İhvan-ı Müslimin ve İslami Vahdet
İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi Üstad Muhammed Mehdi Akif'in İslami vahdet noktasında görüş ve tavırlarını ortaya koyan özel dosya:
"Düşmanların Müslümanlar arasındaki fitneyi alevlendirmek için çalıştığı dönemlerde, Şia ve Ehl-i Sünnet arasında ne kadar ihtilaf olduğunu tartışmak gibi karışık meselelerle uğraşmak doğru değildir."
Şehid İmam Hasan el-Benna (Ihvan-ı Müslimin Hareketi Kurucusu)
"Şiiler ve Sünniler, İslam ümmetinin bir parçasıdır. Aynı Rabb'e inanırlar, aynı kitabı referans alırlar, aynı Nebi'ye tabi olurlar, aynı Kıble'ye yönelirler.."
Muhammed Mehdi Akif (Ihvan-ı Müslimin Hareketi Genel Mürşidi)
Giriş
İslam dünyasının her bir köşesinin istikrarsızlığa gark olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Üstelik, tıpkı İmam Hasan el Benna'nın dediği gibi düşmanlarımız Müslümanlar arasındaki fitneyi alevlendirmek için gece gündüz çalışmakta, Müslümanlarsa birbirlerini suçlamakla meşguller.
İmam Hasan el Benna'nın sözünü ettiği fitneyi körükleyenler dış güçler iken, iç savaşın dinamikleri ise aramızdaki farklar. Bazen iç güçlerimiz de fitneyi körüklemek için devreye girmektedir. Kimileri davası için kimisi de kendisine biçilen rol gereği bu görevi ifa ediyor.
Müslümanlar arasındaki mezhebi fitne oyunu, emperyalist sistemin sık sık başvurduğu savaş yöntemleri arasında yer alıyor. İslami hareketler ya da devletler karşısında, mücadele sahasında galip gelemeyen emperyalist düzen, Müslümanlar arasında çıkaracağı Şii-Sünni fitnesiyle Müslümanların gücünü parçalamakta, böylece emellerine daha kısa bir zamanda ve sorunsuzca ulaşmak istemektedir.
Arap düşünürlerinden Abdulbari Atwan'ın deyimiyle, batılı güçlerin, Müslümanlar arasında fitne çıkarmanın dışında İran'ı yenecek askeri ve siyasi gücü yok. İran'ın bir Şii ülkesi, dolayısıyla da Sünni dünyanın düşmanı olduğu düşüncesinin yayılması, İran'ın yıpratılması yolunda batılı güçler adına büyük bir kazanımdır.
Filistin direnişinin unutulmaz ismi İslami Cihad hareketinin kurucusu Fethi Şikaki, bu kirli oyuna şöyle dikkat çekmişti: "İran'ın Müslüman halkının kıyamı ve imkansız sayılan inkılabı, Batı ve uşaklarını büyük bir korkuya düşürdü. Bütün güçleriyle inkılapçı Müslümanların siyasi hakimiyeti ele geçirmemeleri için çalıştılar."
Şikaki, İran'a karşı zafer elde edemeyen batının, değişik mihverler üzerinde İslam devrimini yok etmeye kalkıştığını, bu mihverlerden birisinin de Şii-Sünni çatışmasını alevlendirmek olduğuna inanmaktadır:
"İnkılab'ın akışını durdurmak, zengin petrol kaynakları olan ve İsrail'e karşı durabilecek ülkelerde yaşayan Sünni Müslümanların bu İnkılap'tan etkilenmesini önlemek için son girişim olarak da İslam ümmetinin iki fırkası arasında fitne çıkarmak istediler.
Sünni ve Şii kardeşler arasında fitne çıkarmada bazı başarılar elde ettiklerini söylemeliyiz. Gerçi bu fitne de sonunda su yüzüne çıkacaktır. Zira İslam Ümmeti bu fitne ateşini alevlendiren şeytanı çok geçmeden tanıyacak ve sömürgecilerin Müslüman halkları bölmek istediğini fark edecektir.
Sömürgeciler, petrol şeyhleri ve tağutlar anlamışlardır ki bu saldırı için silah ve askere değil, sadece fetva verebilecek kimselere ihtiyaç vardır. Bu defa saldırıyı yönetenler sarıklı ve sakallı, resmi ve gayri resmi alim sıfatlı kimseler olacaktır. Görüyoruz ki , İslam İnkılabı'na karşı ansızın, bir saldırı başlatılıyor. Tağutlara boyun eğmiş bu gibi kimseler, İran İnkılabı'nın bir 'Şii inkılabı' olduğunu, Şiilerinse'fırkâ-ı dalle' (sapık fırka) ya da 'kafir' olduklarını sonunda keşfettiklerini açıklıyorlar. Seccadesi üzerinden Şah'ın tahtını salladığı söylenen Ayetullah Humeyni de artık dalalete düşmüş ve kafir ilan ediliyordu. (!) İftira ve yalanlarla dolu Suudi Arabistan'ın yayınlattığı kitabı elinde taşıyan ve cami cami dolaşıp onun muhteviyatını halka anlatan Müslüman manzarasına sık sık rastlıyoruz. Elbette bu gençlerden bazısının iyi niyetler taşıdığını ve Allah yolunda çalıştıklarını zannettiklerinin farkındayız"
Bir Sünni olan Şikaki'nin Şii-Sünni fitnesine karşı duyarlılığını ortaya koyduğu, emperyalist fitne planlarına dikkat çektiği konuyla ilgilendirmesi kısaca bu şekilde. Şimdi de İhvan-ı Müslimin'in konuyla ilgili düşüncelerini irdeleyeceğiz.
Öncelikle, bu çalışmamızda hiç kimseyi hedef seçmediğimizi, Müslümanlar arasındaki vahdetin temin edilmesine olumlu katkı sağlamayı arzuladığımızı belirtmek istiyoruz.
Şüphesiz ki Ehl-i Sünnet dünyasında, çıkartılmak istenen "Şii-Sünni fitnesi"nin karşısındaki en güçlü isim İhvan-ı Müslimin Hareketi'nin Genel Mürşidi Muhammed Mehdi Akif'tir. Genel Mürşid Muhammed Mehdi Akif, bu duruşundan ötürü yoğun eleştirilere ve ithamlara maruz kalmıştır. Bütün bunlara ve tüm baskılara rağmen İslami vahdet çizgisinden bir nebze olsun sapmamıştır.
Bu çalışmamızda Akif'in vahdet anlayışına ışık tutacak görüşlerine yer vereceğiz. İran ile İhvan arasındaki bağ; Akif'in İran, Irak ve Lübnan Şiileri hakkındaki düşüncelerini, vahdet anlayışının çerçevesini çizen ilkelerini ve Akif aleyhindeki ithamları mercek altına alacağız.
Çalışmamızda kaynak olarak Mehdi Akif'in her hafta perşembe günü İhvan-ı Müslimin'in resmi web sayfasında yayınlanan makalelerini, basın açıklamalarını, farklı gazete, dergi, televizyon ve radyolara verdiği demeçlerini kullandık.
A-İhvan-İran İlişkisi
İran ile İhvan-ı Müslimin arasındaki bağlar, geçici ya da günübirlik olmamıştır hiçbir zaman. İhvan-ı Müslimin ile İran arasındaki bağlar, Hasan el Benna dönemine kadar gitmektedir.
İhvan'ın Şii dünyasıyla ilk ilişkileri, Şehid İmam Hasan el Benna'nın da bizzat içerisinde olduğu "Cemaat-i Takrib" çalışmalarıyla başlamıştır.
"Mezhepleri Yakınlaştırma Kurumu"nun (Dar-ül Takrib) tesis edilmesinin ardından, İmam Hasan el-Benna ile İran'daki Ayetullah Burucerdi'nin kendi temsilcisi olarak gönderdiği Ayetullah Muhammed Taki Kummi'nin bir araya gelerek görüşmeleri, Müslüman Kardeşler'in Şiilerle yaptığı işbirliğinin ilk adımı olmuştu.
Bu ilişki, Şehid Nevvab Safevi'nin 1954 yılında Kahire'de yaptığı görüşmelerle daha da pekiştirilmiş oldu.
Safavi de 1940'lı yıllarda kurduğu örgütüyle (İslam'ın Fedaileri), "Sünni- Şii ihtilafları"nı bir kenara koyarak "İslami birlik cephesi"ni güçlendirmek için çalışmaya başlamıştı.
Nevvab Safevi, 1954 yılında Seyyid Kutub'un davetiyle Ürdün ve Mısır'a giderek, İhvan-ı Müslimin liderleriyle tanışır. İran'a döndükten sonra Filistin için organizasyonlar düzenlemeye başlar. Safevi, Filistin'e gitmek için 5 bin kişiden oluşan bir gönüllüler listesi hazırlar. Fakat İran Şah'ının izin vermemesinden ötürü gönüllüler İran'da kalırlar.
İslam İnkılabı lideri Seyyid Ali Hamenei de siyasi meselelere, genç bir talebeyken Safevi ile karşılaşmasından sonra daha bir ağırlık vermeye başladı. Bilindiği üzere İslam Devrimi'nin gerçekleştirildiği 1979 yılından önce, İslam Devrimi'nin bugünkü lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamenei, Seyyid Kutub'un "Bu Dinin Geleceği", "İslam ve Medeniyetin Problemleri" ve "Fizilal'il Kur'an" gibi eserlerini Farsça'ya tercüme etmişti.
Müslüman Kardeşler teşkilatının üçüncü genel mürşidi olan Ömer Tilmisani de Üstad Benna hakkında yazdığı kitabında İmam'ın "İslami vahdet" anlayışını şöyle değerlendirmektedir:
"Hasan el-Benna'nın İslam mezhepleri ve taifeleri arasında vahdetin tesis edilmesine dönük arzusu o kadar şiddetliydi ki, tüm bu tarafların Kahire'de bir araya geleceği bir konferans düzenlemek istiyordu. Fakat zamanın siyasi şartları, onu bu arzusuna ulaşmaktan alıkoymuştur. Takrip Kurumunun; Dini, Kitabı, Peygamberi ve Allah'ı bir olan bizleri, birbirimizi tekfir etmekten alıkoyacak bir vesile olmasını umuyoruz."
Şehid Fethi Şikaki, "Şia ve Ehl-i Sünnet" adlı kitabında Ömer Tilmisani'den aktararak Şehid İmam Hasan el Benna'yı şöyle anlatır:
"Hasan el-Benna, Şia dünyasının büyük şahsiyetlerinden biri olan Muhammed Taki Kummi ile Kahire'de uzun uzun görüşmüştü. El-Benna, hayatının sonlarına yakın yaptığı Hac ziyaretinde de Ayetullah Kaşani ile dostane bir şekilde görüş alışverişinde bulunmuştu. Müslüman Kardeşler'in o zamanki önderlerinden ve Hasan el-Benna'nın öğrencilerinden olan Abdülmüteal Cebri de "Hasan el-Benna Niçin Öldürüldü?" adlı kitabında Robert Jackson adlı bir yazardan bu görüşmenin önemini şöyle naklediyor: Eğer Hasan el-Benna daha fazla yaşasaydı Müslümanların vahdetinin sağlanmasına dönük büyük işlere imza atacaktı. Özellikle Ayetullah Kaşani ile görüşmesinin ardından Şiiler ile Sünniler arasındaki bazı ihtilaflı meselelerin halli kararını aldıklarını göz önüne aldığımızda bu gerçek daha da belirginlik kazanmaktadır. Hasan el-Benna 1948 yılındaki Hac ziyaretinde Kaşani ile görüşmüş, büyük ihtimalle aralarında anlaşmışlardı da. Ama çok geçmeden Benna suikaste uğrayacaktı. Üstad Cebri, Jackson'un görüşünü teyid ederek Hasan el-Benna'nın sahip olduğu keskin siyasi bakış açısı ile İslam mezheplerini yakınlaştırma yolunda çok büyük adımlar attığını vurguluyor."
