Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyasındaki Son Durum
Türkiye, yanı başında yaşanmakta olan işgal ve terör hadisleri vesilesiyle ciddi bir sınavdan geçiyor. Ne yazık ki, Türkiye’nin “dost, müttefik ve stratejik ortak” diye kabullendiği...
Türkiye, yanı başında yaşanmakta olan işgal ve terör hadisleri vesilesiyle ciddi bir sınavdan geçiyor. Ne yazık ki, Türkiye’nin “dost, müttefik ve stratejik ortak” diye kabullendiği ABD-İsrail-AB mihveri, Türkiye’yi savaşa sürüklemek için “akla hayale gelmeyen” sinsi oyunlar sahnelemekten hiç mi hiç sıkılmıyorlar. Açıkçası Türkiye’nin sahip olduğu “yurtta sulh cihanda sulh” anlayışı, karşılaştığı sorunları “demokratik diplomasi” yöntemiyle çözme yaklaşımı ve Ortadoğu coğrafyasındaki devletlerle özel bağları sebebiyle “kapsamlı bir savaşa neden olabilecek restleşmelerden bir şekilde kaçınma” arzusu sayesinde şimdiye kadar hep ciddi çatışmalardan kaçınılmışsa da, yarının ne getireceğini hiç kimsenin kestirmesi pek mümkün değildir. Zira, 11 Eylül 2001 yılında başlatılmış olan “küresel hegemonya” ve “neoemperyalizm” sürecinin Irak ve Afganistan odaklı Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyasındaki çalışmaları, “saatli bomba” konumuna gelecek biçimde şekillendirildiği için, her an yeni bir şokla karşılaşmamız ihtimal dışı değildir. Özellikle Türkiye, İran ve Pakistan’ı yıpratarak önlerindeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışan ABD-İsrail-AB mihverinin gemlenemez durumdaki arzuları ve denetlenemez konumdaki davranışları sebebiyle bölgede neredeyse tam bir karışıklık, keşmekeş ve karmaşa ortamı hâkim olmuştur. Bu bağlamda Türk dış politikası üzerinde fikir yürütebilmek ve bölgeyle ilgili öngörülerde bulunabilme arzusunun depreştiği bu sıralar; ele alınacak olan gelişmelere bütüncül bir yaklaşımla bakılabilmesine yardımcı olmak maksadıyla, bölgedeki son görüntüye kısaca değinmek istiyorum. O halde; gelinen son durumu, sinsi hesapları ve tehlikeli gidişatı şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Orta Asya’dan Kuzey Afrika’ya ve Karadeniz’den Pakistan’a uzanan Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası içten içe kaynamaktadır. Bu coğrafya içerisinde en sinsi ve profesyonelce parçalanma sürecine girdirilen kesim, Kuzey Afrika Ülkeleridir. Kısaca baktığımızda; Kuzey Afrika’nın batı ucundaki Fas’taki iç kutuplaştırma çalışmalarının her geçen gün artması, Tunus’taki laik yönetimin işi şüphe noktasına vardırması, Moritanya ve Cezayir’in potansiyel iç savaşla bölünecek noktaya getirilmeleri, Libya’nın iyice mihver ülkelerince ele geçirilmeye çalışılmasının Kaddafi Yönetimini bir yerden patlatma noktasına taşıma ihtimali, Mısır’daki İslâmi grupların çetelesinin tutularak her an taarruza geçilmeye hazır tutulması, Somali ve Çad’daki karışıklıklar ve iç kısımlara ilerledikçe kabile tarzı gruplaştırmalar dikkati çekmektedir. Burada en ciddi rekabet, Çin ile Mihver ülkeleri arasında yaşanmaktadır.
2. Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası’nda, yegâne küresel aktör konumundaki ABD ile potansiyel “küresel aktörler” arasında kıyasıya bir rekabet, güç mücadelesi ve hesaplaşma yaşanmaktadır. Açıkçası, ABD önderliğindeki koalisyon güçleri arasında yer alan Avrupa Birliği (AB) ile ABD arasında bile gizli bir güç mücadelesi yaşanmaktadır; bunun en bariz göstergesi ise, AB’nin çelişkili davranış ve ilişkileridir. Ancak, bölgenin bütünüyle ilgili en ciddi potansiyel rekabet Rusya-Çin-Hindistan(!) üçlü mihverinin öncülüğünde şekillendirilmeye çalışılan Şanghay İşbirliği Örgütü ile ABD-İsrail-AB mihveri arasında yaşanacak gibi görünüyor. Kuşkusuz, koşulların zorlaması halinde, Türkiye-İran-Pakistan üçlü mihverinin öncülüğünde güçlendirilmeye çalışılan Ekonomik İşbirliği Örgütü (ECO) de ciddi bir çıkışla kendisinden söz ettirebilir.
