İran Üzerinden “İslam'ın İslam'la Savaşı”

İran Üzerinden “İslam'ın İslam'la Savaşı”

Amerika tarafında yer alan halktan kopuk rejimlerle İran arasında ortaya çıkacak bir çatışmanın Sünni-Şii kavgasına dönüştürülmesi hiç de zor bir operasyon değil.

Akif Emre-Yeni Şafak

İran üzerinden “İslam'ın İslam'la savaşı”
ABD başkanı Bush'un Ortadoğu gezisi sırasında ortaya çıkan çelişki saklanabilir olmaktan çıktı, hatta 'alışılmış bir görüntü' arz etmeye başladı. Bir zamanlar demokrasi ve insan hakları getirmeyi vaat eden Büyük Ortadoğu Projesinin mimarı alarak Bush'un gösterebildiği model Birleşik Arap Emirlikleri oldu. Bu amaçla bölgenin siyasi haritasından kültür haritasına kadar buraya ait özgün ne varsa her şeyi değiştirmeyi, kültürel kodlarıyla oynamayı, bilinç haritasını değiştirmeyi içeren bir strateji uygulayacaklarını açıklayalı çok oldu. Amerikan retoriği ile gerçekler arasındaki acı çelişkiye 'alışmış' olduğumuz için artık 'Bushovenizmi'ne yeterince dikkat etmiyoruz. Temel sorun, Bush'un siyasal miyopluğuna bağlanıp geçiştirilen büyük stratejinin trajikomik görüntülerine alışmaya başlamış olmamız.

Uluslararası hukuk alanında tanınmış isimlerden biri olan Richart Falk'un dün Zaman'da yayınlanan yazısındaki tespitleri, Bush döneminde uygulanan siyasetin hiç de miyopluk eseri olmadığı, çok daha büyük oyunun yansımaları olduğuna işaret ediyor. Falk'un yorumuna geçmeden önce, kişiliği ile ilgili bir iki notu aktarmakta yarar var: Bilindiği gibi 16 Eylül 1982 yılında Lübnan'da İsrail destekli militanların Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında binlerce Filistinlinin katledilmesini araştıran uluslararası hukuk komisyonunda Falk da vardı. Kendisi Musevi olmasına rağmen İsrail ve o zamanki Savunma Bakanı Şaron'u suçlu bulan rapor hazırlamıştı. Bu nedenle Amerika'da Yahudi fanatiklerin tehditlerine maruz kalarak, yakın korumaya alınmış bir bilim adamı.

Falk, uzun yazısında iki önemli noktaya dikkat çekiyor. Biri, Irak'a savaş açılmasının nedeni sanıldığının aksine bu ülkenin “kitle imha silahlarına sahip olduğundan dolayı değil de, tam tersine bu gibi silahlara sahip olmamasından ötürü işgale uğradığına” dair.

Bir başka çarpıcı tespit, gerekçesi ne olursa olsun İran'a yapılacak bir saldırının muhtemel sonucu İslam dünyasını iç çatışmaya sürükleyecek bir sünni-şii kavgasıdır. Ya da İran'a yapılacak saldırının amacı İslam dünyasını kendi içinde kanlı bir çatışmaya itmektir, diye okuyabiliriz bu tespiti.

Baskıcı Arap şeyhliklerinden İran halkına seslenirken bu ülkelerin siyasal yapısı ile Büyük Ortadoğu Projesinde yer alan yaldızlı vaatler arasında bir benzerlik olmadığını pek ala biliyordu. Ortadoğuya gelmişken, üstelik gezdiği tüm Arap ülkelerinden çok daha özgürlükçü ve kendi tarzında bir demokrasinin geçerli olduğu İran'a tehdit savurmanın anlamının basit bir gösteriden ibaret olduğuna inanmak zor. Arap ülkelerinin hemen hepsi İran'a muhtemel bir saldırıya karşı çıkarken, körfez emirliklerinde bu ülkeye göz dağı vermek de ne anlama geliyor?

Hatırlayacaksınız, 11 Eylül sonrası Amerika'nın stratejik akıl hocaları (Kissinger mesela) bu savaşın (terörle savaş-haçlı seferi) “Batı ile İslamın savaşı olmayacak İslamla İslamın savaşı oalcak” buyurmuşlardı. Bunun kültürel ve siyasal temelleri atılırken pratiğe geçirmek için Irak'ta önemli oyunlar sahnelendi. Değil mezhep savaşlarına, dinler arasındaki çatışmalara bile büyük ölçüde uzak durabilmiş, genlerinde böylesi bir çatışmayı taşımayan coğrafyada adına mezhep çatışması denilen/denilmesi istenen kanlı oyunlar sahneye kondu. Ortadoğunun özeti gibi tüm unsurlarını bünyesinde barındıran Irak'ta sahnelenen oyunun belli pratikler kazandıktan sonra bölgeye pazarlanmak istenmesinden korkmamak elde değil.

İran'a yapılacak saldırıya sünnilik savunuculuğundan değil ama Amerika tarafında yer alan halktan kopuk rejimlerle İran arasında ortaya çıkacak bir çatışmanın Sünni-Şii kavgasına dönüştürülmesi hiç de zor bir operasyon değil.

Felaket tellallığı yapmak gibi bir niyetim yok ama süreci doğru okumak ve Amerikan stratejilerinin kilometre taşlarını iyi belirlemek zorundayız. Bunu yapabildiğimiz oranda bölgede oynanmak istenen oyunu bozabiliriz ve bu hala mümkün. Ancak hamaset ve karamsarlık edebiyatı ile Amerika'yı adeta her şeyi, her türlü kötülüğü belirleyen bir “ilah” mertebesine koyarak bu işin içinden çıkamayız. Unutmayalım, ne yaptığını bilen küçük ve organize bir grup bile küresel güçlerin fiyakasını bozabilir. Yakın dönemde bile bunun örneklerine bizzat tanık olduk.

Amerika, küresel kapitalizmin de zorlaması ve kendi hegemonik iktidarını sürdürebilmek, önümüzdeki dönem karşısına çıkacak rakip aktörlere karşı stratejik kozları elinde tutmak için bölgeden çıkmayacak. Hatta bölgede kalışını mazur ve meşru gösterecek gerekçeler üretecek. Bu çerçevede “İslamım İslamla savaşı” tezi riski en aza indirilmiş bir oyun olarak sahnelenmek istenecek gibi görünüyor. Hem kısa vadede bu coğrafyayı askeri ve ekonomik olarak kontrol altında tutması için en az maliyetli bir proje uygulanmış oluyor, hem de uzun vadede kapitalist sömürüye karşı durabilecek “İslam hayat tarzı”nın yeniden meydan okumasının maddi imkanları elinden alınmış oalcak.

Bu çerçeveden bakınca, ABD'nin, istihbarat raporlarına rağmen İran'a hala meydan okumaya devam etmesinin ardında yatan gerçek ve bunun argümanları daha iyi anlaşılıyor. Önce Şii hilali adı altında bir tehlike üretiliyor, ardından bunu önleyecek çatışma ortamı.

Korku tacirliği yapmak yerine kuklanın arkasındaki kuklacıyı deşifre etmeye çalışalım.