Dr. Şikaki'nin eserinde, Tilmisani, sözlerine şunları ekliyor:
"Şeyh Muhammed Taki Kummi, 40'lı yıllar boyunca Müslüman Kardeşler'in Kahire'deki merkezinde misafir ediliyor. Bu sıralarda Şehid İmam el-Benna da İslam düşmanlarının nüfuzunu kırmak için Şia ve Ehl-i Sünnet arasında vahdetin sağlanması için gayret göstermektedir. Bir gün Tilmisani, Üstadına Şia ve Ehl-i Sünnet arasında ne kadar ihtilaf olduğunu soruyor. Hasan el-Benna da düşmanların Müslümanlar arasındaki fitneyi alevlendirmek için çalıştığı dönemlerde, bu tip karışık meselelerle uğraşmanın doğru olmadığı cevabını veriyor. Tilmisani de sorusunun fitne değil, öğrenme amaçlı olduğunu, Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki farkların kitaplarda bulunduğunu fakat bu mesele hakkında tahkik etmeye zamanının olmadığını söylediğinde de Hasan el-Benna, iki taifenin de La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah dediklerini ve Müslüman olduklarını, pek çok ortak noktalarının bulunduğunu, ihtilaflarının ise ortadan kaldırılabilecek cüzi meselelerde olduğu yanıtını veriyor."
Kuveyt gazetesine göre İhvan-ı Müslimin, İran'da gerçekleştirilen İslam devrimini büyük takdirle karşılamıştı. İhvan-ı Müslimin, Türkiye'den Selamet Partisi, Pakistan'dan Cemaati İslami, Hindistan'dan Cemaati İslami, Endonezya'dan Masumi partisi, Malezya'dan Cemaat-i Şebab'il İslam, Filipinler'den Cemaati İslam başta olmak üzere İslam ve Arap ülkelerinin farklı bölgelerinden katılan heyetlerle birlikle, İmam Humeyni'yi ziyaret etmişlerdi.
İmam Humeyni, kendisini ziyaret eden İhvan-ı Müslimin heyetine kendilerinin de ülkelerindeki şahlara başkaldırabileceğini, Allah'ın kendilerine de zaferi nasip edeceği mesajını vermişti. Heyet ise güçleri nispetinde İslam Devrimi'nin hizmetinde olduklarını İmam Humeyni'ye iletmişlerdi.
İmam Humeyni'ye yakın isimlerden İbrahim Yezdi ile de görüşen heyet, İslam Devrimi ile koordineli çalışma ağını kurarken Başbakan Mehdi Bazergan ile görüşmelerinin ardından da İslam Devrimi'ne olan desteklerini kameralar önünde bir kez daha açıklamışlardı.
İran'a destek ziyaretinde bulunan bu heyet, 16.3.1979 tarihini İslam Devrimi'yle dayanışma günü ilan etmişti.
1985 yılında Davet gazetesine yazdığı makalesinde dönemin Genel Mürşidi Ömer Tilmisani, "Şii ve Sünni mezhepler arasındaki yakınlaşma" çalışmalarının derhal başlatılması çağrısında bulunmuştu. Tilmisani, 1982 yılında da İran'daki İslam devrimini siyasi gerekçelerle desteklediklerini söylemişti.
1988 yılında İran-Irak savaşının bitmesiyle birlikte, Irak saflarında savaşan bazı Mısırlı askerlerin İran'da esir düştüğünü haber alan İhvan liderlerinden Muhammed Gazali, Mısırlıların serbest bırakılmasını isteyecek, İran da bu isteği yerine getirecekti.
Yıllar sonra İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi olan Muhammed Mehdi Akif de İran İslam Devrimi'ni gerçekleştiren İmam Humeyni'nin anlayışını ve fikirlerini o günlerde desteklediğini belirtecekti.
İhvan-ı Müslimin'in Merkez Teşkilatı da, İranlı Müslümanların Amerikan elçiliğini ele geçirmelerinin ardından yayınladığı bildiride İslam dünyasının tüm kurtuluş hareketlerinin önderlerine şöyle sesleniyordu:
"Eğer konu sadece İran'la ilgili olsaydı, uluslararası dengeler gözetilerek bir ara yol bulmak mümkün olabilirdi. Fakat İslam İnkılabı, kendisini İslam'ın ve Müslüman halkların emanetçisi olarak görmektedir. İslam İnkılabının bazı yöntemlerine itiraz edenler Devrimin bu tufansı evresini derk edememiş, kayıtsızlık ve uyku yatağına gömülmüş Müslümanlardır. Bu kişiler acil olarak tövbe etmeliler ve İslam'da cihadın ve izzetin ne anlama geldiğini iyi öğrenmeliler."
Aynı teşkilat, Saddam İran'a saldırdığında da Irak halkına hitap eden bir bildiri yayınlayarak Baas partisini eleştirmişti. Bildiride şöyle deniyordu:
"Irak'ın İran'a saldırısı, ezilen insanların; kadınların ve çocukların savunulması için yapılan bir savaşın başlangıcı değildir. Bu savaş, kahraman İran Müslümanlarının cihadı sonucu gerçekleşen İslam Devrimini yok etme savaşıdır. Bu devrim, dünya tarihinde nevi şahsına münhasır bir hareketin sonucunda, tüm İslam dünyasının övüncü olan Müslüman bir önderin rehberliğinde gerçekleşerek, İran halkını Amerika'nın ve uluslararası siyonizmin tasallutundan kurtarmayı başarmıştır."
Pakistan İslami Cemaatinin İslam Devriminin karşısındaki tavrı da Mevdudi'nin fetvasında görülmektedir. Bu müçtehit alim ve değerli düşünür, Kahire'de yayınlanan "Davet" adlı derginin muhabirine verdiği röportajda şöyle diyecekti:
"İmam Humeyni'nin İnkılabı,İslami bir İnkılaptır. Pakistan İslami Cemaati'nin taraftarları ve tüm diğer Müslümanların vazifesi İnkılabı teyid etmek ve tüm zeminlerde dayanışmalarını göstermektir."
Dr. Şikaki, Mevdudi'nin fetvasından söz ederken tüm dünya Müslümanlarına sesleniyor ve bu fetvaya uymanın şeran vacip oluşundan bahisle şöyle diyor:
"Eğer İslam'a bağlılığımızı sürdüreceksek, İnkılabın yardımcısı olmamız vaciptir. Kendilerini İslami hareket addeden bazı cereyanların mezhebi fırkacılıktan dolayı bu İnkılaba savaş açmaları İslam'ın açık hükmüne ve büyük bir müçtehidin fetvasına karşı gelmektir"
Şehid Şikaki yukarda geçen noktalara dayanarak şunların altını çiziyor:
1 - Her Şii ve Sünni şahıs, bir diğerinin Müslüman kardeşi olduğunu kabul etmelidir.
2 - İslami hareketlerin vazifesi Müslümanların arasındaki ihtilafların kaldırılması olmalıdır.
3 - Şehid Hasan el-Benna Müslümanların arasında vahdetin sağlanması için çok büyük bir gayret göstermiş olup Takrip Kurumunun tesisi de bu çabalarının meyvesidir. (Bu konunun bir kısmı, Şahid yayınları tarafından yakında çıkarılacak olan "Şikaki" kitabından alınmıştır)
B- Mehdi Akif ve Şii Dünyası
1. Akif ve Vahdet Algısı
İslam dünyasının düşmanların en başında yer alan Amerika'nın Müslümanların vahdetini istemediğinin bilincinde olan Akif'in her açıklaması Müslümanları vahdete yönlendirmektedir
20 yılı aşkın bir süre hapis yatan Mehdi Akif, yaşı ve sağlık sorunlarına rağmen düşmanların nifak tohumları karşısında her zaman onurlu bir şekilde başını kaldırmış ve vahdet çağrısı yapmıştır.
Akif'e göre Şiiler ve Sünniler asırlar boyunca birbirlerinden kız alıp vermişler, sorunsuzca yaşamışlardır. Bugün yaşanan sorunlar ise belirli odaklar tarafından kasıtlı olarak üretilmektedir.
Akif'in vahdet algısını şekillendiren ilkelerini şöylece sıralayabiliriz:
a. "Doğruya Doğru" Yanlışa Yanlış Deriz"
Akif ile İran ya da Şii mezhebi arasında herhangi bir doğrudan ilişki yok. Akif "Bizimle İran arasında bir bağ yok. Fakat varlığından ötürü memnuniyet duyuyoruz. Doğruya doğru" yanlışa da yanlış diyoruz" demektedir.
Akif'in İslam dünyasıyla ilgili değerlendirmelerinde referans aldığı temel ilke de bu cümlede yatmaktadır.
Akif'in İran'a verdiği destekte, İran'ın batıya karşı olan mücadelesi etkili olmuştur. Çünkü, İran'ın batıya karşı mücadelesi doğru minval üzerine kurulmuş bir mücadeledir. Şayet, İran'da devrim gerçekleşmemiş, Şah ve İsrail işbirliği devam etmiş olsaydı, Akif'i İran'ı desteklerken göremeyecektik şüphesiz.
Akif, Hizbullah'ın İsrail'e karşı mücadelesinde verdiği destekte olduğu gibi İran'ı da İsrail'e karşı olan duruşundan, Filistin'in yanında durmasından ötürü desteklemektedir.
Akif, hareketindeki bu ilkeyi Hizbullah'a da uygulamaktadır. Mehdi Akif "Ben, hiç kimseyi desteklemiyorum. Ben sadece eylem ve tasarrufları destekliyorum. Hizbullah konusuna gelince de" Ben, Hizbullah'la ilgili bir şey bilmem. Lübnan halkı daha iyi bilir. Ben, Hizbullah'ın eylemlerine bakıyorum. Hizbullah, iyi bir şey yaparsa ben "Bravo.. Seninle beraberim" diyorum. Hizbullah, 2 Siyonist askeri esir aldığında ve 35 gün süresince Siyonistleri vurunca "Bravo sana" Seninle beraberim" dedim. Bundan ötürü de bir çok insan bana teşekkür etti" demişti.
Akif'in Suriye devletine olan desteği, Suriye'den övücü sözlerle bahsetmesi de hareketinin ilkelerine olan bağlılığıyla çelişmemektedir. Suriye devleti, Suriye'deki İhvan-ı Müslimin mensuplarına baskı uygulamaktadır. "Buna rağmen Akif, Suriye devletini, binlerce Müslümanı katleden bu rejimi nasıl destekler?" diye sorulabilir. Akif, Suriye'yi destekliyor. Çünkü Suriye, direnişe kucak açtı, direnişi destekledi. Akif "İsrail'in Gazze'ye saldırısı sırasında Suriye'nin direnişe kucak açması, benim hoşuma gitti" demişti.
b. Allah'a İman Ediyoruz" Aynı Peygambere Tabiyiz
Detay noktalarda her türlü fikir ayrılığı olabilir. Tartışma başladığı zaman, Sünniler de Şiiler de itikadi konularda kendi içlerinde fikir ayrılığına düşebiliyor. Bunu gören Akif, detay noktalara inmeden, Müslümanlara üst bir noktadan bakıyor. Allah'a iman edenler" Aynı peygambere inananlar" Aynı Kitaba göre hareket edenler" Aynı kıbleye yönelenler" Şiiler de İslam ümmetinin bir parçasıdır.
c. Mezhepleri Yakınlaştırmalıyız
Şii ve Sünniler arasındaki ihtilafların asıl sebebini ve İhvan-ı Müslimin'in mezheplere bakışını şöyle izah etmiştir:
"Onlar da bizim gibi Müslümandır. Onların da bir mezhebi var. Onlar da Allah'a ibadet ederler. Peygambere tabi olurlar. Kıbleleri Ka'be'dir ve Kur'an öğretilerine uyarlar. İşte bu İhvan-ı Müslimin'in temel ilkesidir. Irak ve Lübnan gibi bazı kardeş ülkelerde Şii ve Sünniler arasında meydana gelen olayların sebebi mezhebi değil siyasidir. Bu benim ve İhvan-ı Müslimin'in görüşüdür. İhvan-ı Müslimin'in mezheplerle ilgili tecrübesi eskidir. Üzerimize düşen mezhepleri yakınlaştırmaktır."
d. Başkanlarının Fikirlerine Saygı Duy
Akif, herhangi bir mezhebin devlet gücüne dayanarak, başkalarına dayatmada bulunmasına da karşı çıkıyor, başkalarının inançlarına saygı duyulması gerektiğini savunuyor.
Mehdi Akif, bu açıklamalarını kısa bir süre önce yapmıştı. Genel mürşid olarak ilan edilmesinden 2 ay sonra da benzeri açıklamalarda bulunmuştu.
Geçen 5 yıllık süre içerisinde görüşlerinde bir değişiklik olmamasında, Akif'in mezheplerle ilgili fikirlerinin zaman ve olaylardan etkilenmemesinin etkili olduğunu söylememiz mümkündür.
e. Tefrika'dan kaçınmalıyız
Akif, "Şii ve Sünni mezheplerin her birisi, Müslümanları cennete götürür. Sahih İslami terbiye üzerine yetişen bir kişi, Allah'tan başka ilah olmadığına iman edenler arasında ayrım yapmaz" demiştir.
Akif, İslam dünyasında yeni yetişen bireylerin de tefrika üzerine değil vahdet fikri üzerine yetiştirilmesi gerektiğini savunur.
İslam ülkelerini işgal eden ABD, İngiltere ve İsrail'in dışında, biz Müslümanların parçalanmışlığından istifade edecek hiç kimsenin olmadığına inanır.
Akif, vahdet anlayışına delil olarak, başta Şehid İmam Hasan el Benna olmak üzere Ezher ulemasının mezheplerin yakınlaştırılması için sarfettikleri çabaları, 2004 yılında Kerbela'da meydana gelen patlamalarda Sünni ve Şii alimlerin vahdet çağrılarını, patlamalardan sorumlu olarak düşmanı göstermelerini hatırlatır. Kerbela'daki olayların ardından Sünni ve Şii Müslümanların tek vücut olduklarını söyler ve bunun örnek alınması gereken bir duruş olduğuna inanır.
f. Sorunların Temelinde Cehalet Var
Şii ve Sünnilerin bin yıldan fazla birlikte sorunsuz bir şekilde yaşadıklarına dikkat çeken Akif, bugünlerde Sünni ve Şiiler arasında yaşanan sorunların sebebinin, cehalet ve kültürel zaafiyet olduğunu söyler.
g. El Benna'ya Bağlılık
Mehdi Akif, vahdet düşüncesinde İmam Hasan el Benna'nın yolunu sürdürmektedir. Fethi Şikaki, el Benna'dan şöyle söz etmişti:
"Şehid İmam el-Benna da İslam düşmanlarının nüfuzunu kırmak için Şia ve Ehl-i Sünnet arasında vahdetin sağlanması için gayret göstermektedir. Bir gün Tilmisani, Üstadına Şia ve Ehl-i Sünnet arasında ne kadar ihtilaf olduğunu soruyor. Hasan el-Benna da düşmanların Müslümanlar arasındaki fitneyi alevlendirmek için çalıştığı dönemlerde, bu tip karışık meselelerle uğraşmanın doğru olmadığı cevabını veriyor. Tilmisani de sorusunun fitne değil, öğrenme amaçlı olduğunu, Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki farkların kitaplarda bulunduğunu fakat bu mesele hakkında tahkik etmeye zamanının olmadığını söylediğinde de Hasan el-Benna "İki taifenin de La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah dediklerini ve Müslüman olduklarını, pek çok ortak noktalarının bulunduğunu, ihtilaflarının ise ortadan kaldırılabilecek cüzi meselelerde olduğu" yanıtını veriyor."
Görüldüğü üzere, Akif'in özellikle Genel Mürşid olduğu dönemde fiili olarak hayata geçirdiği vahdet düşüncesini İmam Hasan el Benna'dan miras almıştır.
Akif, düşüncelerinin yeni olmadığını şöyle ifade etmişti:
"Bizim bu düşüncelerimiz yeni değildir. Uzun süredir bu düşünce üzereyiz. Biz, ittifak ettiğimizde Şiilerle yardımlaşırız. İhtilaf ettiklerimizde de birbirimizi mazur görürüz. Gerek Şiilerle gerekse dünyanın farklı bölgelerindeki diğer mezheplerle diyalog halindeyiz."
h. Şiiler ve Sünniler Bir Tek Ümmettir
Akif "Biz, İhvan-ı Müslimin olarak, Şii ve Sünni Müslümanların bir tek ümmet olduğuna inanmaktayız. Aynı Rabbe ibadet ediyorlar. Aynı peygamberin arkasından gidiyorlar. Müslümanların kitapları bir, kıbleleri birdir" demektedir.
2. Akif ve İran
İran'ın Filistin davası uğruna sarfettiği yoğun çaba ve batı dünyasına karşı tutumu Akif'in de İran'a karşı duruşunu şekillendirmektedir. Akif, İran'a bakışını şöyle değerlendirmektedir:
"İran, bir İslam ülkesidir. Kendisini, düşmanlarına karşı geliştirmeye çalışmaktadır ve büyük mesafeler kat etmiştir. Batı ile mücadelesinin sebebi ne? Batının, kendisi için öncelikle tehdit unsuru olduğu için İran üzerinde gücü ile baskı oluşturmak istemesi, İran'ın ise şerefini, onurunu, halkının ve ümmetinin menfaatini korumak için bu baskıyı reddetmekte olduğu doğru değil mi?"
a. İran'ın Yayılmacılığı Tehlikeli mi?
İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi Muhammed Mehdi Akif, bölge ülkelerinin İran'dan duydukları korkunun ve bölgede bir "Şii yayılmacılığı" tehlikesinden endişe edilmesinin yersiz olduğunu düşünmektedir.
Bu tür söylem sahiplerinin boş tartışmalara girdiğini kaydeden Akif, İslam Konferansı örgütü içerisinde Şii İran'ın dışındaki 55 ülkenin Sünni olduğunu hatırlatarak "Şii yayılmacılığı" diye bir tehlikenin söz konusu olamayacağını ifade ediyor, bu tür tartışmaların sebebinin bölgedeki ve dünyadaki tek Şii devlet olan İran ile diğer devletler arasındaki siyasi ihtilaflar olduğunu savunuyor.
"İKO'da 56 Sünni ülke var. O halde dünyadaki tek Şii devlet olan İran'dan neden endişelenelim?" diyen Akif, İran'ın yayılmacılığından endişe edilmesini haklı gösterecek tek bir gerekçenin bile olmadığını söylemektedir.
İran'ın tıpkı İsrail gibi Arap dünyası için tehdit teşkil ettiğini savunanlara da karşı çıkan Akif "İran ne İslam ülkeleri ne de Arap ülkeleri için tehdit teşkil eder. Arap dünyası için asıl tehdit İsrail ve Amerika'dır. İran'ın kazanımları ve projeleri ise İslam ve Arap dünyasının kazanımlarına eklemlenir" diye konuşmuştu.
b. Akif ve İran'ın Nükleer Silahı
Kuveyt'te yayınlanan an Nahar gazetesine konuşan Akif, Amerika, İsrail, Hindistan ve Pakistan'ın nükleer silaha sahip olduğunu belirterek "Nükleer program, maksatları nükleer silah üretmek de olsa İran'ın hakkıdır. İran'ın buna neden hakkı olmasın ki?" dedi.
Akif, konuyla ilgili açıklamasını şöyle sürdürmüşü:
"İran, nükleer silah yapmayı da hedeflese bu onların hakkıdır. Amerika'da nükleer silah var. Pakistan'da, İsrail'de ve Hindistan'da da var. İran da tam egemenliğe sahip bir ülke. O halde neden dilediği her şeyi yapamasın. Nükleer enerji sahibi bir İran'ın Körfez için tehdit oluşturacağı iddiasına gelince.. Pakistan, Körfez'e İran'dan daha yakın değil mi? Bu durum Hindistan için de geçerlidir. İran'ın yayılmacılığından yana endişe etmekse çok yersiz. Çünkü İslam Konferansı Örgütü'nde yer alan 56 tane devlet var. Neden bu korku? Oysaki İran, Şii dünyasında sadece bir tane devlet. Hasan Nasrullah Şii değil mi? 2006 yılında İsrail'e karşı savaşında insanlar Nasrullah'ı desteklemediler mi?"
c. İran Filistin Davasını Kullanıyor mu?
İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi Muhammed Mehdi Akif, Gazze savaşındaki duruşlarından ötürü İran, Suriye ve Katar'a teşekkür ederek, savaş sırasında takip ettikleri stratejiden ötürü bu ülkeleri takdir ettiğini açıklamıştı.
El- Hayat gazetesine verdiği demecinde Akif, Katar, İran ve Suriye'nin kendi çıkarlarına ulaşmak için Filistin davasını suistimal ettiği yönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirterek, bu üç devletin direniş eksenini oluşturduğunu ifade etmişti.
Hamas'ın İran'a tabi olduğu şeklindeki iddialara da şiddetle karşı çıkan Akif "Filistin halkına hizmette İran'ı niçin yalnız bıraktınız? Niçin sizler yardım etmediniz? Sizler neredesiniz" diye sormuş, Mısır'ı da ambargoya destek olmakla suçlamıştı.
3. Akif ve Irak
a. Çatışmaların Sebebi Mezhebi Değil Siyasidir
Şii ve Sünniler arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı İslam ülkesi, Irak'tır. Bazı Şiilerin, isimleri Ömer ve Ayşe olanları katlettiği, Sünnilere ait olan camileri yerle bir ettiği ileri sürülmekte. Şii kaynakları da aşırı Sünni olarak nitelediği bazı Iraklıların kendi camilerini hedef aldığını, Şiileri katlettiğini söylemekte. Ilımlı olarak bilinen selefiler de yine aşırı olarak niteledikleri selefilerin kendilerini katlettiğini, camilerine saldırdığını gündeme getirmektedir. Özellikle Sünni dünyadaki bazı yazarlar, Iraktaki Sünnilerin Şiiler tarafından katledildiğini sürekli olarak gündeme getirirken, Şiiler tarafından bazı kaynaklar da aksi iddiaları ileri sürmektedirdir.
Mehdi Akif ise bu konuda farklı düşünüyor. Bu yüzden de eleştirilere maruz kalmaktadır yine. Akif, Irak'taki Şiiler ve Sünniler arasında fitnenin çıkmasından ve yayılmasından işgalci Amerika'nın sorumlu olduğunu inanmaktadır.
Akif, 11 Şubat 2007 tarihinde New York Times dergisinde yayınlanan mülakatında, şu ifadelere yer vermişti:
"Tüm bölgede fitne ateşini tutuşturmak isteyen işgalci Amerika, Irak'ın içinde de Şiiler ve Sünniler arasında iç savaş çıkarmaktadır. İhvan-ı Müslimin, Şii ve Sünnileri, Amerika ve İsrail'in fitne oyunları karşısında birbirlerine daha sıkı bir bağla bağlanarak düşmana karşı birleşmesi gereken tek bir ümmet olarak görmektedir."
Akif, Irak'ta yaşanan duruma da değinerek "ABD, Irak'ın pençesine düştüğü bu büyük musibetle yetinmemekte, bu ülkedeki durumdan hareketle Sünni ülkeleri Şiilere karşı kışkırtarak bundan yarar sağlamaktadır. Şiileri, Ehl-i Sünnet'in düşmanı olarak tanıtmakta, Şia'nın Sünnilerin güvenliğini tehdit ettiğini söyleyerek tüm Sünnilerin ABD ve İsrail bayrağı altında bu mezhebe karşı saf tutmasını sağlamaya çalışmaktadır" diye konuşmuştu.
Irak'ta yaşananlar karşısında Mehdi Akif, Sünni ve Şiileri "tek bir ümmet" olarak gördüğünü söylemiş ve İslam'ı yok etmeye çalışan Siyonistler ve Amerikalıların planlarına karşı birlik olmaları çağrısında bulunmuştu.
2005 yılında Kazimiye'de Şiileri hedef alan bombalı saldırıları da kınayan Akif, tüm Sünni ve Şii Müslümanları, Amerikan işgaline karşı mücadeleye çağırmıştı.
2006 yılında Irak'taki "Müslüman Alimler Birliği"ne ve Şii otoritelere seslenen Akif, mezhebi anlayışın üstünde "İslam kardeşliği kültürü"nü Iraklılar arasında yaymalarını istemişti.
Akif, 1940'lı yıllarda başlatılan takrib çalışmalarının ilkelerinden birisinin de İslam'ın emri olan, Müslüman'ın kanını haram görmek olduğunu söyler, Irak'taki Müslümanlar arasında sahih İslami düşüncenin yayılmasını önerir.
b. Akif ve Mukteda Sadr
Akif, bir dönem Amerika'yla Mehdi Ordusu'nun arasındaki çatışmaların şiddetli olarak yaşandığı Necef kuşatmasında da, Irak halkından Mukteda es Sadr'ı desteklemelerini istemişti. Tabi bu çağrısı, içerden ve dışarıdan bazılarınca 'Şia'ya destek sunuluyor' şeklinde yorumlanmış, bazı tepkiler almıştı.
Akif, konuyla ilgili değerlendirmesinde "Ben hak ile beraberim. Kişinin Şii ya da Sünni olup olmaması benim için önemli değildir. Benim ofisime istişare etmek için Şii de gelir Sünni de. En başta da söylediğim gibi ben dünyanın her yerinde direniş ile beraberim. Onurlu bir direnişi, mezhebi kimliğinden ötürü sahipsiz bırakmamız beklenemez" demişti.
Mukteda Sadr yanlılarının işlediği ileri sürülen katliamlar hakkında Akif "Irak'ta meydana gelen olayların sebepleri mezhebi değil siyasidir. Biz yıllardır Şiilerle beraber yaşıyoruz. Mezheplerimiz farklı fakat akidemiz aynı. Aynı Rabb'e iman ediyoruz" demiştir.
c. Irak'taki Saldırıların Arkasında İran Değil Siyonistler Var
Irak'taki katliamların arkasında İran'ın olduğunu ileri sürenlere de sert tepki gösteren Akif, "iddialara değil gerçek düşmana yani Amerika'ya bakılmasını" istemiştir: "Kesinlikle hayır!. Kim diyor bu katliamları işleyenler İran tarafından destekleniyor. Bunu destekleyenler düşmanlarımız olan işgalcilerdir. Bir Müslüman'ın diğer bir Müslüman'ı katletmesi doğru değildir. Bu tür iddialara değil gerçek düşmana bakın. Gerçek düşman, bu tür katliamlardan istifade eden Siyonistler ve Amerika'dır."
4. Akif ve Hizbullah
Akif, "Bizler aynı Rabb'e iman ediyoruz. Kitabımız aynı, Peygamberimiz aynı" düşüncesini, sıra Hizbullah'a gelince de söylemektedir.
Hizbullah'ın Şii bir hareket olmasından ötürü sakıncalı görülmesine karşı çıkan Akif, 2006 Temmuz savaşı günlerinde "Hepimiz, tek bir ümmetiz" demişti.
Lübnan-İsrail savaşı sırasında Akif, 10 bin savaşçısını Lübnan'da Hizbullah saflarında savaşmaya göndermeye hazır olduğunu söylemişti. Bu duruşunu sonuna kadar koruyan Akif, bir yıl sonra neden bu açıklamayı yaptığını şöyle açıklayacaktı:
"Evet, Temmuz harbinin başlarında el Cezire'ye yaptığım bir beyanatımda 10 bin gönüllü İhvan gencini gönderebileceğimi ilan etmiştim. Şimdi de ilan ediyorum ki şayet Mısır, sınırları kapalı tutmazsa 10 bin değil, 100 bin gönüllü de gönderirim. Nasıl ki Filistin'de Siyonistlerle, ülkemizde de İngilizlerle savaştık, orada da savaşırız. Bundan da onur duyarız."
Akif, bu açıklamasına da büyük tepki almıştı. Bu tepkilere karşı, Musa'nın kavminin "Sen ve Rabb'in gidin savaşın. Biz oturacağız" sözünü hatırlatarak "Biz öyle demedik, dedik ki "Biz de sizinle birlikte savaşa hazırız. On binlerce savaşçıyı gönderebiliriz" diyecekti.
Hizbullah'a desteğinin garipsenmesine karşı da "Biz, İhvan-ı Müslimin olarak, Şii ve Sünni Müslümanların bir tek ümmet olduğuna inanmaktayız. Aynı Rabb'e ibadet ediyorlar. Aynı peygamberin arkasından gidiyorlar. Müslümanların kitapları bir, kıbleleri birdir. Hizbullah'ı destekledim. Şimdi de destekliyorum. Ve çok acıdır ki Arap dünyasında sadece biz destekledik"İslam'da Şii de ve Sünni de aynı ahlakla ahlaklanan, aynı şiarları gerçekleştiren ve aynı kıbleye yönelen ortak akide ashabıdır" yanıtını vermişti.
Al-Vatan al-Arab'a verdiği demeçte Akif, "İsrail'e karşı verilecek savaş Şiilerle ittifakı gerektiriyor. Biz Lübnan Hizbullah'ının sancağı altında savaşıyoruz. Hizbullah, düşmana karşı direniyor. Bunda da başarılı oluyor. Bana göre Hizbullah; İsrail, Amerika ve bu ikisi ile yardımlaşan güçlere karşı da zafer kazandı" demişti.
Hizbullah'ın İslam ümmetindeki imajını zedelemek isteyenlerin Hizbullah aleyhinde ortaya attıkları iddialara da karşı çıkan Akif, Hizbullah'ın İran'ın çıkarlarını gözettiği, İran'ın planlarını uyguladığı iddialarını da yalanlayarak; bu tür iddiaların İslam ümmetinin düşmanları tarafından gündeme getirildiğini söylemişti.
Akif "Hizbullah tıpkı Filistin direnişinin yaptığı gibi emperyalist güçlerin koruduğu İsrail'e darbe vurmaktadır" demişti.
Akif'e göre Hizbullah, tüm beklentilerin de ötesinde bir zafere imza attı. Akif "Hizbullah'ın Amerika ve siyonist saldırılar karşısında bir ay hatta daha fazla süreyle direnmesini kim düşünebilirdi? Siyonist düşmana ait kaç tankı hedef aldı ve yok etti? İsrail-Arap çatışma tarihi süresince Arap orduları İsrail'i vuramadı. Fakat Hizbullah, bütün bunları yaptı. Bütün ümmetin Hizbullah ile beraber savaşması vaciptir" diye konuşmuştu.
3. Eleştirilerin Merkezindeki Akif
a. Akif, Mısır'a İhanet Etmiştir
Muhammed Mehdi Akif'in vahdet düşüncesinden rahatsız olanlar, Akif'i ihanetle suçladılar. Bunlardan birisi de Andusamuel Faris'tir. Akif'i İran'ın kuklası olmakla suçlayan Faris, ülkesine ve halkına ihanetle itham etmekten geri durmamıştır.
Üstelik bu suçlamalar, Gazze'ye bombaların yağdığı 22 gün süresince daha da şiddetlenmişti. Çünkü Akif, Filistin'e kapılarını kapatan Mısır rejimini eleştiriyor, halkı protesto etmeye davet ediyordu.
Akif'i İran'la ilgili düşüncelerinden ötürü şiddetli bir şekilde eleştirenlerin daha çok Mısırlı olmaları da eleştirenler üzerindeki şüpheleri artırmaktadır.
b. Tarık Hamid'in "Ayetullah" Nitelemesi
Başka bir yazar, Tarık Hamid de Akif'e şiddetli tepki gösteriyor ve İran'ın bölgedeki yayılmacılılığının ve nükleer güce sahip olmasının bir tehdit oluşturmayacağına olan inancını şaşkınlıkla karşıladığını söylüyordu.
İran'ın bölgede yayılmacılığının istikrarsızlığın hakim olması anlamına geleceğini söyleyen Şarkul Avsat yazarı Hamid, "Ayetullah Akif" başlıklı yazısında "Akif, nasıl olur da istikrar ve huzur istemezken İran'ın yayılmacılığını ister?" diye sormaktan çekinmemişti.
Tarık, İran'ın yayılmacılığını kabul eden Akif'in İhvan-ı Müslimin düşüncesinin üzerine toprak attığı değerlendirmesinde bulunmuş, Akif'in bu duruşunun bölgemiz açısından tehlike oluşturduğunu iddia etmişti.
c. Nasıl Olurda Akif Böyle Konuşur?
Akif'i eleştiren isimlerden birisi de Muhammed Sibani'dir. Sibani, Akif'e karşı yazdığı reddiyesinde "Şiiler de bizler gibi aynı Rabb'e inanır" gibi Akif'in Şiileri Müslümanlar sınıfında değerlendiren sözüne odaklanarak Akif'i eleştirir.
"En cahil bir öğrencinin dahi, Şiilerin akaidinin batıl olduğunun farkında olduğunu" söyler. Sibani'ye göre: Şiilerin akaidi şirke delalet eder" hatta bazıları İslam sınırından çıkarır mahiyettedir. Akif'in meşru bir İslam mezhebi olarak kabul ettiği Caferi mezhebinin yalan haberler üzerine bina edildiğini, Şiilerin sahabelere sövdüğünü, akidelerinin bozuk olduğunu, Kuran'da tahrife gittiklerini söyler.
Sibani, Akif'in Irak ve Lübnan'da yaşananların sebebinin mezhebi olmadığına inanmasına da tepki gösteriyor ve İhvan'ın bütün bu düşüncelerinin yeni olmayıp çok eskilere dayandığını belirtiyor.
Sibani, Akif'in sadece İranlılara karşı yaklaşımını değil, aynı şekilde sufilere karşı olan yaklaşımını da eleştirmektedir.
d. Akif, Dostla Düşmanı Ayıramıyor
İktidar partisi Vatan'ın okları da Akif'e doğru çevrilmiştir. Partiden Dr. Cihad Avde, Akif'in İran'la ilgili açıklamalarından ötürü "Öyle görünüyor ki Akif, doğruyla yanlışı, dostla düşmanı ayırt edemiyor" diyerek, İran'ı düşman sınıfına koyduğunu gösteriyor. Bu hesaba göre İsrail Mısır'ın dostu oluyor.
Akif'i bir çok zaman Mısır rejimine karşı isyan ettiren de Mısır'ın bu duruşudur zaten. İsrail ile dost olurken, İran'a ve Hamas'a düşman olmasıdır.
Dr. Avde, Akif'in İran hakkındaki açıklamalarının çok da şaşkınlıkla karşılanacak bir durum olmadığına inanıyor. Çünkü Dr. Avde'ye göre "Hamas için İran tarafından destekleniyor deniliyor!"
2010 yılında genel mürşitlik görevine son verecek olan Akif, düşmanların sinsi planlarına karşı Müslümanları birlik olmaya çağırarak, fitne akımlarına kapılmama konusunda uyarmaya devam etmektedir.
İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi Üstad Muhammed Mehdi Akif İslami Vahdetin ümmet çapında tesisi amacıyla kendi çapında ortıya koyduğu çabaların yanında İslami İslam dünyasının önde gelen alim ve önderlerinden de, güçleri nispetinde, müslümanların kalplerinde birbirlerine karşı taşıdıkları kini ve öfkeyi çıkarıp atmak, Şii veya Sünni bütün müslümanlar arasında "İslami kardeşlik" duygularını canlandırıp güçlü bir İslam birliği ve evrensel İslam cephesi oluşturmak için çaba sarfetmelerini istemektedir.
İsa EREN, İsra Haber Genel Yayın Yönetmeni
isra haber
Şehid İmam Hasan el-Benna (Ihvan-ı Müslimin Hareketi Kurucusu)
"Şiiler ve Sünniler, İslam ümmetinin bir parçasıdır. Aynı Rabb'e inanırlar, aynı kitabı referans alırlar, aynı Nebi'ye tabi olurlar, aynı Kıble'ye yönelirler.."
Muhammed Mehdi Akif (Ihvan-ı Müslimin Hareketi Genel Mürşidi)
Giriş
İslam dünyasının her bir köşesinin istikrarsızlığa gark olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Üstelik, tıpkı İmam Hasan el Benna'nın dediği gibi düşmanlarımız Müslümanlar arasındaki fitneyi alevlendirmek için gece gündüz çalışmakta, Müslümanlarsa birbirlerini suçlamakla meşguller.
İmam Hasan el Benna'nın sözünü ettiği fitneyi körükleyenler dış güçler iken, iç savaşın dinamikleri ise aramızdaki farklar. Bazen iç güçlerimiz de fitneyi körüklemek için devreye girmektedir. Kimileri davası için kimisi de kendisine biçilen rol gereği bu görevi ifa ediyor.
Müslümanlar arasındaki mezhebi fitne oyunu, emperyalist sistemin sık sık başvurduğu savaş yöntemleri arasında yer alıyor. İslami hareketler ya da devletler karşısında, mücadele sahasında galip gelemeyen emperyalist düzen, Müslümanlar arasında çıkaracağı Şii-Sünni fitnesiyle Müslümanların gücünü parçalamakta, böylece emellerine daha kısa bir zamanda ve sorunsuzca ulaşmak istemektedir.
Arap düşünürlerinden Abdulbari Atwan'ın deyimiyle, batılı güçlerin, Müslümanlar arasında fitne çıkarmanın dışında İran'ı yenecek askeri ve siyasi gücü yok. İran'ın bir Şii ülkesi, dolayısıyla da Sünni dünyanın düşmanı olduğu düşüncesinin yayılması, İran'ın yıpratılması yolunda batılı güçler adına büyük bir kazanımdır.
Filistin direnişinin unutulmaz ismi İslami Cihad hareketinin kurucusu Fethi Şikaki, bu kirli oyuna şöyle dikkat çekmişti: "İran'ın Müslüman halkının kıyamı ve imkansız sayılan inkılabı, Batı ve uşaklarını büyük bir korkuya düşürdü. Bütün güçleriyle inkılapçı Müslümanların siyasi hakimiyeti ele geçirmemeleri için çalıştılar."
Şikaki, İran'a karşı zafer elde edemeyen batının, değişik mihverler üzerinde İslam devrimini yok etmeye kalkıştığını, bu mihverlerden birisinin de Şii-Sünni çatışmasını alevlendirmek olduğuna inanmaktadır:
"İnkılab'ın akışını durdurmak, zengin petrol kaynakları olan ve İsrail'e karşı durabilecek ülkelerde yaşayan Sünni Müslümanların bu İnkılap'tan etkilenmesini önlemek için son girişim olarak da İslam ümmetinin iki fırkası arasında fitne çıkarmak istediler.
Sünni ve Şii kardeşler arasında fitne çıkarmada bazı başarılar elde ettiklerini söylemeliyiz. Gerçi bu fitne de sonunda su yüzüne çıkacaktır. Zira İslam Ümmeti bu fitne ateşini alevlendiren şeytanı çok geçmeden tanıyacak ve sömürgecilerin Müslüman halkları bölmek istediğini fark edecektir.
Sömürgeciler, petrol şeyhleri ve tağutlar anlamışlardır ki bu saldırı için silah ve askere değil, sadece fetva verebilecek kimselere ihtiyaç vardır. Bu defa saldırıyı yönetenler sarıklı ve sakallı, resmi ve gayri resmi alim sıfatlı kimseler olacaktır. Görüyoruz ki , İslam İnkılabı'na karşı ansızın, bir saldırı başlatılıyor. Tağutlara boyun eğmiş bu gibi kimseler, İran İnkılabı'nın bir 'Şii inkılabı' olduğunu, Şiilerinse'fırkâ-ı dalle' (sapık fırka) ya da 'kafir' olduklarını sonunda keşfettiklerini açıklıyorlar. Seccadesi üzerinden Şah'ın tahtını salladığı söylenen Ayetullah Humeyni de artık dalalete düşmüş ve kafir ilan ediliyordu. (!) İftira ve yalanlarla dolu Suudi Arabistan'ın yayınlattığı kitabı elinde taşıyan ve cami cami dolaşıp onun muhteviyatını halka anlatan Müslüman manzarasına sık sık rastlıyoruz. Elbette bu gençlerden bazısının iyi niyetler taşıdığını ve Allah yolunda çalıştıklarını zannettiklerinin farkındayız"
Bir Sünni olan Şikaki'nin Şii-Sünni fitnesine karşı duyarlılığını ortaya koyduğu, emperyalist fitne planlarına dikkat çektiği konuyla ilgilendirmesi kısaca bu şekilde. Şimdi de İhvan-ı Müslimin'in konuyla ilgili düşüncelerini irdeleyeceğiz.
Öncelikle, bu çalışmamızda hiç kimseyi hedef seçmediğimizi, Müslümanlar arasındaki vahdetin temin edilmesine olumlu katkı sağlamayı arzuladığımızı belirtmek istiyoruz.
Şüphesiz ki Ehl-i Sünnet dünyasında, çıkartılmak istenen "Şii-Sünni fitnesi"nin karşısındaki en güçlü isim İhvan-ı Müslimin Hareketi'nin Genel Mürşidi Muhammed Mehdi Akif'tir. Genel Mürşid Muhammed Mehdi Akif, bu duruşundan ötürü yoğun eleştirilere ve ithamlara maruz kalmıştır. Bütün bunlara ve tüm baskılara rağmen İslami vahdet çizgisinden bir nebze olsun sapmamıştır.
Bu çalışmamızda Akif'in vahdet anlayışına ışık tutacak görüşlerine yer vereceğiz. İran ile İhvan arasındaki bağ; Akif'in İran, Irak ve Lübnan Şiileri hakkındaki düşüncelerini, vahdet anlayışının çerçevesini çizen ilkelerini ve Akif aleyhindeki ithamları mercek altına alacağız.
Çalışmamızda kaynak olarak Mehdi Akif'in her hafta perşembe günü İhvan-ı Müslimin'in resmi web sayfasında yayınlanan makalelerini, basın açıklamalarını, farklı gazete, dergi, televizyon ve radyolara verdiği demeçlerini kullandık.
A-İhvan-İran İlişkisi
İran ile İhvan-ı Müslimin arasındaki bağlar, geçici ya da günübirlik olmamıştır hiçbir zaman. İhvan-ı Müslimin ile İran arasındaki bağlar, Hasan el Benna dönemine kadar gitmektedir.
İhvan'ın Şii dünyasıyla ilk ilişkileri, Şehid İmam Hasan el Benna'nın da bizzat içerisinde olduğu "Cemaat-i Takrib" çalışmalarıyla başlamıştır.
"Mezhepleri Yakınlaştırma Kurumu"nun (Dar-ül Takrib) tesis edilmesinin ardından, İmam Hasan el-Benna ile İran'daki Ayetullah Burucerdi'nin kendi temsilcisi olarak gönderdiği Ayetullah Muhammed Taki Kummi'nin bir araya gelerek görüşmeleri, Müslüman Kardeşler'in Şiilerle yaptığı işbirliğinin ilk adımı olmuştu.
Bu ilişki, Şehid Nevvab Safevi'nin 1954 yılında Kahire'de yaptığı görüşmelerle daha da pekiştirilmiş oldu.
Safavi de 1940'lı yıllarda kurduğu örgütüyle (İslam'ın Fedaileri), "Sünni- Şii ihtilafları"nı bir kenara koyarak "İslami birlik cephesi"ni güçlendirmek için çalışmaya başlamıştı.
Nevvab Safevi, 1954 yılında Seyyid Kutub'un davetiyle Ürdün ve Mısır'a giderek, İhvan-ı Müslimin liderleriyle tanışır. İran'a döndükten sonra Filistin için organizasyonlar düzenlemeye başlar. Safevi, Filistin'e gitmek için 5 bin kişiden oluşan bir gönüllüler listesi hazırlar. Fakat İran Şah'ının izin vermemesinden ötürü gönüllüler İran'da kalırlar.
İslam İnkılabı lideri Seyyid Ali Hamenei de siyasi meselelere, genç bir talebeyken Safevi ile karşılaşmasından sonra daha bir ağırlık vermeye başladı. Bilindiği üzere İslam Devrimi'nin gerçekleştirildiği 1979 yılından önce, İslam Devrimi'nin bugünkü lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamenei, Seyyid Kutub'un "Bu Dinin Geleceği", "İslam ve Medeniyetin Problemleri" ve "Fizilal'il Kur'an" gibi eserlerini Farsça'ya tercüme etmişti.
Müslüman Kardeşler teşkilatının üçüncü genel mürşidi olan Ömer Tilmisani de Üstad Benna hakkında yazdığı kitabında İmam'ın "İslami vahdet" anlayışını şöyle değerlendirmektedir:
"Hasan el-Benna'nın İslam mezhepleri ve taifeleri arasında vahdetin tesis edilmesine dönük arzusu o kadar şiddetliydi ki, tüm bu tarafların Kahire'de bir araya geleceği bir konferans düzenlemek istiyordu. Fakat zamanın siyasi şartları, onu bu arzusuna ulaşmaktan alıkoymuştur. Takrip Kurumunun; Dini, Kitabı, Peygamberi ve Allah'ı bir olan bizleri, birbirimizi tekfir etmekten alıkoyacak bir vesile olmasını umuyoruz."
Şehid Fethi Şikaki, "Şia ve Ehl-i Sünnet" adlı kitabında Ömer Tilmisani'den aktararak Şehid İmam Hasan el Benna'yı şöyle anlatır:
"Hasan el-Benna, Şia dünyasının büyük şahsiyetlerinden biri olan Muhammed Taki Kummi ile Kahire'de uzun uzun görüşmüştü. El-Benna, hayatının sonlarına yakın yaptığı Hac ziyaretinde de Ayetullah Kaşani ile dostane bir şekilde görüş alışverişinde bulunmuştu. Müslüman Kardeşler'in o zamanki önderlerinden ve Hasan el-Benna'nın öğrencilerinden olan Abdülmüteal Cebri de "Hasan el-Benna Niçin Öldürüldü?" adlı kitabında Robert Jackson adlı bir yazardan bu görüşmenin önemini şöyle naklediyor: Eğer Hasan el-Benna daha fazla yaşasaydı Müslümanların vahdetinin sağlanmasına dönük büyük işlere imza atacaktı. Özellikle Ayetullah Kaşani ile görüşmesinin ardından Şiiler ile Sünniler arasındaki bazı ihtilaflı meselelerin halli kararını aldıklarını göz önüne aldığımızda bu gerçek daha da belirginlik kazanmaktadır. Hasan el-Benna 1948 yılındaki Hac ziyaretinde Kaşani ile görüşmüş, büyük ihtimalle aralarında anlaşmışlardı da. Ama çok geçmeden Benna suikaste uğrayacaktı. Üstad Cebri, Jackson'un görüşünü teyid ederek Hasan el-Benna'nın sahip olduğu keskin siyasi bakış açısı ile İslam mezheplerini yakınlaştırma yolunda çok büyük adımlar attığını vurguluyor."
Dr. Şikaki'nin eserinde, Tilmisani, sözlerine şunları ekliyor:
"Şeyh Muhammed Taki Kummi, 40'lı yıllar boyunca Müslüman Kardeşler'in Kahire'deki merkezinde misafir ediliyor. Bu sıralarda Şehid İmam el-Benna da İslam düşmanlarının nüfuzunu kırmak için Şia ve Ehl-i Sünnet arasında vahdetin sağlanması için gayret göstermektedir. Bir gün Tilmisani, Üstadına Şia ve Ehl-i Sünnet arasında ne kadar ihtilaf olduğunu soruyor. Hasan el-Benna da düşmanların Müslümanlar arasındaki fitneyi alevlendirmek için çalıştığı dönemlerde, bu tip karışık meselelerle uğraşmanın doğru olmadığı cevabını veriyor. Tilmisani de sorusunun fitne değil, öğrenme amaçlı olduğunu, Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki farkların kitaplarda bulunduğunu fakat bu mesele hakkında tahkik etmeye zamanının olmadığını söylediğinde de Hasan el-Benna, iki taifenin de La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah dediklerini ve Müslüman olduklarını, pek çok ortak noktalarının bulunduğunu, ihtilaflarının ise ortadan kaldırılabilecek cüzi meselelerde olduğu yanıtını veriyor."
Kuveyt gazetesine göre İhvan-ı Müslimin, İran'da gerçekleştirilen İslam devrimini büyük takdirle karşılamıştı. İhvan-ı Müslimin, Türkiye'den Selamet Partisi, Pakistan'dan Cemaati İslami, Hindistan'dan Cemaati İslami, Endonezya'dan Masumi partisi, Malezya'dan Cemaat-i Şebab'il İslam, Filipinler'den Cemaati İslam başta olmak üzere İslam ve Arap ülkelerinin farklı bölgelerinden katılan heyetlerle birlikle, İmam Humeyni'yi ziyaret etmişlerdi.
İmam Humeyni, kendisini ziyaret eden İhvan-ı Müslimin heyetine kendilerinin de ülkelerindeki şahlara başkaldırabileceğini, Allah'ın kendilerine de zaferi nasip edeceği mesajını vermişti. Heyet ise güçleri nispetinde İslam Devrimi'nin hizmetinde olduklarını İmam Humeyni'ye iletmişlerdi.
İmam Humeyni'ye yakın isimlerden İbrahim Yezdi ile de görüşen heyet, İslam Devrimi ile koordineli çalışma ağını kurarken Başbakan Mehdi Bazergan ile görüşmelerinin ardından da İslam Devrimi'ne olan desteklerini kameralar önünde bir kez daha açıklamışlardı.
İran'a destek ziyaretinde bulunan bu heyet, 16.3.1979 tarihini İslam Devrimi'yle dayanışma günü ilan etmişti.
1985 yılında Davet gazetesine yazdığı makalesinde dönemin Genel Mürşidi Ömer Tilmisani, "Şii ve Sünni mezhepler arasındaki yakınlaşma" çalışmalarının derhal başlatılması çağrısında bulunmuştu. Tilmisani, 1982 yılında da İran'daki İslam devrimini siyasi gerekçelerle desteklediklerini söylemişti.
1988 yılında İran-Irak savaşının bitmesiyle birlikte, Irak saflarında savaşan bazı Mısırlı askerlerin İran'da esir düştüğünü haber alan İhvan liderlerinden Muhammed Gazali, Mısırlıların serbest bırakılmasını isteyecek, İran da bu isteği yerine getirecekti.
Yıllar sonra İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi olan Muhammed Mehdi Akif de İran İslam Devrimi'ni gerçekleştiren İmam Humeyni'nin anlayışını ve fikirlerini o günlerde desteklediğini belirtecekti.
İhvan-ı Müslimin'in Merkez Teşkilatı da, İranlı Müslümanların Amerikan elçiliğini ele geçirmelerinin ardından yayınladığı bildiride İslam dünyasının tüm kurtuluş hareketlerinin önderlerine şöyle sesleniyordu:
"Eğer konu sadece İran'la ilgili olsaydı, uluslararası dengeler gözetilerek bir ara yol bulmak mümkün olabilirdi. Fakat İslam İnkılabı, kendisini İslam'ın ve Müslüman halkların emanetçisi olarak görmektedir. İslam İnkılabının bazı yöntemlerine itiraz edenler Devrimin bu tufansı evresini derk edememiş, kayıtsızlık ve uyku yatağına gömülmüş Müslümanlardır. Bu kişiler acil olarak tövbe etmeliler ve İslam'da cihadın ve izzetin ne anlama geldiğini iyi öğrenmeliler."
Aynı teşkilat, Saddam İran'a saldırdığında da Irak halkına hitap eden bir bildiri yayınlayarak Baas partisini eleştirmişti. Bildiride şöyle deniyordu:
"Irak'ın İran'a saldırısı, ezilen insanların; kadınların ve çocukların savunulması için yapılan bir savaşın başlangıcı değildir. Bu savaş, kahraman İran Müslümanlarının cihadı sonucu gerçekleşen İslam Devrimini yok etme savaşıdır. Bu devrim, dünya tarihinde nevi şahsına münhasır bir hareketin sonucunda, tüm İslam dünyasının övüncü olan Müslüman bir önderin rehberliğinde gerçekleşerek, İran halkını Amerika'nın ve uluslararası siyonizmin tasallutundan kurtarmayı başarmıştır."
Pakistan İslami Cemaatinin İslam Devriminin karşısındaki tavrı da Mevdudi'nin fetvasında görülmektedir. Bu müçtehit alim ve değerli düşünür, Kahire'de yayınlanan "Davet" adlı derginin muhabirine verdiği röportajda şöyle diyecekti:
"İmam Humeyni'nin İnkılabı,İslami bir İnkılaptır. Pakistan İslami Cemaati'nin taraftarları ve tüm diğer Müslümanların vazifesi İnkılabı teyid etmek ve tüm zeminlerde dayanışmalarını göstermektir."
Dr. Şikaki, Mevdudi'nin fetvasından söz ederken tüm dünya Müslümanlarına sesleniyor ve bu fetvaya uymanın şeran vacip oluşundan bahisle şöyle diyor:
"Eğer İslam'a bağlılığımızı sürdüreceksek, İnkılabın yardımcısı olmamız vaciptir. Kendilerini İslami hareket addeden bazı cereyanların mezhebi fırkacılıktan dolayı bu İnkılaba savaş açmaları İslam'ın açık hükmüne ve büyük bir müçtehidin fetvasına karşı gelmektir"
Şehid Şikaki yukarda geçen noktalara dayanarak şunların altını çiziyor:
1 - Her Şii ve Sünni şahıs, bir diğerinin Müslüman kardeşi olduğunu kabul etmelidir.
2 - İslami hareketlerin vazifesi Müslümanların arasındaki ihtilafların kaldırılması olmalıdır.
3 - Şehid Hasan el-Benna Müslümanların arasında vahdetin sağlanması için çok büyük bir gayret göstermiş olup Takrip Kurumunun tesisi de bu çabalarının meyvesidir. (Bu konunun bir kısmı, Şahid yayınları tarafından yakında çıkarılacak olan "Şikaki" kitabından alınmıştır)
B- Mehdi Akif ve Şii Dünyası
1. Akif ve Vahdet Algısı
İslam dünyasının düşmanların en başında yer alan Amerika'nın Müslümanların vahdetini istemediğinin bilincinde olan Akif'in her açıklaması Müslümanları vahdete yönlendirmektedir
20 yılı aşkın bir süre hapis yatan Mehdi Akif, yaşı ve sağlık sorunlarına rağmen düşmanların nifak tohumları karşısında her zaman onurlu bir şekilde başını kaldırmış ve vahdet çağrısı yapmıştır.
Akif'e göre Şiiler ve Sünniler asırlar boyunca birbirlerinden kız alıp vermişler, sorunsuzca yaşamışlardır. Bugün yaşanan sorunlar ise belirli odaklar tarafından kasıtlı olarak üretilmektedir.
Akif'in vahdet algısını şekillendiren ilkelerini şöylece sıralayabiliriz:
a. "Doğruya Doğru" Yanlışa Yanlış Deriz"
Akif ile İran ya da Şii mezhebi arasında herhangi bir doğrudan ilişki yok. Akif "Bizimle İran arasında bir bağ yok. Fakat varlığından ötürü memnuniyet duyuyoruz. Doğruya doğru" yanlışa da yanlış diyoruz" demektedir.
Akif'in İslam dünyasıyla ilgili değerlendirmelerinde referans aldığı temel ilke de bu cümlede yatmaktadır.
Akif'in İran'a verdiği destekte, İran'ın batıya karşı olan mücadelesi etkili olmuştur. Çünkü, İran'ın batıya karşı mücadelesi doğru minval üzerine kurulmuş bir mücadeledir. Şayet, İran'da devrim gerçekleşmemiş, Şah ve İsrail işbirliği devam etmiş olsaydı, Akif'i İran'ı desteklerken göremeyecektik şüphesiz.
Akif, Hizbullah'ın İsrail'e karşı mücadelesinde verdiği destekte olduğu gibi İran'ı da İsrail'e karşı olan duruşundan, Filistin'in yanında durmasından ötürü desteklemektedir.
Akif, hareketindeki bu ilkeyi Hizbullah'a da uygulamaktadır. Mehdi Akif "Ben, hiç kimseyi desteklemiyorum. Ben sadece eylem ve tasarrufları destekliyorum. Hizbullah konusuna gelince de" Ben, Hizbullah'la ilgili bir şey bilmem. Lübnan halkı daha iyi bilir. Ben, Hizbullah'ın eylemlerine bakıyorum. Hizbullah, iyi bir şey yaparsa ben "Bravo.. Seninle beraberim" diyorum. Hizbullah, 2 Siyonist askeri esir aldığında ve 35 gün süresince Siyonistleri vurunca "Bravo sana" Seninle beraberim" dedim. Bundan ötürü de bir çok insan bana teşekkür etti" demişti.
Akif'in Suriye devletine olan desteği, Suriye'den övücü sözlerle bahsetmesi de hareketinin ilkelerine olan bağlılığıyla çelişmemektedir. Suriye devleti, Suriye'deki İhvan-ı Müslimin mensuplarına baskı uygulamaktadır. "Buna rağmen Akif, Suriye devletini, binlerce Müslümanı katleden bu rejimi nasıl destekler?" diye sorulabilir. Akif, Suriye'yi destekliyor. Çünkü Suriye, direnişe kucak açtı, direnişi destekledi. Akif "İsrail'in Gazze'ye saldırısı sırasında Suriye'nin direnişe kucak açması, benim hoşuma gitti" demişti.
b. Allah'a İman Ediyoruz" Aynı Peygambere Tabiyiz
Detay noktalarda her türlü fikir ayrılığı olabilir. Tartışma başladığı zaman, Sünniler de Şiiler de itikadi konularda kendi içlerinde fikir ayrılığına düşebiliyor. Bunu gören Akif, detay noktalara inmeden, Müslümanlara üst bir noktadan bakıyor. Allah'a iman edenler" Aynı peygambere inananlar" Aynı Kitaba göre hareket edenler" Aynı kıbleye yönelenler" Şiiler de İslam ümmetinin bir parçasıdır.
c. Mezhepleri Yakınlaştırmalıyız
Şii ve Sünniler arasındaki ihtilafların asıl sebebini ve İhvan-ı Müslimin'in mezheplere bakışını şöyle izah etmiştir:
"Onlar da bizim gibi Müslümandır. Onların da bir mezhebi var. Onlar da Allah'a ibadet ederler. Peygambere tabi olurlar. Kıbleleri Ka'be'dir ve Kur'an öğretilerine uyarlar. İşte bu İhvan-ı Müslimin'in temel ilkesidir. Irak ve Lübnan gibi bazı kardeş ülkelerde Şii ve Sünniler arasında meydana gelen olayların sebebi mezhebi değil siyasidir. Bu benim ve İhvan-ı Müslimin'in görüşüdür. İhvan-ı Müslimin'in mezheplerle ilgili tecrübesi eskidir. Üzerimize düşen mezhepleri yakınlaştırmaktır."
d. Başkanlarının Fikirlerine Saygı Duy
Akif, herhangi bir mezhebin devlet gücüne dayanarak, başkalarına dayatmada bulunmasına da karşı çıkıyor, başkalarının inançlarına saygı duyulması gerektiğini savunuyor.
Mehdi Akif, bu açıklamalarını kısa bir süre önce yapmıştı. Genel mürşid olarak ilan edilmesinden 2 ay sonra da benzeri açıklamalarda bulunmuştu.
Geçen 5 yıllık süre içerisinde görüşlerinde bir değişiklik olmamasında, Akif'in mezheplerle ilgili fikirlerinin zaman ve olaylardan etkilenmemesinin etkili olduğunu söylememiz mümkündür.
e. Tefrika'dan kaçınmalıyız
Akif, "Şii ve Sünni mezheplerin her birisi, Müslümanları cennete götürür. Sahih İslami terbiye üzerine yetişen bir kişi, Allah'tan başka ilah olmadığına iman edenler arasında ayrım yapmaz" demiştir.
Akif, İslam dünyasında yeni yetişen bireylerin de tefrika üzerine değil vahdet fikri üzerine yetiştirilmesi gerektiğini savunur.
İslam ülkelerini işgal eden ABD, İngiltere ve İsrail'in dışında, biz Müslümanların parçalanmışlığından istifade edecek hiç kimsenin olmadığına inanır.
Akif, vahdet anlayışına delil olarak, başta Şehid İmam Hasan el Benna olmak üzere Ezher ulemasının mezheplerin yakınlaştırılması için sarfettikleri çabaları, 2004 yılında Kerbela'da meydana gelen patlamalarda Sünni ve Şii alimlerin vahdet çağrılarını, patlamalardan sorumlu olarak düşmanı göstermelerini hatırlatır. Kerbela'daki olayların ardından Sünni ve Şii Müslümanların tek vücut olduklarını söyler ve bunun örnek alınması gereken bir duruş olduğuna inanır.
f. Sorunların Temelinde Cehalet Var
Şii ve Sünnilerin bin yıldan fazla birlikte sorunsuz bir şekilde yaşadıklarına dikkat çeken Akif, bugünlerde Sünni ve Şiiler arasında yaşanan sorunların sebebinin, cehalet ve kültürel zaafiyet olduğunu söyler.
g. El Benna'ya Bağlılık
Mehdi Akif, vahdet düşüncesinde İmam Hasan el Benna'nın yolunu sürdürmektedir. Fethi Şikaki, el Benna'dan şöyle söz etmişti:
"Şehid İmam el-Benna da İslam düşmanlarının nüfuzunu kırmak için Şia ve Ehl-i Sünnet arasında vahdetin sağlanması için gayret göstermektedir. Bir gün Tilmisani, Üstadına Şia ve Ehl-i Sünnet arasında ne kadar ihtilaf olduğunu soruyor. Hasan el-Benna da düşmanların Müslümanlar arasındaki fitneyi alevlendirmek için çalıştığı dönemlerde, bu tip karışık meselelerle uğraşmanın doğru olmadığı cevabını veriyor. Tilmisani de sorusunun fitne değil, öğrenme amaçlı olduğunu, Şia ve Ehl-i Sünnet arasındaki farkların kitaplarda bulunduğunu fakat bu mesele hakkında tahkik etmeye zamanının olmadığını söylediğinde de Hasan el-Benna "İki taifenin de La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah dediklerini ve Müslüman olduklarını, pek çok ortak noktalarının bulunduğunu, ihtilaflarının ise ortadan kaldırılabilecek cüzi meselelerde olduğu" yanıtını veriyor."
Görüldüğü üzere, Akif'in özellikle Genel Mürşid olduğu dönemde fiili olarak hayata geçirdiği vahdet düşüncesini İmam Hasan el Benna'dan miras almıştır.
Akif, düşüncelerinin yeni olmadığını şöyle ifade etmişti:
"Bizim bu düşüncelerimiz yeni değildir. Uzun süredir bu düşünce üzereyiz. Biz, ittifak ettiğimizde Şiilerle yardımlaşırız. İhtilaf ettiklerimizde de birbirimizi mazur görürüz. Gerek Şiilerle gerekse dünyanın farklı bölgelerindeki diğer mezheplerle diyalog halindeyiz."
h. Şiiler ve Sünniler Bir Tek Ümmettir
Akif "Biz, İhvan-ı Müslimin olarak, Şii ve Sünni Müslümanların bir tek ümmet olduğuna inanmaktayız. Aynı Rabbe ibadet ediyorlar. Aynı peygamberin arkasından gidiyorlar. Müslümanların kitapları bir, kıbleleri birdir" demektedir.
2. Akif ve İran
İran'ın Filistin davası uğruna sarfettiği yoğun çaba ve batı dünyasına karşı tutumu Akif'in de İran'a karşı duruşunu şekillendirmektedir. Akif, İran'a bakışını şöyle değerlendirmektedir:
"İran, bir İslam ülkesidir. Kendisini, düşmanlarına karşı geliştirmeye çalışmaktadır ve büyük mesafeler kat etmiştir. Batı ile mücadelesinin sebebi ne? Batının, kendisi için öncelikle tehdit unsuru olduğu için İran üzerinde gücü ile baskı oluşturmak istemesi, İran'ın ise şerefini, onurunu, halkının ve ümmetinin menfaatini korumak için bu baskıyı reddetmekte olduğu doğru değil mi?"
a. İran'ın Yayılmacılığı Tehlikeli mi?
İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi Muhammed Mehdi Akif, bölge ülkelerinin İran'dan duydukları korkunun ve bölgede bir "Şii yayılmacılığı" tehlikesinden endişe edilmesinin yersiz olduğunu düşünmektedir.
Bu tür söylem sahiplerinin boş tartışmalara girdiğini kaydeden Akif, İslam Konferansı örgütü içerisinde Şii İran'ın dışındaki 55 ülkenin Sünni olduğunu hatırlatarak "Şii yayılmacılığı" diye bir tehlikenin söz konusu olamayacağını ifade ediyor, bu tür tartışmaların sebebinin bölgedeki ve dünyadaki tek Şii devlet olan İran ile diğer devletler arasındaki siyasi ihtilaflar olduğunu savunuyor.
"İKO'da 56 Sünni ülke var. O halde dünyadaki tek Şii devlet olan İran'dan neden endişelenelim?" diyen Akif, İran'ın yayılmacılığından endişe edilmesini haklı gösterecek tek bir gerekçenin bile olmadığını söylemektedir.
İran'ın tıpkı İsrail gibi Arap dünyası için tehdit teşkil ettiğini savunanlara da karşı çıkan Akif "İran ne İslam ülkeleri ne de Arap ülkeleri için tehdit teşkil eder. Arap dünyası için asıl tehdit İsrail ve Amerika'dır. İran'ın kazanımları ve projeleri ise İslam ve Arap dünyasının kazanımlarına eklemlenir" diye konuşmuştu.
b. Akif ve İran'ın Nükleer Silahı
Kuveyt'te yayınlanan an Nahar gazetesine konuşan Akif, Amerika, İsrail, Hindistan ve Pakistan'ın nükleer silaha sahip olduğunu belirterek "Nükleer program, maksatları nükleer silah üretmek de olsa İran'ın hakkıdır. İran'ın buna neden hakkı olmasın ki?" dedi.
Akif, konuyla ilgili açıklamasını şöyle sürdürmüşü:
"İran, nükleer silah yapmayı da hedeflese bu onların hakkıdır. Amerika'da nükleer silah var. Pakistan'da, İsrail'de ve Hindistan'da da var. İran da tam egemenliğe sahip bir ülke. O halde neden dilediği her şeyi yapamasın. Nükleer enerji sahibi bir İran'ın Körfez için tehdit oluşturacağı iddiasına gelince.. Pakistan, Körfez'e İran'dan daha yakın değil mi? Bu durum Hindistan için de geçerlidir. İran'ın yayılmacılığından yana endişe etmekse çok yersiz. Çünkü İslam Konferansı Örgütü'nde yer alan 56 tane devlet var. Neden bu korku? Oysaki İran, Şii dünyasında sadece bir tane devlet. Hasan Nasrullah Şii değil mi? 2006 yılında İsrail'e karşı savaşında insanlar Nasrullah'ı desteklemediler mi?"
c. İran Filistin Davasını Kullanıyor mu?
İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi Muhammed Mehdi Akif, Gazze savaşındaki duruşlarından ötürü İran, Suriye ve Katar'a teşekkür ederek, savaş sırasında takip ettikleri stratejiden ötürü bu ülkeleri takdir ettiğini açıklamıştı.
El- Hayat gazetesine verdiği demecinde Akif, Katar, İran ve Suriye'nin kendi çıkarlarına ulaşmak için Filistin davasını suistimal ettiği yönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirterek, bu üç devletin direniş eksenini oluşturduğunu ifade etmişti.
Hamas'ın İran'a tabi olduğu şeklindeki iddialara da şiddetle karşı çıkan Akif "Filistin halkına hizmette İran'ı niçin yalnız bıraktınız? Niçin sizler yardım etmediniz? Sizler neredesiniz" diye sormuş, Mısır'ı da ambargoya destek olmakla suçlamıştı.
3. Akif ve Irak
a. Çatışmaların Sebebi Mezhebi Değil Siyasidir
Şii ve Sünniler arasında şiddetli çatışmaların yaşandığı İslam ülkesi, Irak'tır. Bazı Şiilerin, isimleri Ömer ve Ayşe olanları katlettiği, Sünnilere ait olan camileri yerle bir ettiği ileri sürülmekte. Şii kaynakları da aşırı Sünni olarak nitelediği bazı Iraklıların kendi camilerini hedef aldığını, Şiileri katlettiğini söylemekte. Ilımlı olarak bilinen selefiler de yine aşırı olarak niteledikleri selefilerin kendilerini katlettiğini, camilerine saldırdığını gündeme getirmektedir. Özellikle Sünni dünyadaki bazı yazarlar, Iraktaki Sünnilerin Şiiler tarafından katledildiğini sürekli olarak gündeme getirirken, Şiiler tarafından bazı kaynaklar da aksi iddiaları ileri sürmektedirdir.
Mehdi Akif ise bu konuda farklı düşünüyor. Bu yüzden de eleştirilere maruz kalmaktadır yine. Akif, Irak'taki Şiiler ve Sünniler arasında fitnenin çıkmasından ve yayılmasından işgalci Amerika'nın sorumlu olduğunu inanmaktadır.
Akif, 11 Şubat 2007 tarihinde New York Times dergisinde yayınlanan mülakatında, şu ifadelere yer vermişti:
"Tüm bölgede fitne ateşini tutuşturmak isteyen işgalci Amerika, Irak'ın içinde de Şiiler ve Sünniler arasında iç savaş çıkarmaktadır. İhvan-ı Müslimin, Şii ve Sünnileri, Amerika ve İsrail'in fitne oyunları karşısında birbirlerine daha sıkı bir bağla bağlanarak düşmana karşı birleşmesi gereken tek bir ümmet olarak görmektedir."
Akif, Irak'ta yaşanan duruma da değinerek "ABD, Irak'ın pençesine düştüğü bu büyük musibetle yetinmemekte, bu ülkedeki durumdan hareketle Sünni ülkeleri Şiilere karşı kışkırtarak bundan yarar sağlamaktadır. Şiileri, Ehl-i Sünnet'in düşmanı olarak tanıtmakta, Şia'nın Sünnilerin güvenliğini tehdit ettiğini söyleyerek tüm Sünnilerin ABD ve İsrail bayrağı altında bu mezhebe karşı saf tutmasını sağlamaya çalışmaktadır" diye konuşmuştu.
Irak'ta yaşananlar karşısında Mehdi Akif, Sünni ve Şiileri "tek bir ümmet" olarak gördüğünü söylemiş ve İslam'ı yok etmeye çalışan Siyonistler ve Amerikalıların planlarına karşı birlik olmaları çağrısında bulunmuştu.
2005 yılında Kazimiye'de Şiileri hedef alan bombalı saldırıları da kınayan Akif, tüm Sünni ve Şii Müslümanları, Amerikan işgaline karşı mücadeleye çağırmıştı.
2006 yılında Irak'taki "Müslüman Alimler Birliği"ne ve Şii otoritelere seslenen Akif, mezhebi anlayışın üstünde "İslam kardeşliği kültürü"nü Iraklılar arasında yaymalarını istemişti.
Akif, 1940'lı yıllarda başlatılan takrib çalışmalarının ilkelerinden birisinin de İslam'ın emri olan, Müslüman'ın kanını haram görmek olduğunu söyler, Irak'taki Müslümanlar arasında sahih İslami düşüncenin yayılmasını önerir.
b. Akif ve Mukteda Sadr
Akif, bir dönem Amerika'yla Mehdi Ordusu'nun arasındaki çatışmaların şiddetli olarak yaşandığı Necef kuşatmasında da, Irak halkından Mukteda es Sadr'ı desteklemelerini istemişti. Tabi bu çağrısı, içerden ve dışarıdan bazılarınca 'Şia'ya destek sunuluyor' şeklinde yorumlanmış, bazı tepkiler almıştı.
Akif, konuyla ilgili değerlendirmesinde "Ben hak ile beraberim. Kişinin Şii ya da Sünni olup olmaması benim için önemli değildir. Benim ofisime istişare etmek için Şii de gelir Sünni de. En başta da söylediğim gibi ben dünyanın her yerinde direniş ile beraberim. Onurlu bir direnişi, mezhebi kimliğinden ötürü sahipsiz bırakmamız beklenemez" demişti.
Mukteda Sadr yanlılarının işlediği ileri sürülen katliamlar hakkında Akif "Irak'ta meydana gelen olayların sebepleri mezhebi değil siyasidir. Biz yıllardır Şiilerle beraber yaşıyoruz. Mezheplerimiz farklı fakat akidemiz aynı. Aynı Rabb'e iman ediyoruz" demiştir.
c. Irak'taki Saldırıların Arkasında İran Değil Siyonistler Var
Irak'taki katliamların arkasında İran'ın olduğunu ileri sürenlere de sert tepki gösteren Akif, "iddialara değil gerçek düşmana yani Amerika'ya bakılmasını" istemiştir: "Kesinlikle hayır!. Kim diyor bu katliamları işleyenler İran tarafından destekleniyor. Bunu destekleyenler düşmanlarımız olan işgalcilerdir. Bir Müslüman'ın diğer bir Müslüman'ı katletmesi doğru değildir. Bu tür iddialara değil gerçek düşmana bakın. Gerçek düşman, bu tür katliamlardan istifade eden Siyonistler ve Amerika'dır."
4. Akif ve Hizbullah
Akif, "Bizler aynı Rabb'e iman ediyoruz. Kitabımız aynı, Peygamberimiz aynı" düşüncesini, sıra Hizbullah'a gelince de söylemektedir.
Hizbullah'ın Şii bir hareket olmasından ötürü sakıncalı görülmesine karşı çıkan Akif, 2006 Temmuz savaşı günlerinde "Hepimiz, tek bir ümmetiz" demişti.
Lübnan-İsrail savaşı sırasında Akif, 10 bin savaşçısını Lübnan'da Hizbullah saflarında savaşmaya göndermeye hazır olduğunu söylemişti. Bu duruşunu sonuna kadar koruyan Akif, bir yıl sonra neden bu açıklamayı yaptığını şöyle açıklayacaktı:
"Evet, Temmuz harbinin başlarında el Cezire'ye yaptığım bir beyanatımda 10 bin gönüllü İhvan gencini gönderebileceğimi ilan etmiştim. Şimdi de ilan ediyorum ki şayet Mısır, sınırları kapalı tutmazsa 10 bin değil, 100 bin gönüllü de gönderirim. Nasıl ki Filistin'de Siyonistlerle, ülkemizde de İngilizlerle savaştık, orada da savaşırız. Bundan da onur duyarız."
Akif, bu açıklamasına da büyük tepki almıştı. Bu tepkilere karşı, Musa'nın kavminin "Sen ve Rabb'in gidin savaşın. Biz oturacağız" sözünü hatırlatarak "Biz öyle demedik, dedik ki "Biz de sizinle birlikte savaşa hazırız. On binlerce savaşçıyı gönderebiliriz" diyecekti.
Hizbullah'a desteğinin garipsenmesine karşı da "Biz, İhvan-ı Müslimin olarak, Şii ve Sünni Müslümanların bir tek ümmet olduğuna inanmaktayız. Aynı Rabb'e ibadet ediyorlar. Aynı peygamberin arkasından gidiyorlar. Müslümanların kitapları bir, kıbleleri birdir. Hizbullah'ı destekledim. Şimdi de destekliyorum. Ve çok acıdır ki Arap dünyasında sadece biz destekledik"İslam'da Şii de ve Sünni de aynı ahlakla ahlaklanan, aynı şiarları gerçekleştiren ve aynı kıbleye yönelen ortak akide ashabıdır" yanıtını vermişti.
Al-Vatan al-Arab'a verdiği demeçte Akif, "İsrail'e karşı verilecek savaş Şiilerle ittifakı gerektiriyor. Biz Lübnan Hizbullah'ının sancağı altında savaşıyoruz. Hizbullah, düşmana karşı direniyor. Bunda da başarılı oluyor. Bana göre Hizbullah; İsrail, Amerika ve bu ikisi ile yardımlaşan güçlere karşı da zafer kazandı" demişti.
Hizbullah'ın İslam ümmetindeki imajını zedelemek isteyenlerin Hizbullah aleyhinde ortaya attıkları iddialara da karşı çıkan Akif, Hizbullah'ın İran'ın çıkarlarını gözettiği, İran'ın planlarını uyguladığı iddialarını da yalanlayarak; bu tür iddiaların İslam ümmetinin düşmanları tarafından gündeme getirildiğini söylemişti.
Akif "Hizbullah tıpkı Filistin direnişinin yaptığı gibi emperyalist güçlerin koruduğu İsrail'e darbe vurmaktadır" demişti.
Akif'e göre Hizbullah, tüm beklentilerin de ötesinde bir zafere imza attı. Akif "Hizbullah'ın Amerika ve siyonist saldırılar karşısında bir ay hatta daha fazla süreyle direnmesini kim düşünebilirdi? Siyonist düşmana ait kaç tankı hedef aldı ve yok etti? İsrail-Arap çatışma tarihi süresince Arap orduları İsrail'i vuramadı. Fakat Hizbullah, bütün bunları yaptı. Bütün ümmetin Hizbullah ile beraber savaşması vaciptir" diye konuşmuştu.
3. Eleştirilerin Merkezindeki Akif
a. Akif, Mısır'a İhanet Etmiştir
Muhammed Mehdi Akif'in vahdet düşüncesinden rahatsız olanlar, Akif'i ihanetle suçladılar. Bunlardan birisi de Andusamuel Faris'tir. Akif'i İran'ın kuklası olmakla suçlayan Faris, ülkesine ve halkına ihanetle itham etmekten geri durmamıştır.
Üstelik bu suçlamalar, Gazze'ye bombaların yağdığı 22 gün süresince daha da şiddetlenmişti. Çünkü Akif, Filistin'e kapılarını kapatan Mısır rejimini eleştiriyor, halkı protesto etmeye davet ediyordu.
Akif'i İran'la ilgili düşüncelerinden ötürü şiddetli bir şekilde eleştirenlerin daha çok Mısırlı olmaları da eleştirenler üzerindeki şüpheleri artırmaktadır.
b. Tarık Hamid'in "Ayetullah" Nitelemesi
Başka bir yazar, Tarık Hamid de Akif'e şiddetli tepki gösteriyor ve İran'ın bölgedeki yayılmacılılığının ve nükleer güce sahip olmasının bir tehdit oluşturmayacağına olan inancını şaşkınlıkla karşıladığını söylüyordu.
İran'ın bölgede yayılmacılığının istikrarsızlığın hakim olması anlamına geleceğini söyleyen Şarkul Avsat yazarı Hamid, "Ayetullah Akif" başlıklı yazısında "Akif, nasıl olur da istikrar ve huzur istemezken İran'ın yayılmacılığını ister?" diye sormaktan çekinmemişti.
Tarık, İran'ın yayılmacılığını kabul eden Akif'in İhvan-ı Müslimin düşüncesinin üzerine toprak attığı değerlendirmesinde bulunmuş, Akif'in bu duruşunun bölgemiz açısından tehlike oluşturduğunu iddia etmişti.
c. Nasıl Olurda Akif Böyle Konuşur?
Akif'i eleştiren isimlerden birisi de Muhammed Sibani'dir. Sibani, Akif'e karşı yazdığı reddiyesinde "Şiiler de bizler gibi aynı Rabb'e inanır" gibi Akif'in Şiileri Müslümanlar sınıfında değerlendiren sözüne odaklanarak Akif'i eleştirir.
"En cahil bir öğrencinin dahi, Şiilerin akaidinin batıl olduğunun farkında olduğunu" söyler. Sibani'ye göre: Şiilerin akaidi şirke delalet eder" hatta bazıları İslam sınırından çıkarır mahiyettedir. Akif'in meşru bir İslam mezhebi olarak kabul ettiği Caferi mezhebinin yalan haberler üzerine bina edildiğini, Şiilerin sahabelere sövdüğünü, akidelerinin bozuk olduğunu, Kuran'da tahrife gittiklerini söyler.
Sibani, Akif'in Irak ve Lübnan'da yaşananların sebebinin mezhebi olmadığına inanmasına da tepki gösteriyor ve İhvan'ın bütün bu düşüncelerinin yeni olmayıp çok eskilere dayandığını belirtiyor.
Sibani, Akif'in sadece İranlılara karşı yaklaşımını değil, aynı şekilde sufilere karşı olan yaklaşımını da eleştirmektedir.
d. Akif, Dostla Düşmanı Ayıramıyor
İktidar partisi Vatan'ın okları da Akif'e doğru çevrilmiştir. Partiden Dr. Cihad Avde, Akif'in İran'la ilgili açıklamalarından ötürü "Öyle görünüyor ki Akif, doğruyla yanlışı, dostla düşmanı ayırt edemiyor" diyerek, İran'ı düşman sınıfına koyduğunu gösteriyor. Bu hesaba göre İsrail Mısır'ın dostu oluyor.
Akif'i bir çok zaman Mısır rejimine karşı isyan ettiren de Mısır'ın bu duruşudur zaten. İsrail ile dost olurken, İran'a ve Hamas'a düşman olmasıdır.
Dr. Avde, Akif'in İran hakkındaki açıklamalarının çok da şaşkınlıkla karşılanacak bir durum olmadığına inanıyor. Çünkü Dr. Avde'ye göre "Hamas için İran tarafından destekleniyor deniliyor!"
2010 yılında genel mürşitlik görevine son verecek olan Akif, düşmanların sinsi planlarına karşı Müslümanları birlik olmaya çağırarak, fitne akımlarına kapılmama konusunda uyarmaya devam etmektedir.
İhvan-ı Müslimin Genel Mürşidi Üstad Muhammed Mehdi Akif İslami Vahdetin ümmet çapında tesisi amacıyla kendi çapında ortıya koyduğu çabaların yanında İslami İslam dünyasının önde gelen alim ve önderlerinden de, güçleri nispetinde, müslümanların kalplerinde birbirlerine karşı taşıdıkları kini ve öfkeyi çıkarıp atmak, Şii veya Sünni bütün müslümanlar arasında "İslami kardeşlik" duygularını canlandırıp güçlü bir İslam birliği ve evrensel İslam cephesi oluşturmak için çaba sarfetmelerini istemektedir.
İsa EREN, İsra Haber Genel Yayın Yönetmeni
isra haber