Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Geliniz, Sukûnetle Bir Değerlendirme Yapmaya Çalışalım..

Son günlerdeki gelişmelerin değerlendirme veya tartışmalarını, evet, etraftakileri, ‘Aaaa...’ diye şaşırtacak iddialı beyan veya kanaatlerle değil, sukûnetle, akl-ı selim ve kalb-i rakîkle yapmaya hazır mıyız?

Eğer hazır isek, buyrunuz..

Önce, ’17 Aralık Operasyonu’yla ilgisi doğrudan kanıtlanmasa da dolaylı olarak ilgisinin olduğu, bu operasyonun arkasında durduğu ve operasyonun kullanılan tarafı olduğu sanılan Hizmet Hareketi’yle ilgili birkaç konu ve bu bağlamda bütün cemaatleri ilgilendirecek bazı hususlar üzerinde durmakta yarar var.’ cümlesiyle başlayan bir yazıdan bazı noktaları -özetle- aktaralım: (Parantez içi … noktalı kısımların, özetleme yaparken atlanan bölümleri işaretlemek için olduğunu hatırlayalım.)

Birinci konu:

Bu hareketin müessis lideri olarak bilinen Fethullah Gülen'in (…) Hakkındaki dava düşmesine, vatana dönmesi için hiçbir yasal engel olmamasına ve memleketin en üst yetkilisi olan Başbakan Erdoğan'ın davetine rağmen, hasretiyle yandığı (devamlı vurgulanan) ülkesine neden dönmedi?

Kendisi mi dönmek istemedi?

Yoksa birileri mi dönmesine izin vermedi? (…)

Eğer birileri dönmesine izin vermiyorsa, izin vermeyen kim? Neden ve niçin izin vermiyor? Bunu paylaşma sorumluluğu yok mu? En azından gelmek istiyorum ama bırakmıyorlar ve nedenini açıklayamam da mı diyemez? (…)

…Hz. Ali, "kim kendini zan altında bırakacak işler yaparsa, hakkında oluşan zanlardan rahatsız olmaya hakkı yoktur" diyor.

İkinci konu:

İktidar amacına yönelen, iktidarın gizli ortağı olmak isteyen, bir muhalefet partisi gibi her gün açıklama yapan, amaca ulaşmak için darbe teşebbüslerinde bulunduğuna dair ciddi kuşkular uyandıran bir hareket legal, şeffaf ve hesap verilebilir bir yapıya dönüşmek zorunda değil mi?

Hizmet Hareketi’nin nerede başladığı ve nerede bittiğini bilen yok. Tüzüğü, yöneticileri, yönetim kurulları, sözcüleri, mali işlemleri ve üyeleri belli olmayan kapalı bir kutu. İsteyen istediği zaman kendini bu harekete yakın olarak tanımlıyor ve konuşuyor; isteyen istediği zaman bu hareketle hiçbir organik bağının olmadığını söylüyor. Mübhemlik ve şeffaf olmamak herkese bu hareketle ilişkileri hakkında belirsiz ve geniş bir alan açıyor. (…) Hareketin Türkiye'de resmen belirlenmiş bir sözcüsü dahi yok. Hüseyin Gülerce'yi herkes hareketin sözcüsü olarak tahmin ediyor veya öyle biliyor ama resmi bir bildirim olmadığı için ne Gülerce yaptığı açıklamaların sorumluluğunu taşıyor ne de yanlış bir şey söylediğinde onun hesabını vermek zorunda kalıyor. Sıkıştığında, "ben kendi adıma konuştum" diyebiliyor.

Hizmet Hareketine ilişkin belirsizliğin boyutları öylesine ileri derecede ki, bu hareketin kurucu önderi olan F. Gülen bile bu sorumluluğu doğrudan üstlenmemiş, gerektiğinde tâbileriyle sadece gönül bağı olduğunu söyleyebiliyor. (…)

Hizmet hareketi, siyasete bu kadar müdahil olmasaydı, (…) belirsiz ve şeffaf olmama hali sorun olmayabilirdi; uzun yıllar ciddi sorun oluşturmadığı gibi. Ama bu gün geldikleri noktada artık eskisi gibi belirsiz, sorumluluk üstlenmekten kaçan kayıt dışı bir yapı şeklinde devam edemezler. Ederlerse haklarında her gün artış gösteren ciddi kuşkular oluşacaktır. Çünkü etkinlikle belirsizlik bir arada olamaz.

Olursa karanlık bir yapıya dönüşür. (…) Bu hal, Hizmet Hareketi’nin belki de hezimet hareketine dönüşmesine yol açar ki, bu vebalin altından kalkamazlar.

Üçüncü konu:

(…) Hükümeti yolsuzluklar üzerinden devirmeye ve hizaya getirmeye çabalayan bu hareketin elindeki sermaye miktarının yirmi milyar Dolar kadar olduğu defalarca yazıldı. Bu sermayenin kaydı var mı? Nasıl elde edildiğini gösterir belgeleri var mı? Bu paranın nasıl işletildiği ve nerelerde kullanıldığını gösterir belgeler mevcut mu? Daha nice sorular sorulabilir.

Kendisinin yönettiği sermayeye ilişkin hiçbir şeffaflık yokken, hiçbir hesap verilebilirlik yokken Hükümet’in üzerine yasa dışı mali işlemler yapıldı suçlamasıyla gitmeleri ilginç değil mi?

Hükümeti sorgulama hakkı her vatandaşın ve sivil toplum kuruluşunun hakkı ve görevidir ama 20 milyar Dolar serveti hiçbir kayıt tutmadan yöneten bir yapının hakkı olmasa gerek. Bu hakkını kullanması için önce kendisinin şeffaflaşması, hesap verebilir bir forma dönüşmesi gerekir.

