Gelenekçiler ile Modernistler Arasında Mevdudi
'Mevdûdî & Hayatı, Görüşleri ve Eserleri' kitabı, 2003 yılında Bursa’da, Abdülhamit Birışık’ın öncülüğünde yapılan Mevdûdî’nin doğumunun 100. yılı anısına yapılan sempozyumda tebliğ edilen sunumların metinlerinden oluşuyor.
6 Haziran 2009 tarihinde, İstanbul/ Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde, o günkü adıyla Medeniyet Derneği, bugünkü adıyla Medeniyet Vakfı’nın organizesiyle “Mevdûdî Sempozyumu” gerçekleşmişti. Ben de sırf bu güzel program için Kayseri’den kalkıp İstanbul’a gitmiştim o tarihte.
Söz konusu sempozyuma; Türkiye’den, Ahmet Ağırakça, M. Beşir Eryarsoy, Ali Kaçar, Hayreddin Karaman, Mustafa Ağırman, Abdülhamit Birışık, Abdülaziz Hatip, Durmuş Bulgur; Pakistan’dan ise İskender Barlas ve Enis Ahmed katkıda bulunmuştu. O güne kadar Ebu’l Âlâ el-Mevdûdî ile ilgili olarak Türkiye’de böylesine geniş çaplı bir organize gerçekleşmediğini ve bu yüzden de programın gerçekleşmesine vesile olanlara ne kadar teşekkür etsek az geleceğini düşünmüştüm; tâ ki İnsan Yayınları arasından 2007’de yayınlanan “Mevdûdî & Hayatı, Görüşleri ve Eserleri” isimli kitapla karşılaşıncaya kadar. Kitap, 2003 yılında Bursa’da, Abdülhamit Birışık’ın öncülüğünde yapılan Mevdûdî’nin doğumunun 100. yılı anısına yapılan sempozyumda tebliğ edilen sunumların metinlerinden oluşuyor. Editörlüğü de yine Birışık’a ait. Bu demek oluyor ki 2009 yılında gerçekleşen sempozyumdan 6 yıl önce başka güzel yürekler de iş başına geçivermiş.
22 Eylül 1979’da vefat eden ve “yaşasaydı 114 yaşında olacaktı” diyebileceğim Mevdûdî’yi, bugün rahmetle yâd etmek için, adını andığım kitabı vesile edineceğim. İki sempozyuma da katılmış olan Enis Ahmed’in, bu kitaptaki “Mevdûdî’nin İçtihad ve Otorite Yorumundaki Yenilikçi Unsurlar” başlıklı sunumuna değineceğim.
Amerika, Kanada ve Avrupa’ya da eserleri ulaşmış Mevdûdî’nin
Enis Ahmed’e göre, Mevdûdî’nin çağdaş İslam düşüncesini ne kadar derinden etkilediği, henüz tarafsız bir gözle ve eleştirel bir yaklaşımla incelenmiş değil. Bununla birlikte, onun fikirlerinin dünyadaki İslamî hareketlerin genelinin üzerinde etki sahibi olduğunu da vurgular. Kendine has usul ve üslubuyla Müslüman nesillerin kültürel ve entelektüel gelişimlerine zemin hazırladığını ifade ettikten sonra, Mevdûdî’nin sağlığında, İslam dünyasında siyasal olarak yaygın olan iki İslamî yapının var olduğunu, bunların; Güney Asya’da sökün eden Cemaat-i İslamî ile Sudan’daki İhvan-ı Muslimin olup –burada neden Mısır değil de Sudan demiş tam anlayamadım!-, çalışma programlarının içeriğini oluşturma ve geliştirme noktasında hep Mevdûdî’nin eserlerini temel kaynak seçtiklerinin altını çizer. Bu durumun, Türkiye, Suriye, Irak, Endonezya, Malezya, Sri Lanka, Bangladeş, Nijerya, Güney Afrika, Kenya gibi ülkeler için de geçerli olduğunu söyler Enis Ahmed. Ve çok ilginç bir şey daha öğreniyoruz; 1950’li yıllarda yavaş yavaş başlayıp 1960’lı yıllarda daha fazla ilerlemek suretiyle Amerika, Kanada ve Avrupa’ya da eserleri ulaşmış Mevdûdî’nin. Subhanallah! Yüce Rabbimizin lütf-u keremi olsa gerek bu.
İslam dinini resmî olarak kabul etmek demek
Enis Ahmed, Mevdûdî’nin İslam düşüncesi geleneğine en büyük katkısının, din ve dünyayı, kutsal ve seküleri, siyasî ve dinî olanı birbirinden ayrı gören geleneğin sınırlarını aşmış olmasında yattığının üzerinde durur. Zira Mevdûdî, Kur’an üzerinde yaptığı titiz çalışmalar sonucunda, ilah, rab, ibadet ve din kavramlarının oldukça geniş anlamları ihtiva ettiğini beyan eder “Kur’an-ı Kerim’in Dört Temel Terimi” isimli kitabında. Mevdûdî’ye göre, şeriatın uygulanmasıyla kastedilen şey, toplumu ilgilendiren İslamî kanun maddelerinden birkaçını hayata geçirmek değildir. Ona göre asıl olan şey, İslam dinini, Kur’an ve Sünnet’teki aslıyla anlamak ve bunun sonucu olarak da bu yüce dini, yabancı akım ve sistemlerin saldırılarından korumaktır. Enis Ahmed, bu konuya ilişkin olarak Mevdûdî’nin Nisa Sûresi’nin ilk iki ayetini esas alarak vardığı şu sonucu paylaşıyor: “Burada dikkatimizi çeken iki husus, Allah’ın dini olarak kabul edilen ceza hukukunun uygulanması yani din, sadece namaz kılmak, hacca gitmek ve zekât vermekten ibaret değildir. Bu nedenle İslam dinini resmî olarak kabul etmek demek, bu dini hayatın her safhasında yürürlüğe koymak demektir. Bir ülkenin hukuku, o ülkenin dininin bir parçası niteliğindedir. Din, insanları, Allah’ın emrettiği kanunları bütünüyle idrak etmeye çağırır. Din denince, akla sadece birtakım ibadetler gelirse, dinin sadece bir parçası uygulanmış olur. Ve insanlar, İslam şeriatı yerine beşerî kanunları yürürlüğe koyarsa, bu, Allah’ın dinini kabullenmemekten başka bir anlama gelmez.”
İnsan hayatını, iyilik temelleri üzerine bina ederek münkerattan arındırmak
Mevdûdî’nin şeriat sistemindeki uygulamaların ahlakî boyutuna oldukça fazla önem verdiğine dair bilgiler veren Enis Ahmed, onun, şeriat konusuyla ilgili teorik tartışmalardan kaçınarak, doğrudan şeriatın modern dönemdeki uygulamaları üzerinde durduğunu ve şeriatın temel hedefini “insan hayatını, iyilik temelleri üzerine bina ederek münkerattan arındırmak” şeklinde özetlediğini belirtiyor. Evrensel iyilik anlayışının ya da Kur’anî ifadeyle “ma’rufun”, ulusal, coğrafî ve dinî sınırlarının olmadığını öğreniyoruz burada Mevdûdî’den. Bu demek oluyor ki, hak ve adaleti savunmak, yalancılık, düzenbazlık, namussuzluk ve zulme karşı savaşmak gibi hasletleri, hiçbir inanç sistemi kendi tekelinde göremez.
Enis Ahmed’den edindiğimiz bilgilerden biri de, Mevdûdî’nin Hanefî fıkhının takipçisi olduğu halde bu durumun onu, diğer İslam fıkıh ekollerinin âlimlerinin yapmış olduğu katkıları takdirle karşılamaktan alıkoymamasıdır. Mevdûdî, diğer fıkıh ekollerine karşı beslediği güzel duygular ve yaklaşımlarla mutedil bir duruş sergilemiş hep Enis Ahmed’in şehadetine göre.
Gelenekçiler ile modernistler arasında orta bir yolu gözetti
Mevdûdî’nin içtihad yapma konusundaki durduğu yer, hem kendi zamanı ve hem de sonraki zamanlar için büyük bir örneklik teşkil edici nitelikte. İçtihadın, ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim alanları ile hukuk problemlerine çözüm bulmak amacıyla hayatın her bölümüne yayıldığını söylemiştir o. Müçtehid olan zatın, ekonomik, sosyal ve siyasi konular karşısında İslam’ın durum ve tutumunu belirleyebilmek için, çağdaş ideoloji, sistem, düşünce, eğilim ve pratiklerini iyi bilmesi gerektiğine dikkat çeker. Ve tüm bunlarla birlikte, müçtehidin iyi düzeyde Arapça öğrenimine sahip olup şeriatın ilke ve amaçlarının bilgisine de aynı şekilde iyi düzeyde vakıf olması gerektiğini savunur.
Enis Ahmed, sözlerinin sonunda Mevdûdî’nin gelenekçiler ile modernistler arasında orta bir yolu gözettiğini, yani mutedil bir yerde durmaya daimi çaba sarf ettiğini ifade ettikten sonra, onun yirminci yüzyılın en büyük Müslüman âlim ve düşünürlerinden olması hasebiyle kıymetinin bilinmesi gerektiğini tavsiye etmeyi de unutmamış.
Mevdûdî’yi, sağlığındayken yakından tanıyan ve takip eden Enis Ahmed gibi birisinden okumak ve dinlemek, o değerli âlimi daha çok sevmemize, daha çok önemsememize ve ona daha çok kulak vermemize sebep oldu ve olacak inşallah.
Mevdûdî & Hayatı, Görüşleri ve Eserleri, ed. Abdülhamit Birışık, İnsan Yayınları
Fatih Pala