İlham’a İnanan Vahye Neden İnanmaz
Merhum Ebûl-Alâ el-Mevdûdi, bu eseri ömrünün son günlerinde kaleme aldı. Bu eser, başlangıcından bu yana süre gelen küfre karşı Tevhid mücadelesinin hurafelerinden arınmış olarak derinliğine anlatımıdır.
Vahiy" kelimesi Arapçada işaret etmek anlamına gelir. Başka anlamları da, "birinin kalbine bir şey ilkah etmek, gizli bir şekilde bir meseleyi anlatmak veya mesaj vermektir. Sözlük anlamı, "süratli işaret" veya "gizli işarettir. Yani öyle bir işaret ki bunu sadece görmüş olan kişi anlayabilir, başkaları anlayamaz. Genelde kavram olarak hidâyet veya doğru yolu göstermektir. Öyle bir hidâyet ki, bir yıldırım gibi Allah-u Teâlâ'dan bir kulunun kalbine düşer.
Cenab-ı Allah'ın bir insanın yanına gelmesi veya bir insanın O'na gitmesi veya O'nunla karşılıklı konuşması düşünülemez. O Gâlip ve Hakim'dir. İnsanların hidayeti için herhangi bir kuluyla temas kurmak istediği zaman, iradesine herhangi bir şey mâni olamaz. Bu sebeple, kendi hikmetiyle, bu işi vahiy yoluyla yapmayı tercih eder.
"Vahiy" kelimesi artık sadece peygamberlere Cenab-ı Hak'tan gelen kelâm için kullanılıyor. Fakat Kur'an-ı Kerim'de bu kelime veya terim yalnızca bu anlamda kullanılmıyor. Meselâ, göklerde bütün düzenin vahye göre devam ettiği belirtilir (Hâ-mîm). Yeryüzüne de vahiy geliyor, ki bu işareti alır almaz, dünyamız kendi fonksiyonunu icra ediyor (Zilzâl). Meleklere de vahiy iner. Buna göre işlerini yapar, görevlerini yerine getirirler (Enfâl). Hatta, arıya bile bütün işleri vahiy (doğal eğitim) yoluyla öğretilir. Bu hususta Nahl Sûresi altmış sekizinci ayete bakılabilir. Ve vahiy sadece arılarla sınırlı değildir. Balık yüzmeyi, kuş uçmayı ve yeni doğan bebek süt içmeyi de Allah'ın vahyiyle öğreniyor. Ayrıca, bir insana, düşünce ve incelemeden sonra sağduyusuyla karar verme ve yolunu tayin etme kabiliyet ve selâhiyeti de vahiy ile veriliyor (Kasas). Ve bu vahiy'den hiçbir insan mahrum değildir. Dünyamızda şimdiye dek ne kadar keşifler yapılmış, yararlı icâdlar yapılmış, yararlı işler yapılmış ve ne kadar çok düşünür, filozof, bilim adamı, fâtih, hükümdar ve yazarlar eserler ortaya koymuş veya başarılar kazanmışsa, hepsinde vahyin rolü olmuştur. Bu iş sadece büyük insanlara mahsus değildir. Çok yakın çevremizde de bu gibi olaylara tanık oluruz, sıradan bir insanın, aniden aklına gelen bir düşünce, veya rüyasında gördüğü bir olayın, çok uzun zaman geçmeden doğrulanıverdiğini görürüz. Bu tür meydana gelen olayların kaynağı, ilâhî ilham, başka bir deyimle vahiydir, işte bütün bu vahiylerin bir çeşidi var ki, sadece peygamberler bunlardan istifade edebilir, veya sadece onlar için nazil olur. Bu vahiy, diğer vahiylerden farklı özellikler taşır. Böyle bir vahiy ilgili peygambere tamamıyla bilinçli bir biçimde gelir ve kendisi Kâdir-i Mutlak tarafından yönetildiğini derhal anlar. Bu vahyin, Allah'tan geldiğine inancı tamdır. Bu tür vahiyler Allah'ın çeşitli emir ve talimatının yanı sıra, kanun ve usullerini de kapsar. Bu vahyin indiriliş sebebi de, insan soyuna Allah'ın doğru yolunu göstermek ve onu kurtuluşa erdirmektir.
Vahiylerin bir çeşidine tabiî veya içgüdüsel vahiy denilir. Bununla Allahu Teâlâ her yaratığa yapması gereken işi öğretir. Bu vahiy insanlardan çok hayvanlar ve bunlardan da çok, bitki ve maddelere aittir. Vahyin ikinci çeşidine cüz'i vahiy denilir. Bununla, Allah hazan kendi kullarından birine hayat meseleleri veya herhangi bir hususta fikir, bilgi veya hidâyet sağlamış olur. Bu vahiy hemen hemen her gün ve her zaman bazı insanlara gelir. Dünyada birçok keşif ve icadlar bunun sayesinde olmuştur. Büyük bilimsel buluşlar varlıklarını bu vahye borçludurlar. Akıl almaz tarihi gelişme ve olaylarda bu vahyin rolü olmuştur. Bazen kritik bir anda bir kişinin aklına yepyeni bir fikir gelir, birden tarih ve medeniyetin akışı durur. Benzeri bir vahiy Hazreti Musa'nın annesine gelmiştir. Yukarıda anlattığımız vahiylerin iki çeşidinden çok farklı bir vahiy daha var ki, bununla Allah, kullarından bazısına gaybın bütün gerçeklerini anlatır. Allah bu vahiyle hayat düzeni hakkında gereken yol gösterici talimatı verir ve diğer insanların hidayeti için onlara iletilmesini ister. Bu vahiy peygamberlere mahsustur. Kur'an-ı Kerim'den anlaşılacağı gibi, adı ister "ilkâ" ister "ilham", "keşif veya "vahiy" olsun, bu tür bilgi Rasûl ve Nebi'lerden başkalarına verilmez. Ayrıca bu ilim ve bilgi peygamberlere öyle verilir ki, bunların Allah'tan geldiğine, bunlara şeytanın hiç karışmadığına ve de kendi fikir, görüş hayâl ve arzularından soyutlanmış olduğuna iyice inanırlar. Bunun dışında, bütün vahiy aynı zamanda şeriat delilidir de. Buna uymak her insan için farz olup, peygamberler bunu, başka insanlara ulaştırmak ve kulları Allah'a davet etmek için de görevlendirilmişlerdir. Aynı vahiy ile kurtuluş yolu açılır ve bundan sapmak hüsrana uğramak sonucunu doğurur.
Peygamber'lerin dışında başkalarına bu tür bilginin, çok küçük bir bölümünün nasip olduğunu düşünsek bile, bu, önemi çok az bir işaretten öteye gitmez. Bu öyle bir işarettir ki, onu anlayabilmek için peygamberlerin vahyine gerek vardır. (Yani Kur'an ve sünnet'in yardımıyla bunun doğru olup olmadığım belirlemeye ve doğruluğu belirledikten sonra da yönü ve amacını tespite gerek vardır), ilham'ı kendi başına bir hidâyet yolu sayan ve peygamberlerin vahyi’ne göre doğruluğunu ölçmeyip buna kendi uyan ve başkalarının da uymasını isteyen birinin hareketleri şeriat açısından tasvip edilemez. Kur'ân-ı Kerim'de bu gerçek çeşitli yerlerde açık açık anlatılmıştır. Özellikle, Cin süresinin son âyetlerinde bu husus apaçık ortaya konmuştur.
"O gaip'ten haberdâr'dır. Kendi gaybından başkalarını haberdâr etmez. Fakat gaip'ten haber vermesi için seçtiği Rasûl'ler bundan müstesna'dır. O, O'nun önüne ve peşine muhafızlarını görevlendirir, ki böylece Rabb'lerinin mesajlarını (İnsanlara) ilettiklerini öğrenebilsin. Ve O onların bütün çevrelerini kapsamına almış ve her şeyi tek tek saymıştır." (Cin; 26,27,28)
Burada iyice düşünecek olursak, ümmetini ıslah eden ve ıslah edilenlere, peygamberlerin keşif ve ilhamı gibi değil, bir çeşit ikinci derecedeki keşif ve İlham'ın verilmesinin hikmetini anlamış oluruz. Birinci derecedeki ilhamın verilmemesinin sebebi, peygamberler ile ümmetleri arasındaki farkın tek bu hususa bağlı oluşudur. Zaten bu fark da ortadan kalkarsa, ikisi bir olur. Bunun ikinci sebebi de peygamberlerden sonraki hidayet silsilesini sürdürmektir. Nebi'lerden sonra davalarını sürdürmek isteyenler doğru yolun izlenmesi konusunda Allah'ın yardımına muhtaç olurlar, bunlar vahiy ile yollarını bulurlar. Aslında bu kolaylık bilinçsiz olarak her samimi ve sağduyulu din hizmetçisine ihsan edilmiş olur, ama birine de bu bilinç verilirse, bu mutlaka Allah'ın bir mükâfatıdır.
Not: Yukarıdaki pasaj değerli âlim Seyyid Ebu Ala el Mevdudi'nin TARİH BOYU TEVHİD MÜCADELESİ VE HZ. PEYGAMBERİN HAYATI isimli eserinden iktibas edilmiştir
Kaynak: