Mehmet GÖKTAŞ
İçiniz rahat mı, gerisini boş verin
İçiniz rahat mı? Siz ona bakın, içinizi iyi dinleyin, sonra bırakın gerisini.
Yaptığınız veya yapmaya kesin karar verdiğiniz bir konuda içinizi dinleyin, ama iyi dinleyin. Eğer yaptığınız bir işin neticesinde bir rahatsızlık duymuyorsanız, tamamdır vesselam. Sizin yapmanız gereken, size düşen budur ve siz de işte yaptınız.
Bu kural hayatın birçok alanında geçerlidir.
Zaten Efendimiz (s.a.v) günahı tarif ederken; yaptıktan sonra içinizde rahatsızlık duyduğunuz ve başkalarının bilmesini istemediğiniz şeydir diye tarif buyurur.
Yarın yapacağınız iş konusunda, yani kullanacağınız oy, göstereceğiniz tavırda da bu kural geçerlidir.
Fakat gelin görün ki insanı kendisiyle baş başa bırakmıyorlar, vicdanının sesini dinlemesine fırsat vermiyorlar, çullandıkça çullanıyorlar üzerine.
Günümüz egemen olan güçlerinin en büyük özelliği de bu olsa gerek, size dediğini yaptırmak, sizi kendiniz olmaktan çıkarmak. Reklamların, algı operasyonlarının, propagandaların tek hedefi bu değil mi?
Buna rağmen insanın içinden gelen sesi dinleme imkânını tam olarak ellerinden alamıyorlar galiba.
Akşam başını yastığa koyduğunda, bir yerde sakince tek başına kaldığında içinden gelen sesi duyabiliyor, ne yaptığında içinin rahat olacağını bilmektedir ve genellikle de bu sese kulak vermektedir.
O zaman bu şu anlama geliyor; hariçten gazel okuyanların, insanların beyinlerini şişirenlerin uğraşları bir anlamda boşa gitmektedir.
İnsanın içinden gelen sese uymasını, vicdanını dinlemesini engelleyenler hep dışarı değildir. Bazen kötülüğü emreden nefsinin, gururunun, öfkesinin sesine uyarak da karar verir, hareket edebilir.
İşte o zaman rahatsızlık duyarız, içimizden gelen ses yanlış yaptığımızı söyler bize. Bu sesi bastırmak için, yaptığımızın doğru olduğunu ispat etmek için çırpınıp dururuz. Başta kendimizi ikna etmek için kendi kendimize konuşur dururuz. Ne yaptığımızdan başkaları da haberdarsa, doğru bir şey yaptığımızı kabullendirmek için anlattıkça anlatırız. Böylesi durumlar hem kendimizin başına gelmiştir, hem de etrafımızda bol bol şahit olmuşuzdur.
Nefsimizin, öfkemizin, gururumuzun veya menfaatimizin sesine uyarak bir şey yaparız, sonra bunun doğru olduğuna dair delil arayışına çıkarız.
Ne olurdu bu konuda Peygamberler gibi yapabilseydik (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) : “Ben hata ettim, ben kendime zulmettim” diyebilseydik. Yanlış yapmaya yapıyoruz da bari hiç olmazsa bu yanlışımızı kabullenseydik, biraz ağır olacak ama; hatamızın üzerinde şeytan gibi direnip durmasaydık.