İnsan, güç ve paranın birleştiği her yerde yolsuzluk ve usulsüzlükler olur. (…)

Bu gerçeğe binaen 20 milyar Doları yöneten bu hareketin içinde bugüne kadar hiç mi yolsuzluk olmadı? (…) Başkalarından hesap soranlar, kendilerinden de hesap sorulmasını kabullenmesi gerekir.

Dördüncü konu:

Hizmet Hareketi bir-iki yıl öncesine kadar tamamen dini bir cemaat olarak görülüyordu. Bu sebeple de çok aykırı görüşlerine rağmen herkes bu hareketin kurucu önderine bir din adamı gözüyle bakıyor ve görüşlerine katılmasa da saygı gösteriyordu. Hizmet Hareketi politik bir hareket olarak görülmediği için güncel politikaların polemik konusu olmuyordu.

Şeffaf bir yapıya dönüşmeden politikaya müdahil olunca, hareket, dini bir hareket olmaktan politik bir harekete, din adamı olarak görülen F. Gülen de politik bir şahsiyete dönüşüverdi. (…)

Siyasete girmiş bir din adamının Dine dair söylemlerine artık kuşkuyla yaklaşılır. Dini telkinlerinin siyasi çıkardan âri olmadığı düşünülür. (…)

Siyasete giren din adamlarına karşı bu algı değişimi hem Sünni hem de Şii dünyasında böyledir. (…) İran İslam devriminden önce, yani ulemanın iktidar olmasından önceki dönemlerde İran'daki Şii Müslümanlar arasında herhangi bir taklid merciine bağlı olmayan kimse neredeyse bulunamazdı. Her Şii müslümanın bir mercii vardı. (…) Otuz yıl sonra özellikle de yeni kuşak arasında artık hiçbir taklid merciine bağlı olmayanların sayısı azımsanamayacak kadar artmıştır. Nedeni, iktidar ve siyasetin ulemanın din ile ilişkisindeki güvenirliliğini azaltması. (…)

Beşinci konu:

İktidar paylaşılamaz. Bu sebeple iktidar, kendi taliplerini birbirine düşürür. Güçlü olan savaşı kazanır ve ötekilerini saf dışı eder. İktidara talip olanların din veya kan kardeşi olması, iktidar çatışmasına girmelerini önleyemez. (…) İktidar, sahabe arasında (da) kanlı bir çatışmaya yol açtıysa, sonraki nesiller arasında benzer çatışmaların yaşanması garipsenmemeli.

Dini cemaatlerin iktidara talip olması veya iktidarın ortağı olmak istemesi, onları haklı veya haksız bir şekilde iktidar kavgaları içine çeker. Hem iktidara talip olacağız hem de iktidar kavgalarına girmeyeceğiz demek, beşer hayatındaki iktidar tarihiyle mütenasib bir yaklaşım değildir.(…)

Altıncı konu:

Hizmet hareketi, dini bir cemaat olarak biliniyor. (Bugünkü) Hükümet de dinî değerleri önemseyen ve sosyolojik olarak muhafazakar tabanı temsil eden siyasi bir yapıya tekabül ediyor. Bu iki unsur arasında meydana gelen sorunun hukuk kurallarını aşan ve ahlaki değerleri zorlayan bir zeminde devam etmesinin zararlı sonuçları sadece bu hareketin ve partinin hanesine yazılmayacak, bundan bütün dini cemaatler ve muhafazakar kesim zarar görecektir ve görmektedir. (…)

Bu sebeple taraflar en azından Din ile olan ilişkilerinden dolayı taşıdıkları sorumluluğa uygun hareket etmeleri gerektiğini bilmeliler. (…)’

Evet, özeti sunulan bu ilginç değerlendirme yazısı Zeki Savaş kardeşimin 29 Aralık 2013 tarihli makalesinden aktarıldı.

Üzerinde derinlemesine düşünülmelidir. Özellikle de, ’Hizmet Hareketinin bir hezimet hareketine dönüşmesi ihtimalinden uzak kalınabilmesi açısından..

***

Ve, bir ‘Vakıf’ kurumunun bildirisi...

‘Hizmet Hareketi’ denilen hareket, maşaallah, her alanda dal-budak salmıştır. Gazeteler, dergiler, 4-5 tv. kanalı, dershaneler, ‘ev’ler, yurtlar, dernekler, bazı meslek kuruluşları, hayır kurumları, -hattâ bazı spor kulüplerinin sponsorluğunu bile kısmen üstlenen- bankalar, vakıflar..

Denilebilir ki, kıskanma, çalış, senin de olur..

Evet, öyle de.. Bu kadar çok ve yaygın bir ‘güc’ün kontrol edilemez bir boyuta ulaşması tehlikesine karşı sigortası nedir? Bu kadar gücün de, başlangıçta akıldan bile geçmiyecek derecede talebleri ister istemez oldu ve bu durum, kaçınılmazdır da.. ‘Güç, şişede sâkin duran içkiye benzer, içildiğinde tahmiin edilemez sonuçlar ortaya çıkarır..’ şeklindeki benzetmenin bu konuya tatbiki çok da yanlış sayılmamalıdır.

Nitekim, sözkonusu cemaatin elindeki yığınla güç vasıtalarının şimdilerde, belli siyasî hedeflere ulaşmak için, birlikte ateş açması durumu, ilginç değil mi? (Ki, Samanyolu isimli tv. kanalının, yıllarca övdüğü Erdoğan’ı şimdi, Halk tv. veya Ulusal tv. gibi mâlum kemalist- laik-solcu kanalların ağzıyla vurmak için yayın yapması ve geçmişteki nice sözlerinden bazı cümleleri seçip, bunları yayınlayarak, ‘Dün böyle demişti, bu gün de böyle diyor; tutarsızlık ve çelişkiler içinde bir siyasetçi..’ görünümü vermeye çalışması, ilginç..)

