Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

İnşallah

Siyasiler, iş adamları, öyle şeyler söylüyorlar ki, konuşurken mangalda kül bırakmıyorlar. Sanırsın göklerin hazinesinin anahtarı onların elinde, göklerin ordularının komutası da kendilerinde.. Kendileri peygamberler soyundan mucizeler gösterecek, kerametleri ile insanları hayran bırakacaklar. Çevrelerine topladıkları ise hepsi kurmay! Oysa kimi siyasilerin vadettikleri şeyler peygamberlerin dahi hepsine birden sahip oldukları bir şey değil. Dikkat! Hz. Yusuf, 7 yıl bolluk, 7 yıl kıtlık olacağını doğrudan kendi söylemiyor. Firavunun rüyasını yorumlarken, rüyada gizli mesajı açıklıyor. Süreci yönetirken, “ben peygamberim o kıtlığı da dua eder kaldırırım” demiyor. Tedbir öneriyor.

Hz. Musa olmazı olduruyor: Allah’ın yardımı ile, denizi geçiyorlar. Ama on günlük düz yolu 40 yılda zor geçiyorlar. Denizi geçtik, düz ovada on günlük yolumuz var demiyor. Dememeliydi, demedi.

Tevrat’ı getirene, “Hızır” (onlara selam olsun), ben senin bilmediğin şeyleri biliyorum ve göreceklerini anlamakta ve dayanmakta zorlanabilirsin diyor. Hüdhüd kuşu da Hz. Süleyman’a “ben senin bilmediğin şeyleri öğrendim” demedi mi? Rüzgara emreden, Karıncalarla konuşan o Süleyman (ona salat ve selam olsun) Saba melikesi Belkıs’ın tahtını “kim getirecek” diye sorduğunda bir ifrit, bana müsaade et hemen getireyim” dedi. Niye kendi getirmedi. İlim sahibi zat da “buyurun” dedi. Allah kime ne verdi ise o ona sahip. Ve nimetin de beraberinde gelen emanet olarak ve imtihan. Vesilesi olan bir sorumluluğu var.

Resulullah’a gayrimüslim birileri gelip, Ashabı kehf’in kaç kişi oldukları konusunu Resulullaha sordular. Cebrail’in kendine bu konuda bilgi getirmesini umarak, yarın gelin söyleyeyim dedi. Bunu derken “inşallah” dememişti. Beklediği cevap o gün gelmedi Ayet geldi. “Allah’ın dilemesine bağlamadıkça (inşallah demedikçe) hiçbir şey için ‘Bunu yarın yapacağım.’ deme.” (Kehf, 18/23-24) (…) “Allah kimi doğru yola erdirirse, işte gerçekten doğru yola ermiş kimse odur. Kimin de yoldan sapmasına fırsat verirse, artık sen ona doğru yolu gösterecek bir yardımcı bulamazsın”(Kehf 17). İnsanlar, bu kıssanın verdiği dersler üzerinde düşünecekleri yerde: “Onlar üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler. “Beş kişidir, altıncıları köpekleridir” diyecekler. Bunların yaptıkları gaybı taşlamaktan ibarettir. Bir grup da: “Onlar yedi kişidir, sekizincileri köpekleridir” diyecekler. De ki: “Rabbim onların sayısını daha iyi bilir. Zâten onlar hakkında doğru bilgi sahibi olan çok az insan vardır.” O halde onlar hakkında Kur’an’da haber verilen açık delillerin dışında kimseyle tartışmaya girme ve onlarla ilgili olarak hiç kimseye bir şey sorma!” (Kehf 22) “Hiçbir şey hakkında: ‘Ben yarın mutlaka şu işi yapacağım’ deme. Ancak: “İnşallah; Allah izin verirse yapacağım” de. Bunu söylemeyi unuttuğun zaman Rabbini hatırla ve: “Umarım ki Rabbim beni bundan daha yakın bir vakitte dosdoğru ve güzel bir başarıya eriştirir” de. (Kehf 23-24). Yine bir kısmı: “Onlar mağaralarında üç yüz sene kaldı” dediler; bir kısmı da buna dokuz sene daha ilâve ettiler. De ki: “Onların ne kadar kaldığını en iyi Allah bilir. Çünkü göklerin ve yerin gaybı Allah’ın elindedir. O ne kadar güzel görür, ne kadar güzel işitir. İnsanların Allah’tan başka hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur. Onun aslını ancak Allah bilir. Bazı şeyleri demek ki bilmememiz gerekiyor. Ruh’un mahiyetini de mesela biz hiçbir zaman tam olarak bilmeyeceğiz. Allah, hükmüne ve hâkimiyetinin icrâsına hiç kimseyi ortak etmez. (Kehf 25-26). Ayet kesin bir rakam vermiyor. Ve Allah’ın kesin bir bilgi vermediği bir konuda insanların zanna tabi olarak kendi aralarında tartışmaları kınanırken, müfessirler, gerçekten iman edenlerle, kalplerinde hastalık olanların bu tür geçmiş ve gelecek hakkında kesin bir bilgi olmadığı halde tartışarak zanna tabi olmaları sonucu tartışmakta, tefrikaya düşerek sapmaktadırlar. Bu durum bugün dünyada siyasi, ideolojik, etnik çatışmalara sebeb olmaya devam etmektedir.

Allah zalimlere de güç, servet ve imkan ve iktidar verebilir. Allah servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirir, çevirir. İnsanları ve toplulukları, malları, canları ve sevdikleri ile kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan eder. Bu konu iktidar ve güç sahiplerinin kendi ellerinde değil. Zalimlere servet ve iktidar vermesi 3 sebeb’le olur. Zalim bir topluluğa karşı başka bir zalim topluluğa güç ve imkan verip, onları birbiri eliyle, bazılarını, bazılarına musallat ederek, hem onlara karşı gazab etmiş olur, hem de onların şerrinden zayıf toplulukları korumuş olur. Yani Allah’ın bazılarına servet ve/veya iktidar vermesi, ikram değil, gazab sebebidir. Bu gün İsrail’in Gazze’de yaptıklarını hatırlayın. Allaha ve ahiret gününe, gaybe iman edenler için Gazze’de yaşananları ecel, rızık, kader ve şehadet inancı ile düşünürseniz, kazanan ve kaybedenlerin göründüğü, bize gösterilmek istendiği gibi olmadığını göreceksiniz.

Ya da Allah o iktidar ve servet sahiplerini mazlumlara musallat eder ki, Allah onların eli ile o zalimleri cezalandırsın ve mazlumlara yardım etsinler. Burada da hem zalimler cezalandırılıyor hem de Müslümanlar Allah’ın yardımı ile Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi oluyorlar.

3.halde ise, Allah zalimleri Müslümanların, mazlumların başına musallat ediyor ki, eğer onlar Allah’ın ipini bırakmış, dünya zevk menfaat, iktidar ve servetinin, heva ve heveslerinin peşinde koşup, konformist bir hayat yaşamaya başlamışlar, mütrefinler’den olmuşlarsa o zalimlerin eli ile onları cezalandırsın. Dikkat! Ayet bize “insanların çoğu hüsrandadır der.. Çokluk ve çoğunluk peşinde koşanlar “Tekasür suresi”nde kınanır. “Vel asr” da Allah (cc) çoğunluğun hüsranda olduğunu / olacağını söyler ve kurtuluşa erenleri ise istisna olarak sayar. Onlar, İman edenler, ameli salih olanlar, sabredenler ve sabrı tavsiye edenlerdir. Çoğunluğun desteğini almak için onların arzularını yerine getirmek için, istisna olarak sayılanların dışlanması, baskılanması Allah’ın gazab vesilesidir. Eğer o zalimlere süre/mühlet veriliyorsa, bu insanların akıllarını başlarına toplamları sadece Allaha güvenerek zalimler topluluğu karşısında susanlardan olup, hayır diyememelerinden dolayıdır.

“İnşallah“ demek sadece bir kelimeyi hatırlayıp onu telaffuz etmek demek değildir. Dil ile ikrar ettiğiniz şeyi kalp ile tasdik etmek gerekir. Ve ayrıca bir farkındalık ve sorumluluk boyutu vardır bu işin. İstenen işin gerçekleşmesi konusunda Allah’ın rızasının olup olmadığının akledilmesi gerekir. O şeyin gerçekleşmesinin Allah’ın iradesine bağlı olduğunun, bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır olabileceğinin bilinmesi ve bu konuda Allah’ın rızasının istenmesinin gerektiğinin düşünülmesi gerekir. Biz fatiha da günde 40 kez, aslında Allah’ın huzurunda fatiha’yı okurken bunu söylüyoruz. Allah’ın (cc) bize hakkı Hak, batılı batıl göstermesini, Hakta toplanmayı nasib etmesini istiyoruz. Sonra da “dua eder gibi” yaparak, kendi arzularımızın yerine getirmesini istiyoruz. Bu konuda Allah’ı ikna etmeye çalışıyoruz, hal ve hareketlerimiz, sözlerimizle. Ve sonuç, dua ile istenen belaya dönüşüyor. İşlerimizin bereketi de olmuyor. Sözlerimiz de etkisini kaybediyor.. Ama dil ile ikrar ettiğimiz bu şeyin bırakın kalben tasdiki, söylediğimiz sözün anlamını bile bilmiyoruz ki, o ahlakla ahlaklanıp ve ona göre davranalım.

Namazdan çıkıp sonra yapacağız-edeceğiz, “laf ile aleme binlerce nizamat” veriyoruz, kendi evimizdeki, işimizdeki, cemiyetimizdeki binlerce yanlışı görmezden gelerek. “Kol kırılıp yen içinde kaldığı için de, o kollar ya yanlış kaynıyor, insanlar çolak kalıyor, ya da kol kangren olup kesiliyor ve kolsuz kalıyor. Bakın siyasilerin, sermaye sahiplerinin çoğu ya çolak, ya da kolsuzdur, mecazi anlamda.

Aslında “Kişinin ‘İnşallah’ demesi imanın kemalindendir.” Resulullah “İnşallah demeyi unutunca ne olmuştu, tekrar hatırlayalım: “Müşrikler Resûlullah (s.a.s.)’e Ashâb-ı Kehf’in kimler olduğuna dair sual sordular. Peygamberimiz (s.a.s.) de “inşallah” demeyi unutup, sual hakkında vahyin mutlaka geleceği ümidiyle, “yarın size sorularınızın cevâbını bildireceğim” buyurdu. Fakat vahiy on beş gün gelmedi. Bu hem Efendimiz’in zor durumda kalmasına, hem de müşriklerin bir kısım dedikodularına sebep oldu. Sonra bu âyetler nâzil olarak “inşallah” demeden gelecekte herhangi bir şeyi mutlaka yapacağım demeyi yasakladı”. Sadece siyaset ve sermaye için değil, herkes için bir emir bu: Hiçbir şey hakkında: “Ben yarın mutlaka şu işi yapacağım” deme. Ancak: “İnşallah; Allah izin verirse yapacağım” de. Bunu söylemeyi unuttuğun zaman Rabbini hatırla ve: “Umarım ki Rabbim beni bundan daha yakın bir vakitte dosdoğru ve güzel bir başarıya eriştirir” de. Böyle demeyenlerin peşinden gitme, onların sözlerine , o yalan ve içi boş vaadlerine inanma, o yalanlara kanma! “Dün yaptılar, yine yaparlar, Dün kazandılar, yine kazanacaklar” deme! Hz. Yusuf, Hz. Musa örneklerini hatırlayın. Dikkat edin Şeytan ve Şeytanın dostları toplum mühendisleri, Troller, algıları yönetenler sizi/bizi Allah adını kullanarak, ya da sureti haktan gözükerek, ıslah edici elbisesi giyip bozgunculuk yaparak ya da kişisel ve grub menfaatleri, korku, umud ve beklentilerimiz üzerinden vaadlerde bulunarak aldatmasınlar. İnşallah akledenlerden, sabredenlerden, direnenlerden oluruz.

Dilerim bizler de, inşallah, ufukta görülmeye başlayan zafer işaretlerinin gerçekleşmesinin ardından tekrar, sermaye ve iktidar ihtirasına sahip partizanların çoğunun bugüne kadar düştükleri tuzağa düşmeyiz. Zira iktidarın ve servetin dönüştürücü gücü genelde, önce kendine sahip olanları dönüştürür. Mevcut İslam ülkeleri, yeni kurulacak ülkelere kötü örnek olmaz ve kendilerindeki benzer hastalıkları onlara bulaştırmazlar. Sorun Ümeyye Camii’nde namaz kılmak ya da Kasion dağında çay içmekten, ya da iç politikada algı oluşturmak için siyasi önderlerin kendi aralarında rekabete sebeb olan siyasi bir PR için çalışma vesilesi olmaktan çok daha öte bir anlam ve önem taşıyor. Namaz için yarışacağımız 3 Mescid bellidir. Mekke-i Mükerreme^de Kabe-i muazzama, Medine-i Münevvere’de Ranzai mutahhara ve Kudüs-ü Şerif’te Mescid-i aksa. İşin özünü kaybedip, konuyu siyasi Rant ya da daha sonra iç savaşta bir ülkenin halkı üzerinden ticari rand peşinde koşanların elde edecekleri menfaatın bereketi olmaz. Dünyada da ahirette de bu işler sonuçta gazaba dönüşür. Dilerim niyetimiz ve sözlerimiz, işlerimiz Allah’ın rahmetine vesile olur. Değilse zalimlerden oluruz. Dikkat, Esad’ın Şeytan’ı, kılık değiştirip bize rehberlik etmesin. Hz. İbrahimi bir duruşla, Hz.İsmaili bir sadakat, Anne olarak Hz.Haacerin imanı ile Şeytan’a karşı duralım. Nefsimize konuk olmaya çalışacak Şeytanları ve onun dostlarını taşlayalım! Selam ve dua ile.

CDC Bu Konuşmayı Duymanızı İstemiyor KENNEDY: “Otizmin maliyeti artık yılda bir trilyon dolar. Benim jenerasyonum, ben 70 yaşındayım, sen 60.” BECK: “Otizmli kimseyi tanımıyordum.” KENNEDY: “Hayır, çocukken kimseyi tanımıyorduk.” BECK: “Fıstık alerjisi olan kimseyi tanımıyordum.” KENNEDY: “Hayır. On bir kardeşim [ve] 70 kuzenim vardı – hiçbiri fıstık alerjisi yoktu. Yedi çocuğumdan beşinin alerjisi neden var? Bugün benim jenerasyonumdaki otizm oranı, şu anda, 2024’te, 70 yaşındaki her 10.000 erkekten biri otizmli. Çocuğumun jenerasyonunda, CDC’ye göre her 34 çocuktan biri. Her 22 erkek çocuktan biri. Kimse bundan bahsetmiyor mu? Bunlar ülkemizi iflas ettiriyor. Sadece otizm için yılda bir trilyon dolar harcanıyor… Kimse bunun neden olduğunu konuşmuyor?”

CIA, bir cinayeti doğal kalp krizi gibi gösterebilecek bir ateşli silah üretti. Buzdan yapılmış küçük bir ok, kurbanın vücudunu delecek, zehir salacak ve hızla dağılacaktı, bu yüzden otopside hiçbir şey ortaya çıkmayacaktı.

2024 itibarıyla Kenneth Copeland’ın net değerinin 300 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor. 2021’de Houston Chronicle, Copeland’ın net değerinin 750 milyon dolar olduğunu ve onu Amerika Birleşik Devletleri’ndeki en zengin papaz yaptığını bildirdi. Luka 18:25: İsa, “Bir devenin iğne deliğinden geçmesi, zengin bir adamın Tanrı’nın krallığına girmesinden daha kolaydır” der. Hiçbir papazın değeri 750 milyon dolar olmamalı.

mirathaber

Bu yazı toplam 156 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar