Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Galat-ı meşhur..

“Galat-ı meşhur belagat-ı fasihadan evladır” diye bir söz vardır. Bazen bir insan dağda bir yalan uydurur, şehre gelir kendi de inanır. “Mantık firar etmiş”se insanlar “şecaat arzederken” bakarsınız, “sirkatin söylemiş”. Çoğu zaman insanoğlu, ferasetini kaybetmişse kaçtığını zannettiği şeye doğru koşar. Başkalarının gözünde çöp ararken kendi gözlerindeki merteği görmezler. Aşk ve öfke aklı zail eder. İhtiraslarımız aklımızı zail eder. Bizim de benzer zaaflarımız vardır aslında. Herkes şeyhi, lideri, örgütü, ideolojisi konusunda aleyhte bir durum olduğunda körleşir ve sağırlaşır, anlatsanız da dinlemezler, dinleseler de anlamazlar. Savundukları değerlere yönelik bir tehdit algılarlarsa da saldırganlaşırlar. Acımasız olurlar. Onun için” bir kavme olan düşmanlığınız sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmesin” denmiştir. Din büyüklerini ilah ve Rab edinmememiz uyarısında bulunulmuştur. Adil şahidler olmamız, sözü dinleyip doğrusunu kabul edip, yanlışı reddetmemiz, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalimlere karşı olmamız istenmiştir. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Hal böyle iken Kerbela da yaşanmıştır. Bu ülkede her zaman hainler de oldu, kahramanlıklar da. Adalet de oldu, zulüm de. Bu Mekke’de de böyleydi İstanbul’da da. Ya da dünyanın herhangi bir yerinde hep böyle oldu. Firavun sarayında Musa’lar, Harun’lar, Asiye’ler Haacer’ler vardı. Peygamber evinde hakikate isyan, ihanet edenler olduğu gibi.

Doğduğumuz ana babayı, zamanı, toprağı, derimizin rengini ve cinsiyetimizi biz seçmedik ki!

Yalan Korona virüsü gibi hemen yayılıyor. Livaneli gibi bir sanatçı yazar, mantıksızlıktan şikâyet eden biri aklını ve sezgilerini kullanım, ahenk, ritim, uyum, denge konusunda iddialarındaki tutarsızlıkları bilmesi gerekirdi. Kur’an “Allah’ın kızları” iftirasını reddeder. Meleklere cinsiyet isnat edilmez. Bu yorum Hristiyanlara aittir. Bakınız Nahl 57! Bir Şeyhülislam’ın bunu bilmemesi söz konusu değildir. Melekler latif varlıklardır gözle görülmez dürbünle de! Rasathane yapılırken Osmanlı Pagan değildi herhalde, Şeyhülislam da vardı. 

Bakınız, Livaneli meslektaşım, bizde Astronomi ve Coğrafya temel ilimlerdendir. İlmin İslamisi, gayri İslamisi olmaz. Mesela bana göre Psikoloji ayrı bir bilim dalı olamaz. PreHistorya da. Bizde ilim “efradına cami, ağyarına mani” olur. Psikoloji ve Sosyoloji tek bir ilimdir. İlim Allah’ın yarattığı nesnelerde hakikatin ve hikmetin anlaşılması içindir. Batıdaki Psikolojideki “Ruh” tanımı yanlıştır. İnsan tanımı yanlıştır. Ruh hasta olmaz. Ruh, can, nefs, akıl ayrı ayrı cevherlerdir.

Hz. Âdem evde oturuyordu, okur-yazardı. Çocukları tarım ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Yani tarih Hz. Âdemle başlar. Darwinist ya da Freud aklı ile Müslüman mahallesinde domuz kasabı açılmaz.

Astronomi ve Coğrafyayı bilmeyen âlimin ilmine itibar edilmez idi İslam’ın ilk döneminde. Çünkü bütün ibadetler bizde zaman ve mekanla mukayyettir. Ayet “Ay ve Güneş Allah’ın iki şeairidir” der. Güneş de bir Yıldız’dır ve Ay ve Yıldız aslında bu ayete göndermedir. Bizim aydınlar bayrağımızdaki ay ve yıldızın ne anlama geldiğini bilmiyor demek ki. Suç bizde anlatmamışız. (Aslında bizimkiler de bilmiyor. Kim kime ne anlatacak ki)

Melekler latif varlıklardır gözle görünmedikleri gibi, onların bizim bildiğimiz anlamda bir elbiseleri de yoktur. Böyle bir saçmalığa inanmak konusunu tartışmak bile “mantık firarı” olur. Bir saçmalık misalini sahi sanmak, daha sonraki bir mizah, bir ironi ya da iftiradan yola çıkarak kendi tarihine yabancılaşmanın mantığını anlamak benim için kolay değil. Hele hele bunu çağdaş aydın geçinenlerin böylesine aktarıyor olmaları ülkem için beni kaygılandırır. Burada asıl sorun “Müneccimlik” ile ilgili yani yıldızlara bakıp kehanette bulunmak! Kur’an bunu yasaklar. 

Bu alim ve zahid zatın asıl adı Ebû Bekir Takıyyüddin Muhammed b. Zeynüddin Ma‘rûf b. Ahmed er-Râsıd ed-Dımaşkī olup ataları Nûreddin Mahmud Zengî ve Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kumandanlarından kişilere kadar uzanır. Birileri halkı “Gezi örneği”nde olduğu gibi sokağa dökmek için “Müneccimlik ve kehanet yapıldığı“ iddialarını gündeme getirilip, zamanının siyasî çekişmelere taraf olan ve buna dinî bir zemin hazırlamaya çalışan Şeyhülislâm Kadızâde’nin, kuyruklu yıldız hikâyesini de bahane ederek “Rasathâneler bulundukları ülkeleri felâkete sürükler” şeklindeki fetvası ile olan oldu! Bizde “fetva kapısı kapandı” sözü boşuna söylenmedi. Böylece İstanbul Rasathânesi, 4 Zilhicce 987 (22 Ocak 1580) tarihli bir hatt-ı hümâyunla içindeki aletlerle birlikte tahrip edildi. Olay bu. Lütfen insaf buyurup, sosyal medya dedikodularından kafanızı kaldırıp bir de şu kaynağa bir nazar edin: (https://islamansiklopedisi.org.tr/takiyyuddin-er-rasid). Biz hepimiz insanız ve hata yaparız. Özür dilemek erdemdir. O satırlar bizi üzdü. Siz özür dilerseniz o ve benzer hataları yapanlar için de güzel bir örnek olursunuz. Ve daha önce bu konuda ve benzer konularda yazdıklarınız ve Twitter’deki mesajınız ile ilgili olarak, bana kalırsa özür dileyin. Kaab b. Züheyr’in yaptığını siz de yapabilirisiniz.

Birbirimize rağmen adalet, barış ve özgürlük içinde bir dünyayı başaramayız. Ama birlikte başarabiliriz belki. İttihad olmuyorsa İttifak, o da olmuyorsa İtilaf da mı yapamayız! Selam ve dua ile. 

Bu yazı toplam 857 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar