşlerini 28 Şubat döneminde hem başörtüsü yasağı mağdurlarından, hem de dönemin siyasi iktidarından esirgemişti. Gülen’in serdettiği delillere bakıldığında, bu delilleri sonradan fark etmiş olmayacağına göre, 28 Şubat döneminde de başörtüsü konusunda aynı düşüncede olduğu anlaşılabiliyor.

Öyleyse sorun Gülen’in başörtüsü konusundaki görüşlerinin değişmesiyle ilgili değildir.

Demek ki Gülen, dönemsel olarak politik bir değerlendirmeyle Erbakan’ın iktidarına karşı 28 Şubat müdahalesinin yanında yeralmışken, bugün AKP iktidarının yanında yeralarak başörtüsü yasağına sert eleştiriler yöneltiyor. O günlerde Gülen Hareketi’nin varlığını korumak için Erbakan’a karşı tutum almışken, bugün yine aynı varlığı korumak için Erdoğan’ın yanında duruyor.

Bu duruma bakarak Gülen Hareketi’nin ilkesel değil pragmatik davrandığı sonucu çıkarılabilir. Bu tavrı rasyonel bulup anlayışla karşılamak da mümkün. Fakat yine de Gülen Hareket’inin bugünkü tutumunu ilkeli bulmakta zorluk çekilebilir.

28 Şubat’ta demokrasi ve özgürlükler konusuna hiç dokunmayan, hatta aksine meşru bir hükümeti devirmeye odaklanmış askeri-sivil grupların gayri meşru müdahalesine destek veren Gülen Hareketi, bugün AKP’nin yanında durarak gayri meşru müdahalelere yüksek sesle itiraz ediyor.

Gülen’in bu yeni tavrını rasyonel, politik ve pragmatik bulmaya engel nedir?

Gülen Hareketi’ni ilkeli davranıp hak ve özgürlükler yanında yeralıyor görmeye en büyük engel olarak 28 Şubat’taki sicili gösterildiğinde buna nasıl itiraz edilebilir?

Başörtü meselesinin Gülen’in zihninde furuuiyyattan asliyyata evrilmesi öyle anlaşılıyor ki Gülen Hareketi’nin devletteki gücü ve itibarıyla yakından alakalı. Eğer bugün de bu hareket Erbakan dönemindeki gibi devlet içinde yeterince yer tutabilmiş olmasaydı muhtemelen başörtüsü yasağı ve diğer konularda Erdoğan’a da Erbakan’a gösterilen tavrın benzeri gösterilecekti.

Galiba laik kesimler bu pragmatizmden cesaret alarak Gülen Hareket’ini dini bir hareket olmaktan çok, karmaşık uluslararası ilişkilere de sahip politik bir hareket olarak görüyorlar. Gülen’in söylemindeki bu köklü değişimin ikna edici gücü de aynı nedenle kırılmış oluyor.

Erbakan’ın başbakanlığı sırasında Gülen Hareketi içinden Erbakan’a sarfedilen dışlayıcı ve hakaretamiz sözler, 28 Şubat’ın liderlerinden Çevik Bir’e Gülen’in yazdığı nezaket abidesi mektupla karşılaştırıldığında hareketin niyetleri konusunda kuşkuya düşmek için yeterli olabiliyor. Kul hakkını, nezaketi, özgürlükleri ve demokrasiyi öylesine vurgulu biçimde sıklıkla dile getiren Gülen, Erbakan konu olduğunda bundan kolayca feragat edebilmişti.

Gülen Hareketi’nin medyasında bugünlerde görülen “demokrasi mücadelesi”, 28 Şubat döneminde ortalarda yoktu. Olmaması bir yana, hareketin 28 Şubat yanlısı tavrı gizlenmeksizin sergilenebiliyordu.

Siyaset tek belirleyici olduğunda dini bir topluluğun bile ilkeden vazgeçebileceğinin örneği olarak görünüyor Gülen Hareketi. İlkeden vazgeçmekle kalınmayacağının, aynı tarafta olduğu halde tehdit algıladığında “kardeş”lerini kurban vermekten bile çekinmeyeceğini de.