Abdurrahman Dilipak
Her insan Melekle buluşmuş, Şeytanla konuşmuştur
Bakmayın, bizim birbirimizden kolayca vazgeçmemize. Mesela Şeytan kendisinin içinde olmadığı bir cennete kimsenin girmesini istemez. Ama biz herkesi cehenneme sokmak isteriz sanki. Eğer cehennemin ne olduğunun farkında olsak, tek bir kişinin bile orada olmasını istemezdik. İstememek değil, onu oradan kurtarmak isterdik.
Depremde enkaz altında kalan birini kurtarmaya çalışırken onun kimliğini sorguluyor musunuz! Günahkar biri olsa bile, belki bu felaket onun aklını başına getirmiştir diye düşünürüz. Peki insanların aklının başına gelmesi için ne yapıyoruz!? Tebliğde bulunuyor muyuz mesela. Taife giden Peygamber gibi olmalıyız!? Evet evet, ayağımıza taş atsalar, yolumuza diken dökseler, arkamızdan küfretseler de. Peygamber Ebu Cehil’e inkardan vazgeçmesi için kaç elçi gönderdi.
Merhametimiz gazabımızdan, sevgimiz nefretimizden büyük olmalı bizim. Demiyor muyuz, “Bizi öldürmeye gelenler bizde dirilsinler”. Elbette zalimler için yaşasın cehennem. Eğer bizim temel haklarımıza, hukukumuza açık ve kaba bir saldırı varsa, bir yüzümüze vurana, öbür yüzümüzü dönecek değiliz. Ama eğer, vazgeçerler, tevbe ederlerse, “Vahşi” ya da “Halid b. Velid” de olsa o kişi; dönüş yolları açıktır. Hatta Halid nasıl “İslam’ın kılıcı” oldu ise, İslam ordularına komuta da edebilir. Ve adil Ömer, gün gelip, “başımızda Halid olduktan sonra bizi kim yenebilir” diyenlere karşı, “Zaferi nerede ise Allah’tan değil de Halid’den olduğunu sanacaklardı” diye Kahraman Namağlub Halid’i görevden alır ve neden böyle yaptığını soranlara, “Zaferin Halid’den değil, Allah’tan olduğunu göstermek için” der.
Kimse haşa Allah’ın yetmeyecek gücüne güç, yetmeyen aklına akıl yetirecek değildir. Allah kimseye muhtaç değildir. O, bizi, başımızda peygamberler de olsa, mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir.
Şeytansa hep peşimizde olacak. Bakmayın biz birbirimizden hemen, kolayca vazgeçebiliyoruz, ama Şeytan, Hz. İbrahim’den, Hz. İsmail’den, Hz. Haacer’den bile vazgeçmedi. Adem oğullarından hiç vazgeçmedi. Hz. İshak’dan, Hz. Yakub’dan vazgeçmedi.
Her insan 7 cevherden oluşur. Ruh, akıl, nefs, can ve bizimle birlikte olan Melek, Şeytan ve Cinlerle birlikte yaşarız. Ruh ilahi bir cevherdir ve Meleklerin dostudur. Nefs Şeytanın dostudur. Cinlerden hayra hizmet edenler de vardır, Hannas gibi Şeytana hizmet edenler de vardır. Bunlardan bizim yönettiğimiz tek akıl var. Aklımız Meleğin dostu olursa ekmeli mahlukat, eşrefi mahlukat oluruz. Nefsimizle birleşirse aklımız “Belhum adal” olur, “esfeli safilin”lerden oluruz. Akıl ruha dokunup, cana dokunursa sağlıklı yaşarsınız, eğer nefse dokunup cana dokunursa her anlamda sağlığınızı ve saadetinizi kaybedersiniz. Aklınız zarar görür ve Şeytanın, Hannas’ın hile ve vesveseleri ile hayatınız kararır.
Her insan hayatında birçok kez Şeytanla karşılaşmıştır. Dikkat edin bazan Şeytan Melek kılığında gelir, Münafık karakterlidir. Onun için kitap bizi uyarır: Şeytan sizi Allah’la aldatmasın der! İnsan ve Cinin de Şeytanlaşmış olanları vardır ve bunlar Şeytandan daha tehlikeli de olabilirler. Şeytanın doğrudan fiziki etki gücü yok, ama İnsanların Şeytanları üzerinden, siyaset, bürokrasi, sermaye ve mafya, media üzerinden insanları fiilen ve fiziken baskılayabilirler. Bu anlamda İnsin Şeytanları, Şeytanı kıskandırır. Evet o damarlarımızda dolaşan, nefsimizi gıdıklayan, artırılmış gerçeklik yalanları ile bizi saptırmaya çalışan asıl Şeytan ve onun zihniyet ikizi, işbirlikçisi İnsin ve Cinin Şeytanları her yerde var. Şeytanın dostları, Şeytanın postası ya da ajanıdır. CIA, MOSSAD, DSÖ, FDA’yı, Bill Gates, Elon Musk’u gözünüze çok yaklaştırırsanız, arkasında Şeytanı göremezsiniz. Şeytanın zamanı ve mekanı yok, her yerde. Ama bilin ki, Şeytan ve onun işbirlikçileri, Allah’ın izni dışında, “Allah’ın muttaki kullarına bir zarar veremez”. Eğer bir zararları söz konusu ise, onlar bu zulmü, günahı işlemeden nasıl cehennemi hakkedeceklerdi! Biz nasıl onlara karşı direnip cennete gidecektik! Şairin dediği gibi “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın”. Her şey zıddı ile kaimdir. Allah onları başımıza musallat etmişse, bizim ellerimizle onları cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. Bizim Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmak gibi bir yaratılış gayemiz var.
Bütün bu yaratılış içinde aslında hepimizin bir kaderi, rızgı ve eceli var. Kişi, topluluk, örgütler, devlet, canlı ve cansız o her ne ise “ol” emrinin sırrı içindedir.. Ve biz bir imtihan gereği olarak, zaman ve mekan boyutu içinde hareket ediyoruz. Kaderimiz belli, başka bir kaderimiz yok. Ecelimiz belli, kimse ondan ne bir saniye önce ölecek, ne bir saniye sonra. Azrail randevusuna geç kalmaz. Ve korkmayın, kişi ya da ülke olarak kimse rızgından az ya da çok yemeyecektir. Bütün bu hercümerç içinde insan irade ve şahidlik olarak nerede duruyor. Ne düşünüyor, nasıl davranıyor, fikri, zikri ne? Kimin yanında ve kime karşı! İmtihan orada gizli. Her insanın etrafında koruyucu ve yazıcı Melekler ve nefislere oturan Şeytanlar vardır.
Hiçbir şey Allah’ın iradesi dışında değildir. “Ve bil gaderi hayrihi ve şerrihi, minellahu teala”. Biz Allah’ın rızasına talibiz. Yaratılan her irade sahibi canlı bu imtihanın parçasıdır ve herkes her yaptığından mes’uldür.
Bizi gören, duyan, bilen, kadere, rızga ve ecele hükmeden bir Allah var. Ve o bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. Biz yalnız ve çaresiz değiliz. Kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah (cc), bizi yeryüzünün varisi kılmak , yeryüzünü bize mescid kılmak istemektedir. Umudsuzluk yok. Çaresiz değilsiniz, çünkü çare sizin kalbinizdeki imandır. “Allah”ın nuru” ile bakarsak, kurgusal gerçekliğin perdelerinden sıyrılıp hakikati görürüz inşallah. Birilerin aklı, nefsi, yönlendirmesi ile vahyi anlamak değil, vahyin ve risaletin penceresinden kendi nefsimizi, lider ve örgütlerimizi sorgularsak, hakikate ulaşabiliriz. Yoksa bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz, Allah bilir. Günde 40 defa, Fatiha’da söylediğimiz gibi: Ya Rab bize Hakkı Hak, batılı batıl göster, Hak’da toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Selâm ve dua ile.
Not: Bu işin DUA boyutunu anlatan “Bir Başka Aşıdan DUA” kitabım Kayıt Yayınlarında çıktı.