Hani, Hitler zamanında 1935’lerde Volkswagen fabrikaları öylesine halka hizmet niyetiyle kurulmuştu ki, binlerce işçi, aynı zamanda kendi fabrikalarının da sahibi durumundaydılar. Ama, savaş başladığı zaman, o ‘volkswagen’leri (halk arabaları)’nı üreten fabrikalar bir anda ve serî halde tanklar- toplar üreten bir duruma geçivermişlerdi, çünkü taa baştan öyle proğramlanmışlardı.

Kısaca ‘Cemaat’ denilen bu hareketin bu gibi yan kuruluşlarından birisi olan bir de ‘vakıf’ var. ‘Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ (GYV) isimli bir teşekkül..

Bu ‘vakıf’ , 17 Aralık'ta yolsuzluk ve rüşvet adına başlatılan ve Türkiye’yi derinden sarsan operasyonun arkasında F.G. cemaatinin olduğuna ilişkin iddiaların ‘iftira olduğu’na dair bir açıklama yaptı.

‘Bu tip iddialarla yolsuzluk iddialarının üstünün kapatılmaya çalışıldığı’nın savunulduğu GYV açıklamasında şöyle deniliyordu: "Yürütülen soruşturmaların ardında “Hizmet” olduğu iddiası çirkin bir iftiradır. Onursal Başkanımız Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet Hareketi’nin yolsuzluk soruşturmasını yürüten “savcılarla ilişkili” olduğu ve “dış güçlerin maşası” oldukları için bu davaları açtırdıkları iddiaları çirkin birer iftiradır. Defaatle dile getirdiğimiz üzere, bir sivil toplum hareketi olan Hizmet Hareketi’ni, iktidar üzerinde vesayet kurmak ve iktidara ortak olmakla suçlamak açıkça abesle iştigaldir. Her hangi bir tavsiye, eleştiri, talep veya hak savunmasında bulunan sivil toplum oluşumlarını, iktidar peşindelermiş gibi sunarak, onlara “siyasete karışma”, “öyleyse parti kur”, “seçimleri bekle”, “manşetlerle milli iradeyi baskı altına alma” demek, demokratik sistemin ruhu, norm ve değerleriyle bağdaşmaz ve asla kabul edilemez. (...) Hukuk somut fiillere bakar. Hangi görüşten ve yaşam tarzından olursa olsun vatandaşların kanunlar çerçevesinde devletin bütün kademelerinde görev almasının “devleti ele geçirme”, “devlete sızma”, “vesayet kurma” veya “paralel iktidar oluşturma” şeklinde sunulmasının iyi niyetle açıklanması mümkün değildir. (...) Hocaefendi ve Hizmet Hareketi’nin, ülkeye çok hizmetleri geçmiş AK Parti’ye karşı bir husumeti bulunmamaktadır. Hizmet, AK Parti’nin 2002-2011 arasındaki her tür demokratikleşme hamlesini açıkça desteklemiştir. Ancak, Sayın Erdoğan’ın ve partisinin yönetiminde, eylemlerinde ve eylemsizliklerinde 2011 genel seçimlerinden bu yana ciddî bir farklılık oluştuğu açıktır.

AB sürecinin yavaşlaması, kuvvetler ayrılığını erozyona uğratan şekli ile başkanlık teklifi, medya özgürlüklerinin giderek daralması, parlamenter denetimin zayıflaması, Sayıştay’ın görevini yapamaz hale gelmesi ve otoriterleşme emarelerinin artması, son olarak yargıya bile müdahale edilmesi AK Parti’yi destekleyen sağduyulu kesimleri ülkenin geleceği ile ilgili derin endişelere sevk etmiştir.

(…) Camianın da paylaştığı ve defaatle dile getirdiği bu eleştirilerin dershanelerin yasaklanması tartışmaları ile başladığı iddiası da gerçek dışıdır. (…)Hükümeti basiretli ve serinkanlı yönetime ve protesto eylemlerinde bulunanlar da dâhil olmak üzere 76 milyonun Hükümeti olarak davranmaya, aynı şekilde eylemcileri de barışçıl yöntemler ile sınırlı kalmaya davet ediyoruz.

Yolsuzluk soruşturmaları ile birlikte, hükümetçe ve hükümete yakın medyada daha yüksek sesle dile getirilen, “yargı cuntası”, “paralel devlet”, “otonom yapı”, “casusluk”, “ajanlık” ve benzeri delilsiz ve çok soyut suçlamalar, soruşturmanın üstünü örtme izlenimi vermektedir.

Yolsuzluk iddiası ile suçlanan şüphelilerin masumiyet karinesine aykırı bir şekilde suçlanmasının kişilik haklarının ihlali olduğunu ifade edenlerin haklılığı aşikârdır. Ancak aynı anlayışla da hiç bir hukuki ve demokratik ilkeye dayanmaksızın milyonlarca seveni olan bir camiaya da çete ve örgüt denmesi akıl, izan ve insafla bağdaştırılamaz.’

Evet, mezkur vakfın açıklaması böyle.. Bir STK olarak böyle bir eleştiride bulunma haklarının olduğunu belirtiyorlar. Bu da mevcud sistem içinde kabul edilebilir. Ama, başkalarının da birilerine ‘çete, örgüt, paralet devlet’, vs. suçlamalarda bulunması üzerine, bunu hemen, üzerlerine alınıyorlar. Halbuki, o ‘çete, örgüt ’ vs. gibi suçlamaların hedefinin, objektif olarak kendileri olduğunu nereden biliyorlar?

Ama, bu açıklamanın bir-iki gün sonrasında...

3 Ocak günü, kamuoyuna yansıyan yeni bir iddialı söz, gelişmeleri sukûnetle değerlendirme ve tartışmaya hazır olunmadığını bir daha gösterdi. Çünkü, görüşlerine F. Gülen'in sözcüsü imiş gibi itibar edilen Zaman yazarı H. Gülerce’nin 'Hiç yaşanmamış sıkıntılara hazır olun!’ şeklinde, korku veya vehimlerini ya da toplumda vehimler ve korkular uyandırmayı hedef alan, ne demek istendiğinin ucu açık bir ‘twitt’ attığı görüldü. Herkes, Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar, bu topraklarda Cumhuriyet tarihinde hiç yaşanmamış sıkıntılara ve savrulmalara hazır olsun! Sadece sabredenlerin, sağduyu ile hareket edenlerin, üslup güzelliğini koruyanların ve duruşunu bozmayanlarin kazanacağı fırtınaya giriyoruz. Bu fırtınada dostlar kaybedilecek, çürükler ayıklanacak, vefasızlar ortalığa saçılacak. Herkes yerini bulacak. ' diye yazıyordu bi kişi..

Herkesin her mânâya çekebileceği, bir iddia.. Ama, bu sözü öyle bir konumda bulunan bir kişinin yazması, ister istemez bu sözün içindeki korku, vehim, arzu, temennî ve tehdidleri çağrıştırıyor zihinlerde.. Gaib’den veya gelecekten sözediyormuşcasına dile getirilen ve ‘felaket tellâllığı’na soyunulduğunu ortaya koyan bu gibi görüşler, sadece sözün âfeti ya da belagatin şehveti gibi değerlendirmelerle geçiştirilebilir mi?

Bu kişi, ‘Ne demek istiyorsun, çıkar ağzındaki baklayı..’ denilse, ne der acaba?

İleride bir şeyler olursa, ‘Biz öngörmüş ve demiştik, ama kimse dinlemedi..’ olacak; uyandırılmaya çalışılan korkulara konu tehlikeler gerçekleşmediğinde ise, kendilerinin muhtemel tehlikelere dikkati çekmek gibi mâsûm bir görüş açıklamaktan başka bir şey yapmadıklarını söyleyeceklerdir, herhalde..

Gerçekte ise, bu gibi sözler, herkes ‘savaş baltaları’nı topraktan çıkarıp, hazır durumda beklesin demek gibi korkunç bir zehirli ifade değil midir ve bir müslümana yakışır mı?

***

Ünlü bir istihbaratçi polis şefi olan Hanefî Avcı’nın başvurusu..

Hanefî Avcı, ünlü bir istihbaratçı polis şefi idi. Diyarbakır’ın ünlü cezaevinin işkenceleriyle ünlendiği dönemde, Avcı’nın da o cezaevinin yanıbaşındaki bir büroda işkenceleri yaptırdığına dair iddialar, onun emrinde olan ve ‘Ben binden fazla insanı öldürmüşümdür..’ diyen A. Çarkın ve benzeri polis kişilerin medyada da yer alan açıklamalarında dile getirilmiş ve yalanlanmamıştı.

H. Avcı, 28 Şubat 1997 Zorbalığı döneminde, gadre uğramış ve Tayyib Erdoğan Hükûmeti’nde ise, yeniden eski vazifelerini hatırlatacak üst derece sorumluluk makamlarına getirilmişti. Ama, bir süre sonra, o üst vazifelerden alındı ve önce Edirne, sonra da Eskişehir Emniyet Müdürlüğü’de getirildi.

Sonra da, "Haliç'te Yaşayan Simonlar; Dün Devlet, Bugün Cemaat.." adlı kitabı hadise oldu ve "Devrimci Karargâh" dâvasında yargılanıp, 15 yıl hüküm giydi. Kitabının da, S. Yalçın ve benzeri kişiler eliyle veya yardımıyla yazıldığına dair önemli deliller sunuldu, mahkemeye..

Hanefî Avcı, son günlerdeki gelişmeler üzerine, hakkında verilen devlet memurluğundan ihraç ve meslekten men’ cezalarının kaldırılması talebiyle İçişleri Bakanlığı’na başvurmuş..

Avukatı, Avcı'nın kitabında, "Türkiye Cumhuriyeti'nin karşı karşıya olduğu örgütsel tehlikeye 2010'da dikkati çektiği"ni belirtmiş.. Kezâ, Avcı'nın, ‘Fethullah Gülen ve yönetimi altındaki cemaatin illegal yapılanması" hakkında 2010'da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduğu, savcılığın ise "iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı" gerekçesiyle kovuşturma yapılmasına gerek olmadığı’na karar verdiği hatırlatılan dilekçede, "O günün koşullarında ortada somut bir bilgi ve belge yok diyen savcılığın, bugünkü koşullarda aynı değerlendirmeyi yapma imkanı kalmamıştır. Çünkü müvekkilimizin kitabında ifade ettiği iddia ve beyanlar Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklamaları ile sabit hale gelmiştir" ifadelerini kullandığı da bildiriliyor.

Hanefî Avcı’nın İçişleri Bakanlığı’na yaptığı başvuruda ise şu görüşleri dile getirdiği görülüyor:

"Son günlerde basın ve medyada yer alan haberler ve hükümete yönelik hukuka aykırı eylemler ve işlemler sonrasında yürütülen belgelendirmelerle oluşan yönetime yönelik kaos dikkate alındığında yapılan operasyonların hükümete yönelik gibi gözükmekle birlikte onun ötesinde devlet sistemini ele geçirme faaliyeti olduğu ve bunun illegal bir yapılanma içerisinde yürütüldüğü bizzat Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanmıştır. Sayın Başbakan, bu operasyon süreci ile ilgili olarak devlet içerisinde devlet olma gayreti içerisinde olan bir örgütün varlığını artık bildiğini ve bunu ortaya çıkaracağını tüm ülkeye ilan etmiştir."

Hükümet’in dershanelere yönelik tasarrufundan vazgeçmesi için "her türlü tehdit ve şantaja maruz kaldığı" ifade edilen dilekçede, Başbakan Erdoğan'ın, ’seçilmiş, meşru hükümete kimsenin diz çöktüremeyeceği’ açıklaması üzerine, ’örgütün, Başbakan’a tehdit ve şantajla geri adım attıramayacağını anlayınca düğmeye bastığı; ...Örgütün, hükümeti kamuoyu önünde aşağılamak, siyaseti yeniden dizayn etmek ve en önemlisi kendi boyunduruğu altına almaya başladığı ve her konuda anlaştığı siyasi bir partiyi seçimler öncesi ön plana çıkarıp yerel seçimlere yön vermeye çalıştığı" öne sürülen dilekçede, ’İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekilliği’nin operasyonunun, büyük bir gizlilikle örgüte mensup emniyet mensupları ve yargıdaki uzantılarınca yürütüldüğü, (...) Operasyon’da soruşturmanın gizliliği çerçevesinde hareket edilmesi gerekirken, dosya kapsamında yer alan bilgi, belge ve fotoğrafların basına sızdırıldığı, ...soruşturmayla ilişkilendirilen Hükümet’in 4 bakanının kamuoyu vicdanında mahkûm edilmesinin amaçlandığı’ ifade edilmiş..

Bu gibi iddiaları herhangi birisi söylediği zaman, bir ‘Acaba?’ deyip geçilebilir, ama, bunlar hele de İstihbarat birimlerinde yıllarca en üst makamlarda bulunmuş ve Cemaat denilen hareketle de yıllarca yakın temas halinde olmuş ve sonra da o Cemaat’in hışmına uğradığı için iddiasıyla, yıllardır tutuklu olarak yargılanan ve hüküm giyen bir kişinin dilinden sâdır olunca, üzerinde daha bir durulması gerekir.

Örgütün, emniyet teşkilatında yer alan mensublarının devlet gücünü örgüt lehine kullandıklarının, örgütün emir ve talimatıyla hareket ettiklerinin Avcı'nın kitabında ayrıntılı biçimde anlatıldığı aktarılan dilekçede, şunlar da kaydedildi:

Daha önce CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal'ın partisine mensup bir milletvekiliyle çekilen görüntülerinin medyaya servis edilmesinden sonra istifa etmesi ve istifasını açıklarken bu görüntülerle ilgili olarak Fethullah Gülen örgütünü aklaması, devlet içinde yer alan örgütün elinde olan kasetlerin devamından ve örgütün gücünden kaynaklanmaktadır. Ayrıca bir dönem MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin, Fethullah Gülen hakkında yaptığı olumsuz açıklamaların hemen akabinde, partisinin Merkez Yürütme Kurulunda yer alan 10 Genel Başkan Yardımcısının gizli kamera ile çekilen görüntülerinin basına servis edilmesi de örgütün şantaj gücünün boyutlarını gözler önüne sermiştir.’

Avcı’nın dilekçesinde, kendisine verilen devlet memurluğundan ihraç ve meslekten men cezalarının, son gelişmeler ve başta Başbakan olmak üzere üst düzey devlet adamlarınca yapılan açıklamalar ışığında, fiilen yok hükmünde olduğu savunularak, ‘verilen tüm disiplin cezalarının tekrar soruşturulması ve itibarının iadesi" da istenmiş..

Tabiî, o öyle bir talebde bulunur da, Gen. Kur. eski Başkanı ve Ergenekon Yargılaması’nda müebbed/ ömürboyu ağır hapis cezasına çarptırılan ve dosyası henüz Yargıtay’da incelenmekte olduğu için hükmü kesinleşmeyen em. Org. İlker Başbuğ durur mu? O da aynı taleblerde bulunmuş.. Başbakan Erdoğan’ın kendisinin tutuklanmasına karşı çıkan beyanlarını da delil göstererek..

*

Bu gelişmeler olurken, Genelkurmay Başkanlığı da 2 Ocak günü, Balyoz ve Ergenekon gibi, TSK mensuplarının yargılandığı dâvâlar hakkında Ankara C.Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunmuş.. Suç duyurusunda, "TSK'nın muvazzaf ve emekli personelinin yargılandığı dâvâlarda, TSK'yı hedef alacak şekilde suç delilleri üretildiği, dâvâlarda görev yapan adlî kolluk, savcı ve hâkimlerin yargılamada savunmanın görüşlerini dikkate almadığı, suç delillerini manipüle ettiği" gibi suçlamalar yer veriliyordu.

Tabiatiyle, bu ihtimalleri reddetmek mümkün değildir. Ama, son yarımyüzyılda dört askerî darbe, bir o kadar da başarıya ulaşamamış askerî darbe teşebbüsüne âlet edilen TSK’nın çok mâsum bir geçmişinin olmadığı da unutularak, bu konuda bir değerlendirme yapmanın ne kadar sağlıklı olacağı, bir ayrı konudur.

