Selâhaddin Çakırgil
‘İnsan mı ekonomi içindir; yoksa ekonomi mi insan için?’
Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından 17 Mayıs günü yayımlanan ‘Dünyada İstihdam ve Sosyal Görünüm 2016’ raporuna göre ‘gelişmekte olan ülkelerde yaklaşık 2 milyar, gelişmiş ülkelerde ise 300 milyon kişi fakirlik sınırının altında yaşıyor. Ve, Avrupa’da da fakirlik artıyor.
ILO raporunda, 2030’a kadar orta ve aşırı derecede yoksulluğun ortadan kaldırılması için 10 trilyon dolara ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor. Bunun için de öncelikle uluslararası planda bir hak temelli’ yaklaşım geliştirilmesi vurgulanıyordu.
***
İki hafta önce de, İstanbul’da yapılan İş Güvenliği Konferansı’nda da Tayyîb Erdoğan şöyle diyordu, özetle:
‘Dünyada her yıl 160 milyon işçi, işle ilgili meslek hastalıklarına yakalanıyor. Bunların yüzde 98’i şayet gerekli tedbir alınsa, önlenebilir kazalardan kaynaklanıyor. Bu utanç verici manzaranın ortaya çıkmasının esas sebebi, insana yönelik çarpık bakış açısıdır. İnsanı sadece bir üretim aracı olarak gören mevcud anlayış, insan hayatını değersizleştirmektedir.
Bir fabrikanın üretim sürecinde makineyle insanı aynı değerde gören anlayışı kabul edilemez. İnsana bu şekilde yaklaşanlar üretim maliyetlerini düşürmek, kâr marjlarını artırmak için insan hayatını hiçe sayan adımları atmaktan elbette çekinmezler.. Bizim anlayışımızda, insan, ‘Homo-Economicus’ (ekonomik bir yaratık) değildir. İşçilerin ücretleri ve sosyal hakları kısıtlanarak, işçiyi iş kazaları ve meslek hastalarından koruyacak önlemleri almayarak, kazanç olmaz. O kazanç bizim değerlerimizde ‘HARAM’dır. Bu, kazanmak değil, ÇALMAK’tır. İşçinin hakkını gasbetmektir.
Biz insana makine gibi ham madde, sermaye gibi salt bir üretim aracı olarak bakamayız. Emek sömürüsünün önünü geçilmesi için öncelikle; insanı merkeze alan bir anlayışı iş hayatına hâkim kılmalıyız. (...)’
***
Sadece daha çok kazanmayı düşünen ve bu uğurda insanı dişlileri arasında öğütmekten kaçınmayan ‘vahşî kapitalizm’in korkunç mekanizması karşısında Tayyîb Erdoğan tarafından ve Cumhurbaşkanı sıfatıyla dile getirilen bu görüşler, en azından konunun hangi seviyede ilgi odağı olduğunu göstermesi bakımından son derece önemlidir, ama, üzerinde medyamız maalesef fazla durmadı. Çünkü, onlar için asıl önemli olan, günlük kısır politik çekişmeler..
***
Tayyîb Erdoğan’dan 10 gün sonra ise aynı konuya Katolik Kilisesi’nin ve katolik hristiyanların lideri Papa Francesco da değiniyor ve işçileri sömürenleri ‘kan emiciler’ olarak niteliyordu.
Papa Francesco, bir âyinde yaptığı konuşmada, işçilerin adaletsiz şartlarda çalıştırılarak sömürülmesinin “ölümcül bir günah” teşkil ettiğini belirtiyor; işçilerin emeğini sömürerek zengin olanları ‘kan emiciler’ şeklinde niteliyor ve İtalya’dan verdiği örneklerle şöyle diyordu:
‘Tüm dünyada aynı şey yaşanıyor ama bugün, buradaki durumu düşünelim.
‘Çalışmak istiyorum’ diyorsunuz. Sana bir sözleşme yapıyorlar. Eylülden Hazirana kadar. Ama emeklilik yok, sağlık sigortası yok... Haziranda sözleşme askıya alınıyor, Temmuz ve Ağustos’ta havayla besleneceksin. Eylül’de yeniden işe alıyorlar.
‘İster kabul et, ister etme. Kabûl edecek başkaları var.’
Bunu yapanlar gerçek kan emicilerdir, çalıştırarak köle hâline getirdikleri insanların çekilen kanıyla yaşıyorlar.
İnsanların sömürülmesi bugün gerçek bir kölelik sistemi teşkil ediyor. Biz artık köleliğin kalmadığını düşünüyorduk ama hâlâ var.
İnançlı biri, fakirlikten ve evsizlerden bahsedip de firavun gibi bir hayat yaşayamaz!.’
***
Evet, görülüyor ki dünyadaki bütün mustez’aflar/ (hakları gasbedilip zayıf düşenler) bir gerçek Hak ve adâlet kavramının arayışı içinde.. Bu arayışların pratik olarak hayata yansıtılması nasıl temin edilecek, asıl mes’ele bu..
stargazete