3. İsrail, “vaat edilmiş topraklar” inanışının peşine takılarak, Ortadoğu coğrafyasını “satranç tahtası” gibi kullanmakta ve bölge ülkelerinin zayıf noktalarını istismar etme hususunda oldukça mahir davranmaya çalışmaktadır. Bu bilinçli, ölçülü ve hesaplı davranışlarının bir sonucu olarak “dostların bile karşılaşabilecekleri” müthiş bir fitne ateşi tutuşturulmaya çalışılıyor. Sadece bu fitne ateşinden duyulan endişe nedeniyle bile, ABD ile İsrail arasında “perde arkasında” kıyasıya bir pazarlık ve restleşme yaşanmaktadır; ama, güçlü Yahudi lobisi ve sermayesinin baskısı karşısında ABD’nin eli mahkum durumdadır. Avrupa Birliği (AB) ise, AB içerisinde İngiliz Truva Atı ve Yahudi asıllı Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’nin ciddi yandaşlıklarının etkisiyle, neredeyse tamamen İsrail politikaları eksenine kaymak üzeredir. Adolf Hitler bağlantılı “Yahudi soykırımı” iddiaları sebebiyle, Almanya zaten tamamen İsrail’e bağımlı bir konuma itilmiş bulunuyor. Netice olarak, perde arkası tepkilere rağmen, ABD ile AB’nin bölgemize yönelik politikaları neredeyse tamamen İsrail’in hayali iddia ve idealleri eksenine kaydırılmış durumdadır.
4. Bölgedeki birkaç devlet içerisine serpiştirilmiş bir biçimde yaşamakta olan “Türk boyu” Kürtler, şimdiden “İkinci İsrail” yakıştırmasına muhatap olan bağımsız Kürt Devleti hayaline kapılarak, bölgedeki diğer Müslüman halkların tepkisini çekebilecek bir noktaya sürüklenmektedirler. Açıkçası, Kürt toplumu üzerinde oynanan oyunların başarılı bir şekilde bu bölgede sahnelenmesine müsaade edilmesi halinde, belki de 21.asrın tamamına yayılacak olan bir kargaşa ortamına kapı aralanmış olacaktır. Hâlihazırdaki gidişata bakılınca, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında ve muhtemel Kürt Devleti inşasında ortaya çıkması muhtemel “Ortadoğu savaşları” ortamında ABD-İsrail-AB mihverinin “yerleşik askeri” ne yazık ki Kürt kardeşlerimiz olacaklardır. Meselenin bu yönü çok iyi ve ayrıntılı düşünülmelidir.
5. ABD-İsrail-AB mihveri, Şii-Sünni hesaplaşmasına yol açacak cepheleşmelere zemin hazırlamak üzere, her iki kesimdeki ülkeler ile örgütler ve hatta kitleler üzerinde kapsamlı çalışmalarını yoğun bir biçimde sürdürüyorlar. Mesela; ABD önderliğindeki koalisyon güçleri Afganistan ve Irak’ı işgal ederken, sıranın İran’a geldiği beklentilerine rağmen, ne hikmetse, bu işgal girişim veya tehditleri paralelinde sürekli olarak İran’ın daha da güçlenmesine ve “müttefik grup devletler (İran-Suriye-Hizbullah Lübnan’ı-Hamas Filistin’i ve diğer ülkelerdeki Şii gruplar)” oluşturmasına imkân verilmiştir. Zira “üçlü mihver” çok iyi bilmektedirler ki, bütün İslâm dünyası genelinde bir Şii-Sünni hesaplaşması için Şii Bloğun epeyce daha güçlendirilmesine ihtiyaç vardır. İran’a saldırı yapılacağı iddialarına rağmen, bu ülkenin her geçen gün daha da güçlenmesine ve taraftar toplamasına fırsat verilmesinin altında yatan başlıca nedenlerden birisi budur. Kuşkusuz, bu oyunun tutmama ihtimaline karşı, İran’ın tokatlanarak ya bu sürece çekilmesi ya da tamamen güçten düşürülmesi de ihtimal dâhilindedir. Bu sürecin hızlandırılması için, Türkiye’nin “düzenleyici rolü”nün ortadan kaldırılmasına yönelik olarak, şimdilerde terör maşası devreye girdirilmiş bulunuyor.
6. Pakistan ile Türkiye, iç karışıklıklar yoluyla terbiye edilerek ABD-İsrail-AB mihverinin yanında aktif bir şekilde yer almaları sağlanmaya çalışılıyor. Buradaki en önemli amaç, “bu iki ülkeyi” İran ve radikal unsurlar liderliğindeki cepheyle bir savaşın içerisine sürüklemektir. ABD ile İran arasında yaşanacak bir savaşta, Pakistan ile Türkiye’nin doğrudan ABD’ye destek vermesi vesilesiyle İran ile savaşa tutuşmalarının yolu açılacaktır. Neticede ABD aradan çekilerek, Şii-Sünni çatışmasına başka bir yol açılmış olacaktır. Tabii ki, Türkiye’nin akıllı ve bilinçli politikaları ile Pakistan’ın Türkiye’yle istişarelere önem vermesi ve de İran’ın da süreci tersine çevirme gayretleri sayesinde, ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin hesapları epeyce zayıflamış bulunuyor. Ancak, ABD güdümündeki Körfez Ülkeleri (Suudi Arabistan dâhil) ile ABD hegemonyası altındaki Irak ve Afganistan’ın bu yönde kullanılması her zaman ihtimal dâhilindedir. Muhtemel mezhep çatışmasında piyon olarak kullanılma riski, diğer bölge ülkelerinin neredeyse hepsi için söz konusudur denebilir.
7. ABD-İsrail-AB mihveri, Türkiye-İran-Pakistan üçlüsü ile El Kaide tarzı İslâmi yapılanmalar, yerel milis kuvvetler ve PKK gibi ayrılıkçı güçleri birbirlerine kırdırmanın altyapısını oluşturmak için ciddi anlamda çalışma yapıyor. Mihver ülkelerinin, BOP bağlamında, bölgedeki 40 kadar ülke üzerinde yüzlerce devletçik oluşturabilmek için, ayrılıkçı unsurlara her zaman ihtiyaçları olacaktır. Bu ayrılıkçı patlayıcı güçler, nasıl ki Afganistan ve Irak’ın işgalinin sürdürülebilir kılınmasında kullanılıyorlarsa; Pakistan’ın güçten düşürülerek parçalanması girişimleri ile İran ve Suriye’nin baskı altında tutulması sürecinde de dikkatli bir şekilde kullanılmaktadır. Son aylarda sıcağı sıcağına yaşadığımız gibi, ayrılıkçı unsurlar, Türkiye’nin dize getirilmesi yönündeki örtülü savaşta da kullanılmaya çalışılan en önemli araçların başında gelmektedirler.
8. Filistin, Lübnan, Afganistan, Somali ve Irak’ın parçalara ayrılarak çok sayıda devletçiğin ortaya çıkarılmaya çalışılması denemeleri vesilesiyle, Genişletilmiş Ortadoğu Coğrafyası üzerinde yüzlerce devletçiğin ya da kent devletinin oluşturulacağının sinyalleri verilmektedir. Böylece, hem “Büyük İsrail”in önü açılarak bütün bu coğrafyayı kontrol altına almasının yolu açılmaya çalışılacak, hem ABD liderliğindeki Mihver ülkelerinin güdümünde bir dünya sistemi şekillendirilecek ve hem de küresel kapitalizmin önündeki “ulus-devlet” engelleri belli ölçüde temizlenerek dünyanın diğer bölgelerine model teşkil etmesine zemin hazırlanacaktır.
9. ABD-İsrail-AB mihveri; nükleer silahlara sahip tek İslam ülkesi olan Pakistan’ın en az zararla güçten düşürülmesi, nükleer silahları ile Mihver ülkelerini bile vuran füzelerinin kontrol altına alınması üzerine odaklanan sinsi bir oyunu gerçekleştirmek üzere, altı yıldan buyana kapsamlı bir çalışma yürütüyorlar. Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref ile Batıcı muhalif lider Benazir Butto üzerinden hedeflerine ulaşmaya çalışan Mihver ülkeleri, oldukça karmaşık bir operasyon yürütüyorlar. Ülkenin tek kurtuluş yolu; merhum Ziya Ül Hak’ın yerini dolduracak ve mirasını yeniden diriltecek bir harekete öncülük etmek üzere, ülkedeki saygın alimler ile askerlerden müteşekkil bir gücün meseleye el koymasından geçmektedir. Kuşkusuz, İran ile Türkiye’nin de aktif bir şekilde bu “toparlanma sürecine” destek vermeleri gerekmektedir. Aksi halde, o iki ülkenin akıbeti Pakistan’dan pek iyi olmayacak gibi görünüyor.
Dr. Sıddık Arslan ([email protected])
AB-Uluslararası İlişkiler Uzmanı Ve Stratejist-Siyaset Bilimi Doktoru