Yine de, birkaç yıl öncesine kadar Genelkurmay’ın ünlü brifingleriyle hukuka yön veren TSK gibi kurumların başvuruları, henüz kesin hükme bağlanmamış, yani Yargıtay tasdikinden, onamasından geçmemiş olan dâvâların seyrinde bir etki meydana getirebilir. Ama, Yargıtay tarafından cezaları onanmış Balyoz Dâvâsı vs. hükümlüleri için iade-i muhakeme/ yargılamanın yenilenmesi yolunun açılması, o kesinleşen hükmü değiştirecek derecede etkili yeni bilgi, belge, tanık veya kanıtların, delillerin ortaya çıkmasına bağlıdır ki, bunun gerçekleşmesi de o kadar kolay değildir. Ama, yine de, HSYK (Hâkimler- Savcılar Yüksek Kurulu) gibi kuruluşların bile, bir Adlî Kolluk Yönetmeliği’ni, yani bir kararnameyi bile, üstelik hakları ve yetkileri olmadığı halde, kanunlara da değil, anayasaya bile aykırı diye nitelemeleri, en yüksek yargıçların bile grup taassubuyla hareket ettiklerinde ne kadar hukuk dışı izahlara savrulup, nasıl hareket edebildiklerine ve kararlarını nasıl oluşturduklarına ilginç bir örnektir.

*

’Paralel Devlet'i bu değilse, başka nedir ki?

Derken…

Miladî- 2013 yılının son günü, internetlere bir itiraf ve ihbar metni düştü..

*

Kısaca ’Cemaat' diye anılan yapılanmanın içinden ve ’üst yöneticilerinden olduğunu’ iddia eden bir kişi, yazdığı ihbar mektubunda devlet içindeki paralel yapılanma hakkında çarpıcı bilgiler verip, Danıştay ve Yargıtay sınavlarında yapılan usulsüzlükleri anlatıyordu. Ki, verdiği bilgilere bakıldığında, onu yazanın sıradan birisi olmadığı, bu yapılanmanın içindeki en ince teferruata kadar bilgi sahibi olduğu anlaşılıyor.

Bu, ’içerden birisi’nin itirafları dikkatlice okunduğunda.. Hayret etmeye gerek yok, ilginç ve başarılı bir metod geliştirildiği görülür. Çünkü, kanunlar, nelerin yapılacağını değil, nelerip yapılamıyacağını düzenler ve böyle olunca da, sadece Türkiye’de değil, dünyadaki hemen bütün itiqadî, ideolojik, siyasî, kültürel, hattâ sportif yapılanmalar da çalışmalarını, kanunların yasaklamadığı bir alanda, kendilerine özgü bir hareket alanı açıp, o alanı ve muhatab kitleyi korumak ve geliştirmek için kendine özgü bir takım dil, terim, işaret, slogan ve semboller geliştirdikleri bilinen bir konudur. Bu gibi çalışmaları hâlen de her grup kendi uslûbuna ve meşrebine göre yapmaktadır zâten.. Bu hususta her inanç grubundan, her ideolojik ve meslekî grupdan grup çalışmaları zikredilebilir. Mason locaları, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, PKK, KCK, vs. adı altında çalışan dernek veya örgütlerin çalışma metodlarının şimdilerde, başka gruplarca da benimsendiği görülmektedir. Buna bir takım tarikat çalışmalarında da özel semboller ve şifreli isimlerin kullanıldığı gerçeği de eklenebilir.

*

Şimdi ’Cemaat’ denilen hareketin içinden birisine aid olduğu kuvvetle muhtemel ve bir itiraf gibi yapılanmanın özetine geçebiliriz.

İşte, o itiraf mektubunun geniş bir özeti..

'Bu mektubu çok zor şartlar altında yazdım.

Merhaba sevgili ülkem,

Ergenekon zihniyetinin tasfiye sürecinde olağanüstü bir hiyerarşinin var olduğu cemaat içerisinde bulunmuş birisi olarak, bu yapıyı deşifre edeceğim. Eminim benim gibi düşünen birçok cemaat üyesi vardır ve bu yapıyı deşifre etmek istiyordur. Biz cemaatin Ergenekon vb. zihniyetleri bertaraf etmesi için hizmet ettik, gece-gündüz demeksizin koştuk, koşturduk.

Ne yazık ki bugün çok iyi görüyoruz ki, cemaat, Ergenekon tipi yapılanmaları tasfiye etmemiş, görev değişiminde bulunmuştur. (…)

Kendimi ihbar ediyorum. Öğrencilerim oldu, gayri ahlaki yöntemlerle devlet içerisine sızan, sızdıran kişiler oldu. Bu ülkede büyük bir paralel devlet yapılanması vardır. (…) Benim payıma düşen kısmı açıklıyorum.

Her ülkede olduğu gibi Türkiye'nin de başında bir imam vardır.

Türkiye yedi bölgeye bölünmüştür. Her bölgenin başında da yine bir imam vardır.

İç Anadolu Bölgesinden örnekler vererek bu paralel yapılanmanın köklerini açıklayalım.

Başındaki imamla beraber İç Anadolu Bölgesinden örnekler bir eğitim danışmanı bulunmaktadır. İmam daha çok işin finansal ayağını oluşturan esnaf sisteminin uygulanmasını sağlar, kısmen de olsa paralel yapıyı oluşturan talebe kısmından sorumludur. Paralel yapının temelini oluşturan talebe kısmının başında eğitim danışmanı bulunmaktadır. (...)

Cemaatin finans, yani esnaf boyutu:

İç Anadolu bölgesi 23-24 ilden oluşur. Üstte, İç Anadolu imamı, altında 23-24 ilin imamları. İller, büyük iller ve küçük iller olarak ikiye ayrılır. Büyük illerde illerin altında en az iki olmak üzere eyaletler olur. Her eyaletin en az üç büyük bölgesi olur. Büyük bölgeler ise en az üç küçük bölgeden oluşur. İl imamı - eyalet imamı - büyük bölge imamı - küçük bölge imamı.

İmamlar işin para kısmından ve maddi anlamda her şeyden sorumludurlar. Küçük bölgelerin parası büyük bölgenin muhasebecisinde toplanır. Her büyük bölgenin bir muhasebecisi, her eyaletin bir muhasebecisi, her ilin bir muhasebecisi... Yapı yukarı doğru bu şekilde sıralanır. Alt- üst ilişkisi askerî bir hiyerarşiden daha sistemlidir. Ayrıca toplanan paralar için hiçbir zaman bir esnafa makbuz verilmez.

(…) Her büyük bölgenin bir gazete mesulü bulunmaktadır. Mesulün görevi, mütevelli esnaflar üzerinden gazeteye abone bulmak ve abonelerin takibini yapmaktır. Her mütevellinin gazete hedefi vardır. (…) Abonelikler yıllık yapılır, çoklukla kredi kartıyla yapılan bu abonelikleri iptal etmek de mümkün değildir. (…)

Lise mesullüğü:

Burada amaç Türk Silahları Kuvvetlerine ve Polis Akademisine hazırladıkları öğrencileri göndermektir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde her komutanlık kod isimlerle şifrelenmiştir. Deniz Kuvvetleri: Dursun Bey, Hava Kuvvetleri: Hüseyin Bey, Jandarma: Cüneyt Bey, Kara Kuvvetleri: Kürşat Bey. Polis Akademisi ise (pa) kod adıyla geçer.

Bu kısımda lise son sınıfta ya da yeni mezun olmuş kişilerle ilgilenilir. Yetiştirilen öğrencilerin en az iki üç yıl hizmet geçmişinin olması gerekmektedir. Tam beşlik şakirt olmadan öğrenci bu sınavları kazanamaz. Herhangi bir zaafiyet gösterirse süreç içerisinde elenir, kendisiyle ilgilenilmiş gibi gösterilir, ancak sınav aşamasında ve sonrasında herhangi bir şey yapılmaz. Daha önce Fetih okutulurdu (Fetih okutmak demek; sınavda çıkacak soruların öğrencilere okutulup ezberletilmesi demektir). Kopya skandallarından sonra Fetih okutma işlemi ÖSYM'de bulunan Bilgi-İşlem birimindeki paralel devlet elemanları tarafından bir yol bulunarak (kodlama şeması vb. gibi) sınavlarda öğrencilerin yüksek puan alması sağlandı. (…)

İlköğretim mesullüğü:

Cemaatin en önem verdiği mesullüğün başında gelir. Öğrencinin cemaatsel her türlü donanıma sahip olması için ne gerekiyorsa yapılır. Öğrenci ile abi arasında müthiş bir bağ kurulmaya çalışılır. İlk öğretim öğrencisi için abisi onun her şeyi olmalıdır, hatta anne-babasına abi diye seslenen çocuklar olmuştur. (…)

Hangi kurumun, hangi birimin ne kadar elemana ihtiyacı varsa, şakirtlik derecesine göre öğrenciler buralara yönlendirilir ve sonraki aşamalarda da göreve gelinceye kadar gereken aşamalar ayarlanır. Örneğin; konsolosluk elemanı alacaktır, devreye hemen konsolosluk birimi girer, İç Anadolu mesulüne söyler o da mezun toplantısında her ile düşen kadro sayısını söyler ve bu kadrolara yerleştirilecek elemanlar belirlenir. Milli İstihbarat Teşkilatı için istenilen kişinin tam beşlik şakirt olması gerekmektedir. İletişimle ilgili oluşturulmuş birimler mevcuttur. Bu birimlerin açtıkları evler vardır, iletişim mezunu olan öğrenciler bu birimdeki kişilerle görüştürülür ve kabul edilirlerse evlere alınır. Evlere alınan bu kişiler bir iki yıl maddi manevi anlamda şakirtlik programından geçirilir. Kaymakamlık, Sayıştay, Maliye Bakanlığı, Gümrük Muhafaza Müdürlüğü... Aklınıza kadroyla ilgili ne kadar kurum gelirse, bütün kadro ihtiyacı bu evlerde kalan kişilerle giderilir. Bu evlerde kalan kişinin meslek sahibi olmaması imkansızdır. Öyle ya da böyle mutlaka bir kuruma yerleştirilir.

TSK (lise mesullüğü kısmındaki kodlar burada da geçerlidir. Kürşat Bey, Cüneyt Bey, Temel (önlisans astsubay), Kasım (kara astsubay) Hüseyin, Dursun vs.) gibi kod isimler kullanılır. Önlisans ve lisans mezunlarının alımlarıyla ilgili işlemi yine mezun mesulleri yapar. Mezun mesulleriyle ilgili TSK alımları Doktora-Master olarak kodlanmıştır. TSK alımları için hazırlanan elemanlara Doktora-Master denmektedir. TSK ve Polis Akademisi için hazırlanan ve yönlendirilen kişiler genellikle bölgede vazife yapan kişiler içerisinden seçilir. Seçilen kişilerin önce TC kimlik numarası verilir. TC kimlik numarası ile yapılan güvenlik ve istihbarat araştırması sonucunda kişinin kuruma girip giremeyeceğine karar verilir ve ondan sonra hazırlık aşamasına geçilir. Her sınavda olduğu gibi buralarda da gerektiği durumlarda devreye girilir ve yüksek puan alınması sağlanır.

Adliye için Hakim ve Savcı (hakim ve savcının kod ismi Hasan Bey'dir) dışındaki bütün personel ihtiyacı yine mezun mesulü üzerinden karşılanır. Zabıt katibi, infaz koruma memuru, mübaşir, şoför, kaloriferci, sosyolog, psikolog, öğretmen, cezaevi idare memuru, hizmetli dahil bütün ihtiyaçlar buradan karşılanır. Zabıt katibinin kodu erkeklerde Zekai Bey, bayanlarda ise Zekiye Hanım'dır. Mübaşirin kodu Beşir Bey, infaz koruma memurunun kodu ise Nafiz Bey'dir.

Adliye birimi diye oluşturulan bir yapı mevcuttur. Bu yapıda diğer yapılarla aynı hiyeraşik benzerlik göstermektedir. (…)Hakim ve savcılar sürekli takip altındadır. (…) İlin talebe mesulünün altında, büyük illerde eyalet mesulleri, küçük illerde ise sadece bir il talebe mesulü bulunur. Her mesulün altında grup abileri bulunur. Grup abileri adliyede çalışan zabıt katipleri ya da icra müdürleridir. Ankara ilinde Danıştay ve Yargıtay çalışanları da grup abiliği yapmaktadır. Her grup abisinin sorumlu olduğu altı yedi öğrenci vardır. Öğrenciler şakirtlik derecelerine göre gruplandırılırlar. (…)

Danıştay ve Yargıtay'da yapılan sınavlarda Fetih okutma işlemi yapılırken Adliyelerde bu mümkün değildir. Bir önceki Danıştay ve Yargıtay sınavlarında adaylara boş kağıtlar imzalatıldı ve sınav komisyonu tarafından hazırlanan yazılması imkansız metinler boş kağıtlara paralel uzantılar tarafından dolduruldu ve kendi istedikleri kişilerin yerleştirilmesi sağlandı.

Hasan Bey olarak kodlanan hakimlik ve savcılık birimi en gizli birimlerden birisidir. Hukuk okuyan kişiler mezuniyet sonrası özel cemaat evlerinde kalıp hakimlik savcılık için ilk basamağı geçmiş olurlar.

Birimler hakkında önemli bilgiler

- Lise, ilköğretim ve mezun mesullüğü için TC kimlik numarasını önceden verip kişinin potaya girmesini sağlamak önemlidir.

- Bu üç mesullüğün görev alanında olan öğrencinin annesinin başı Anadolu usulü kapalıysa sorun yoktur, ancak türban şeklinde bağlıysa ya açtırılıp, ya da Anadolu usulü kapatılıp fotoğraf çektirilir ve TC kimliği çekilen fotoğrafla değiştirilir.

- Öğrenci kazandıktan sonra ailesi sıkıntı yaparsa ailesinden gizli görüşülür.

- Öğrenci kazandıktan sonra, kendisini hazırlayan abisi ya da başka bir abi belirlenerek takip edilir. TSK ya da Polis Akademisinde okuyan öğrenciyle her hafta görüşülür. Öğrenci başka bir şehirdeyse ilgili abisi her hafta, ya da iki haftada bir öğrenicinin olduğu şehre gidip, önceden belirlenmiş esnaf evinde altı yedi saat manevi bir programla vakit geçirir. Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri özellikle İzmir, Balıkesir, İstanbul ve Ankara seferleri yapan otobüslere bakın, kot ya da keten pantolon giyen, spor giyimli gözcü şakirt abilerle mutlaka karşılaşırsınız. Şehir dışına çıkan abinin bütün yol masrafı ve diğer giderleri öğrenciyi hazırlayan bölge tarafından karşılanır. Okul bitene kadar bu işlem böyle devam eder. Her bölgenin doktoru vardır. (…)

- Öğrenciler okulu bitirdikten sonra birimlere devredilir (Birimler Emniyet ve TSK birimleridir. Bu özel birimlerdeki kişiler hücre yapılanmasına aldıkları TSK ve Emniyet personellerini tek kişi ya da iki, üç kişilik guruplarla takip ederler. Birimlerin abileri bölgelerde uzun yıllar görev yapmış cemaat mensupları içerisinden seçilir. Birime giren herkes ya bir dershanede ya da bir devlet kurumunda çalışıyordur. Dershanelerin kapanması bu yüzden de büyük sıkıntı oluşturacaktır. Dershane bu örgütün can damarını oluşturmaktadır. Cemaatin insan kaynağı dershanelerden karşılanır.

- Öğrenci ibadetini imâ ile yapar. Okurken de göreve başladığında da imâ yoluyla ibadet eder. Abdest teyemmüm ile alınır, toprak yoksa duvar kullanılarak teyemmüm yapılır. Namaz için üç nokta seçilir ve üç noktaya bakarak kılınır. Uyurken, derste otururken, ya da kitap okurken kıbleye dönmüş şekilde üç ayrı nokta seçer ve ibadetini bu şekilde noktaları takip ederek kıyam, rüku ve secde şeklinde gerçekleştirmiş olur.

Öğrenci okulu bitirdikten sonra yeterli donanıma sahip değilse birim tarafından kabul edilmez. (…)

Hizmet ya da paralel devlet dediğimiz yapılanma içerisinde bölgesinden birimlerine kadar herkes müstear isim kullanır. Herkesin bir kod ismi vardır. Kod isim kullanan her abinin kendi üstüne kayıtlı olmayan bir telefonu vardır.Ülkemin tertemiz insanları adınıza kayıtlı kullanılan başka hat var (…)

Üniversite mezun mesullüğü:

Bu mesullüğün temel amacı hizmet evlerine yeni kişiler kazandırmaktır. Cemaat evlerinde kalan kişiler okullarındaki kişileri evlerine yemeğe davet edip farklı aktiviteler gerçekleştirip cemaati sevdirmeye çalışırlar. Kimi zaman bu yurt içi gezileri olarak da kendisini gösterir. Bu mesullüğün farklı bir boyutu da cemaat evlerinde kalan kişilerden kendi sınıflarında okuyan kişiler hakkında toplanan istihbarattır. Her üniversite mesulünün elinde bütün üniversite listesi bulunur. İsim isim kiminle ilgilenilebilir kiminle ilgilenilemez, her boyutuyla araştırılması yapılır. Kim ülkücüdür, kim solcudur, kim ak partilidir, kim hangi cemaate mensuptur. Havuzda toplanan bu bilgileri Milli İstihbarat Teşkilatı bile toplayamaz.

Bu yazı toplam 1308 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar