Fil Vakası
Fil Vakası’nın gerçekliği ve tarihsel kaydı sadece Kur’an’da ve İslâm tarihi kitaplarında geçen bir hadise değildir. Bizans, Yunan, yakın dönem Mısır, Habeşistan tarihçileri tarafından da detaylıca bilinir ve anlatılır.
M.S 525’te Necran Yahûdileri’nin hükümdarının Hristiyanlar’a çokça zulmetmesi bahanesi ile Habeş Hristiyan devleti Yemen’i ele geçirir. Bu işgali Bizans İmparatorluğunun 70.000 kişilik donanmasının Yemen sahillerine gönderilmesi ile yapılabildiği tarihi bir gerçektir. Bizans İmparatorluğu Hristiyanlar’a zulmediliyor gerekçesi ile bölgeyi denetimine alıp, deniz ve karayollarının önemli bir kısmını ele geçirip İran-Sasani devleti karşısında üstünlük elde etmiştir.
Yemen’in, Bizans İmparatorluğuna bağlı Habeş Krallığı’nca işgal edilmesinden sonra Ebrehe ismindeki komutan Yemen’e vali olarak atanır. “Ebrehe” ismi Arap dilinde “İbrahim” olan ismin Habeş dilindeki telaffuz hâlidir.
Ebrehe’nin Derin Plânı
Yemen’deki iktidarını Habeş Kralı’nın otoritesi ve desteği altında sağlamlayan Ebrehe, bölgenin ticari merkez ve yolları arasında Arapla- rın tahakkümünde kalmış en önemli merkezi de sınırları içerisine taşı- mak için plânlarını işletmeye başlar. Ebrehe’ye ve genel kanaate göre; Mekke’yi merkez kılan şey “Kâbe” ismindeki Arap kutsalı bir binadır. Eğer Kâbe ortadan kaldırılırsa, bölgenin Arap tüccarları yeni bir merkez arayacak, Kâbe’ye ziyaret için giden Arap putperestlerin ziyaretgâhı ortadan kalkacağı için hem turizm hem ticari eksen yer değiştirecektir. Eğer bu eksen Yemen’de kurulursa Ebrehe daha güçlü bir iktidar elde edecektir. Ayrıca bölgedeki en önemli ticari ve siyâsi merkezi Yemen’e taşımakla siyâsi gücü de artacaktır.
Ebrehe’ye karşıt siyâsi denge ve kamuoyunun itirazlarını bertaraf eden haklı bir işgal gerekçesi lazımdır. Bu tuzaksı hesapla Ebrehe, Yemen’de çok şatafatlı, gösterişli bir kilise inşâ ettirerek tüm bölgeye haberler, ilanlar gönderir. Bilhassa Araplar’a gönderdiği haber hayli mânidardır. Şöyle ki; “Gösterişli, yüksek ve süslü bir kilise varken Kâbe gibi bir binanın kutsallığı artık önemsizdir.” minvalinde kışkırtıcı haberler ve davetlerle kilisesini “İnanç turizmi”ne açar. Bu davete kızan bazı Arap gençleri kiliseye gelip kiliseyi pisletirler ve ateşe verirler. Aslında Ebrehe’nin istediği tam da budur. “Siz bizim kilisemize, kutsalımıza zarar verdiniz. Bizim de sizin kutsalınızı yıkıp yerle bir etmek hakkımızdır.” gibi bir algı operasyonu ile Ebrehe harekete geçer. Ebrehe’nin derinlikli entrikası ve tuzağı ilk aşamada yerini bulmuştur. Tarihi kaynaklarda geçen ifadelerle 60.000 kişilik bir ordu ve 13 (bazı rivayetlerde 9) Fil ile Mekke’ye doğru harekete geçer. 60.000 kişilik ordu sayısal olarak ne ifade ediyor? Şöyle bir ölçekle tartarsak nasıl bir askeri güç ifade etmiş olduğu daha iyi anlaşılacaktır; Ebrehe’nin kuşatma anında Mekke’nin nüfusu 2 bin civarındadır. Yaklaşık 60 yıl sonra olacak Hendek Savaşı’nda Kureyşliler bölgedeki müşrik Araplar ve Yahûdiler’den destek aldıkları hâlde 10-12 bin kişilik orduyu zor oluşturabildiğini de göz önüne alırsak Ebrehe’nin 60 bin kişilik ordusu askeri olarak önünde durulmaz bir ordudur. Ve 13 Fil, dönemin şartlarında her binayı, duvarı, engeli yıkıp sarsacak bir güçtür. Ebrehe, Kâbe’yi yıkmak üzere Mekke’ye doğru yola çıktığında Yemenli Arap reislerden küçük direnişler görse de kolaylıkla direnişleri kırar. Ebrehe’nin ordusu Mekke yakınlarındaki Taif beldesine yaklaşınca beldenin ileri gelenleri Ebrehe’nin ordusuna karşı konulamayacağını anlayıp, beldedeki Lat Mâbedi’ne dokunmamasına karşılık Ebrehe’ye Mekke’ye kadar kılavuzluk etmeyi kabul ederler. Ebrehe her işgalci gibi kendisine yardım edici yerli işbirlikçiler edinerek işgalini kolay- laştırıcı unsurlar elde ederek Mekke’ye doğru ilerlemeye devam eder. Her işgalci gibi çeşitli menfaat vaadi ve korkutmalar ile kendine uşak ve kılavuz bulur. Ebrehe’nin işbirlikçisi Mes’ud isminde Taif’li bir reistir. Topraklarına, kavmine ihanet eden Mes’ud, Ebrehe’ye bir kılavuz vererek yola çıkartır. Kılavuz Ebu Riğal Mekke’ye varmadan ölür ve yıllarca Araplar bu adamın mezarını taşlarlar. Kendi kutsalı ve aidiyeti için bir başka kutsalı peşkeş çeken hainler bölge halkı tarafından hep lanetle anıldılar.
Mekke’nin mezralarına kadar gelen Ebrehe’nin öncü ordusu Mek- ke’nin mezralarında yayılan hayvanları yakalayıp karargâhlarına gö- türür. Hayvanlar içerisindeki 200 kadar deve henüz doğmamış olan Muhammed’in (s.a.v) dedesi Abdülmuttalib’indir. Tarih M.S 571 yılı demiştik. Zira kaynakların çoğuna göre Rasulullah (s.a.v) Fil Vakası’n- dan yaklaşık 50 gün sonra doğmuştur.
Mekke’ye elçi gönderen Ebrehe Mekke’nin reisi ile görüşmek ister. O dönemde Mekke’nin en muteber şahsiyeti Abdülmuttalib’dir. Ab- dülmuttalib elçinin ricası ile Ebrehe’nin yanına gider. Abdülmuttalib’i gören Ebrehe, Abdülmuttalib’in asalet ve karizmatik hâlinden etkilenip tahtından kalkar ve Abdülmuttalib’in yanına oturarak “Ne istiyorsun?” der. Abdülmuttalib “Develerimi istiyorum.” der. Bunun üzerine Ebrehe: “Seni görünce etkilenmiştim. Ama bu sözü duyunca gözümden düştün. Biz, atalarının dini mekânını yıkmaya geldik, sen ise bunu hiç düşünmüyor, develerini istiyorsun.” der. Bunun üzerine Abdülmuttalib sarsıcı, düşündürücü bir cevap verir: “Ben sadece develerin sahibiyim, ancak onlar için talepte bulunabilirim. Bu eve gelince, O’nun bir Rabbi var ve O bu evi koruyacaktır.” der. Ebrehe’de cevaben: “O, elimden Kâbe’yi kurtaramayacaktır.” der. Abdülmuttalib ise: “O seninle O’nun arasındaki mesele.” cevabıyla karşılık verir. Ebrehe, Ab- dülmuttalib’in develerini vererek Abdülmuttalib’i gönderir. Bu hadise- ler ibni İshak, Hâkim, Beyhaki, ibnu’l Münzir, ibni Hişam gibi farklı kaynaklarda birbirine yakın şekilde rivayet edilir. İbni Abbâs’tan (r.a) gelen rivayetler de buna yakındır.
Abdülmuttalib Mekke’ye geldikten sonra ahaliye dağlara kaçmasını telkin eder. Kadın ve çocuklar alelacele dağlara doğru yola çıkar. Bu sırada Mekke’nin ileri gelen müşrikleri dahi Kâbe’nin içerisindeki 360 putu unutup Kâbe’nin Rabbi’ne duâ etmeye başlayacaktır. Aynı zamanda Kâbe’ye hürmetin farkındalığını geleneksel din anlayışıyla bilen Kureyşliler de vardır. İbrahim’in (a.s) Tevhid dininden kırıntılar ifade eden geleneksel bir anlayışla putlara tapmayan ancak Tevhidî berraklı- ğı yitirmiş bir inanışla Kâbe’ye hürmet eden Abdülmuttalib ve benzeri Kureyşliler de Allah’a duâ ederler. Abdülmuttalib’in duâsı şöyledir:
“Ya Rabb! Onlara karşı Sen’den başka kimseden ümidim yoktur. Ya Rabb! Onlara karşı haremini koru, bu evin düşmanı Sen’in düşmanındır. Sen’in olan bu yeri harap olmaktan koru!”
Ebrehe ve Ordusu Kâbe’nin Karşısında
Mekke’nin âcizleri dağlara çekilip yüksek kayalıklar üzerinden Kâbe’ye doğru bakarken ertesi sabah Ebrehe ve ordusu Mekke’ye gi- rer. Ordunun öncü kuvveti Filler, bastığı yeri titreterek Kâbe’ye doğru yürütülür. 13 Fil Kâbe’ye yüklenerek yıkacak ve Ebrehe’de muradına erecektir(!).
Müşrik Arapların eliyle Kâbe işgal edilmişti. Tevhid’in babası İb- rahim’den (a.s) sonra Kâbe’ye sahte ve şirk dolu kutsallıklar yükleyen- ler, yeni işgalci karşısında duramayıp başka bir zâlimin eline Kâbe’yi teslim etmişlerdir. Yeni zâlim Kâbe’yi yıkıp, müşriklerin putlarını da alaşağı edecek ve kendi ülkesinde yeni bir put ve şirk mâbedi inşâ edecektir. Yerdeki hesap böyleydi ancak göklerdeki hesap hiç de böyle değildi. Hz. Âdem’den önce ve sonra Arş-ı A’lâ’dan meleklerin dahi yedi kat gökte durup tavaf ettiği Kâbe, yerdeki hesaba terk edilebilir miydi? Arzın yedi kat altındaki mikrocanlıların dahi idrakinde olduğu Kâbe, arzın üstündeki karıncaların dahi kokusunu aldığı Kâbe, zâlim ve müşriklerin hesabına mı terk edilecekti? Taşına, kerpicine, çamuruna, direğine Âdem’in (a.s) eli değmişken, İbrahim’in (a.s) teri damlamışken, meleklerin nazlı kanatları ile esintiler içerisinde tevazu ve heybeti aynı anda yaşayan Kâbe’nin hesabı elli gün sonra doğacak Hz. Muhammed’in (s.a.v) nuru iledir. Arabistan’ın kavurucu sıcağında sim- siyah taş kesilmiş örgül duvarları 60 yıl sonraya, Habeşistan’ın köle çocuğu, simsiyah ama apaydınlık nurlu Bilâl-i Habeşi’nin Ezan-ı Mu- hammediye’si ile inlemeye nişanlıdır Kâbe. 30 yıl sonra Ehl-i Beyt’in babası Hz. Ali’nin (r.a) doğum hanesi olmaya sözlüdür Kâbe.16 İçindeki putlar şimdi bir zâlimin eliyle değil, daha sonra yerlerin Muhammed’i (s.a.v), göklerin Ahmed’inin (s.a.v) eliyle, yiğit Ashâbı’nın kılıçlarının gölgesinde yerle bir edileceği zamanı beklemektedir. Bir putun yıkılıp yerine başka bir putun oluşturulmasına tahammülü yoktur Kâbe’nin. Birkaç yüzyıllık hesaplarla Kâbe’ye örtü biçen zâlim ve müşrik otorite- ler, Kâbe’nin kıyamete kadar var edilmiş akdinin farkında değildirler.
İşte yerdekilerin ve göktekilerin ayrı ayrı hesabı varken ve kimin hesabı
kime galebe çalacağı hakikatte belli iken insanlığın gözleri önünde bâtının
zâhir olması zamanı gelmiştir. Mamut17 ismindeki şerefli Fil birden bire çakılır yerinde.
Mamut, sanki elli gün sonra yetim doğacak, altı yıl sonra öksüz kala- cak, kırk yıl sonra tüm yetim ve öksüzlerin velisi olacak Muhammed’in (s.a.v) önce oyun alanı, sonra çilesi, sonra mâbedi, sonra fethi olacak Kâbe’nin tüm hürmetini hortumu ile ciğerlerine çekmişçesine durur.
Fil’in bakıcıları Fil’e kamçı, mızrak dürtüsü ve pek çok eziyetlerle yürümesi için baskı yaparlar. Fil’in biraz daha ilerleyip Kâbe’ye alnını dayayıp yüklenmesi ve diğer Fil’ler de bunu görüp aynı şekilde Kâbe’ye yüklenecek ve hesaplar tuzaklar bir bir işleyecekti. Lâkin mübârek hay- van bedeninden kanlar akana kadar işkence görse de bir adım daha at- mamakta, başka bir yöne çevrildiğinde ise koşarcasına gitmektedir. Bu acayiplik hâlinde Kızıldeniz yönünden bulutsu bir karartı belirir. Yükü yağmur olan bulutlardan olmadığı az sonra anlaşılır. Pençeleri köpek pençesini andıran Ebâbil kuşları arzı gölgeler. Gagalarında birer, pençelerinde ikişer küçük taş taşıyorlardır. Sayıları 20 bin kadardır. Her bir taş bir askerin tepesine bırakılır. Taşın tesiri o kadar büyüktür ki insan- ların tepesinden girip karnından, kasıklarından çıkar. Ya da küçük bir temasla dahi insanların etlerini kemiklerinden ayıran, lime lime döken bir hastalık, anında cereyan eder. Gerisin geri kaçmaya başlayan, boz- guna uğrayan askerlerin cesetleri neredeyse Yemen’e kadar yol boyu kokuşmuş ve dağılmış şekilde görülür. Ebrehe de bu helâktan nasibini(!) almıştır. Hatta bazı rivayetlere göre Ebrehe yol üzerindeki bir kaleye sığınır. Ebrehe’yi takip eden Ebâbil kulenin bir penceresinden girerek kapalı bir mekân olmasına rağmen odanın içerisinde taşını Ebrehe’nin üzerine bırakır. Ebrehe’nin bedeni de diğer cesetler gibi taşın değmesi ile patlarcasına dağılıp dökülür. Bu hadiseden dört yıl sonra da Yemen ve Habeş hükümeti yıkılıp gitmiştir. Tarihi Fil Vakası kısaca böyledir. Ordunun bozguna uğradığı nokta Muzdelife ve Mina arasındaki Muhasseb vadisi yanındaki Muhassir noktasıdır. Sahih-i Müslim ve Ebu Davud rivayet eder ki, İmam Cafer babası Muhammed Bakır’dan, O da Cabir’den Rasulullah’ın Veda Haccı hakkında şu açıklamayı yapmış- tır: “Rasulullah Müzdelife’den Mina’ya hareket ettiği zaman Muassıb vadisinde hızlanmıştı. ‘İmam Nevevî bunu şöyle izah eder: ‘Ashâb-ı Fil olayı burada cereyan etmiştir. Onun için sünnet olan, insanın buradan hızla geçmesidir.’ ” Muvatta’da İmam Malik’in rivayetine göre Rasulullah şöyle buyurdu: “Müzdelife durmak yeridir. Ama Muassıb vadisinde durmamalıdır.”
Nuhbe yayınlarından çıkan “Namaz Okumaları” isimli eserden iktibas edilmiştir.
Kaynak: