İran'da Gadir-i Hum Günü Kutlanıyor

İran'da Gadir-i Hum Günü Kutlanıyor

Bugün hicri kameri takvimle 18 Zilhicce 1445, Caferi Ehli Beyt mektebi esaslarına göre İslam aleminin büyük bayramlarından Gadir-i Hum'dur.

İran'ın resmi bağlantılı haber ajanslarından Mehr News'teki haber şöyle;

İran'ın mümin ve ehlibeyt aşığı halkı Gadir-iHum bayramında dini ve kutsal mekanlarda bir araya gelerek, çeşitli etkinliklerle bu bayramı coşku ile kutluyor.

Gadir-i Hum olayı

Hicretin onuncu yılında, Zilhiccet-il Haram ayının on sekizinde Resulullah (s.a.v) vedâ haccından dönerken Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki bir menzilde, Medine, Mısır ve Şam (Suriye) yollarının ayrımında,Cebrail inerek şöyle dedi: “Ey Muhammed! Yüce Allah sana selam göndererek şöyle buyurmaktadır: Ey Elçi, Rabbin tarafından sana indirilen mesajı tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. (Maide S.A.67)

Yüz yirmi bin ve daha fazla olan insanların bir kısmı ilerleyip Cuhfe’ye yaklaşmıştı. Allah-u Teâlâ ileri gidenlerin geri dönmesini, geride kalanların da bu mekânda durdurulmasını ve Hz. Ali (a.s)ı halka gösterip onun hakkında nazil olan ayeti onlara tebliğ etmesini Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) emretti ve onu halktan koruyacağını kendisine bildirdi.

Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile birlikte Hac amellerini yapıp dönenlerden ilk grup Cuhfe’ye yaklaştığın da Resulullah (s.a.v) önde gidenlerin geri dönmesini ve geride kalanların da bu bölgede olmasını emir etti. O bölgede bulunan birbirine benzer beş ağacın altında oturmalarını sakındırarak temizlemelerini emir etti. Daha sonra öğlen namazı için ezan okundu, Resulullah (s.a.v) halkla birlikte o ağaçların altında namaz kıldılar.
Hava çok sıcak, insanlar abalarının yarısını başlarına ve yarısını da ayaklarının altına seriyorlardı. Semure denen ağacın üzerine elbise gibi şeyleri sererek Resulullah(s.a.v) için gölgelik yaptılar.

Resulullah (s.a.v) namazını bitirdikten sonra cemaatin ortasında, deve semerelerinin üzerine çıkarak şöyle buyurdu: “Bütün övgüler Allah’a mahsustur; O’ndan yardım diliyor, O’na iman ediyor, O’na güveniyoruz. Nefsimizin şerlerinden, kötü amellerimiz den Allah’a sığınıyoruz. Sapan kimseyi O’ndan başka kimse hidayet edemez; O’nun hidayet ettiğini ise kimse saptıramaz. Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ediyorum.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v) ayrıca şöyle buyurdular: "Ben kimin mevlâsı ve velisi isem, Ali de onun mevlâsı ve velisidir. Allahım! Onu sevenleri sev, düşmanlarına düşman ol. Ona yardım edene yardım et, onunla savaşanı kahret. Burada hazır bulunanlar, hazır bulunmayanlara da bunu iletsinler."

Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisinde Gadir-i Hum Rivayeti

Ansiklopedinin "GADÎR-i HUM" غدير خمّ başlığının içeriğinde mezkur rivayet hakkında şu bilgiler geçmektedir:

Gadîr-i Hum olayı Ahmed b. Hanbel, Müslim, İbn Mâce ve Hâkim en-Nîsâbûrî gibi Sünnî muhaddislerin naklettikleri hadislerde de geçmektedir. Ahmed b. Hanbel’in naklettiği rivayete göre Hz. Peygamber bir sefer esnasında Gadîr-i Hum denilen yerde konaklamış, öğle namazını kıldırdıktan sonra Hz. Ali’nin elinden tutup, “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır. Allahım, ona dost olana sen de dost ol, ona düşman olana sen de düşman ol!” dedikten sonra Hz. Ömer Hz. Ali ile karşılaşmış ve, “Ey Ali! Sen her müminin mevlâsı oldun” diyerek onu tebrik etmiştir (Müsned, IV, 281). Aynı konuda başka bir rivayet nakleden Ahmed b. Hanbel, hadisin sonunda “Allahım, ona dost olana sen de dost ol, düşmanlık yapana da düşmanlık yap!” şeklinde yer alan kısmın hadise sonradan ilâve edildiğini söyler (a.g.e., I, 152). Müslim’in rivayetinde ise Resûl-i Ekrem’in, Mekke ile Medine arasındaki Hum adı verilen bir mevkide yaptığı konuşmada ölümünün yaklaştığına işaret ettiği, ashabına Allah’ın kitabını ve Ehl-i beytini (sekaleyn) bıraktığını belirttikten sonra Allah’ın kitabına sarılmalarını tavsiye ettiği ve Ehl-i beyti konusunda onlara Allah’ı hatırlattığı nakledilmiştir (Müslim, “Feżâiʾlü’ṣ-ṣaḥâbe”, 36). İbn Mâce (“Muḳaddime”, 11) ve Hâkim en-Nîsâbûrî de (el-Müstedrek, III, 109) benzer rivayetleri kaydetmişlerdir. Daha sonra Ya‘kūbî, İbn Kesîr ve Süyûtî gibi müteahhir dönem âlimleri bu rivayetlere eserlerinde yer vermişlerdir.