Şeyh Said Kıyamı ve Şehadeti
Şeyh Said: “Arkamızdan ağlayıp zalimleri sevindirmeyin. Kıyamımızı iyi anlayın ve bizden sonrakilere anlatın.”
1865 yılında Erzurum’un Hınıs ilçesine bağlı Kolhisar Köyü’nde dünyaya gelen Şeyh Said, Şeyh Mahmud'un en büyük oğludur.
Temel eğitimini amcası Şeyh Hasan’ın medresesinde tamamladıktan sonra Palu, Muş, Malazgirt ve Hınıs'ta çeşitli medreselerde fıkıh, hadis, tefsir, beyan vb. İslami ilimleri tahsil etmiştir.
Tevhidi bir şuurla İslamî hayatı dava edinen Şeyh Said, halkın irşadı için tebliğ faaliyetlerini aralıksız sürdürmüştür. Bir taraftan halkın irşadıyla meşgul olurken, diğer taraftan ticaretle iştigal edip elde ettiği gelirin büyük bir kısmını medresesindeki talebeleri ve halkın ihtiyacı için sarf etmiştir. Mezhep ve görüş farklılıklarını gözetmeksizin, İslam nizamının hakimiyetini esas alan bir anlayışa sahip olan Şeyh Said, Hilafet’in lağvedilip yerine laikliğin getirilmesine karşı halkı uyararak dinsizlikle mücadele etmeye çağırmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra da gayri İslami yönetime karşı tepkisini dile getirip büyük bir cesaretle cihat kararı almıştır.
Döneme dair birkaç not
1924 Türkiyesi’nde Medreseler kapatılmış, dinî kurum ve kuruluşlar yasaklanmış. Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak mektepler Millî Eğitim'e bağlanmıştır. Artık eğitim öğretimde de laik sisteme geçilmiştir.
Milli Mücadele’de oluşan beraberlik yavaş yavaş dağılmış, Kemalist yeniliklere karşı muhalefet edenler Kazım Karabekir başkanlığında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasında birleşmişlerdi. Sebilürreşad, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf gibi dönemin bazı gazetelerinde de muhalif sesler yükselmektedir. Kendisine karşı olanı kabullenemeyen Kemalist rejim için Şeyh Said isyanı, tüm bu seslerin susturulması için iyi değerlendirilmesi gereken bir fırsattır ve rejim bu fırsatı da sonuna kadar kullanmayı ihmal etmemiştir.
Ve kıyam…
Uğruna mücadele ettikleri, şehitler verdikleri değerlerin ortadan kaldırılmasına rahatsız olan Şeyh Said kıyam için hazırlıklara başlamıştır. Bölgedeki aşiret reisleriyle görüşmeler yapmış, kendilerini mektuplar vasıtasıyla kıyama davet etmiş, vaazlarında kıyamın gerekliliğinden bahsederek halkı bilinçlendirmeye çalışmıştır. Hareketi olgunlaştırmak için görüşmelere devam eden Şeyh Said kıyamın başladığı yer olan Piran köyüne gelir ve burada önemli konuşmalar yapar. 13 Şubat’ta bulundukları meclise bir grup asker gelir ve aranmakta olan bazı kişilerin bulunduğunu, onların kendilerine teslim edilmesini isterler. Şeyh Said kargaşa çıkmaması için cemaat dağıldıktan sonra teslim edebileceğini söyler ancak askerler kabul etmezler. Bu provokasyon üzerine çıkan çatışmayla kıyam hazırlıksız bir şekilde başlamış olur. Ayaklanma haberi bölgeye yayılır. Şeyh Said olaydan sonra Darahînê’ye (Genç) geçer ve 14 Şubat’ta “Emir-ül Mücahidin Muhammed Said Nakşıbendi” imzası ile Kürtleri ayaklanmaya çağıran bir bildiri yayınlanır. Şeyh Said, kıyam İçin son hazırlıklarını yapıp evden çıkarken “bizi kime bırakıp gidiyorsun?” diye seslenen hanımına şu cevabı verir:”Eğer ben ve bastonum yalnız da kalsak, ben yine bu kafirlere karşı çıkacağım. Ne ben Hz. Hüseyin’den daha değerliyim ne de ailem onun ailesinden daha kıymetlidir. Eğer ben bu kafirlere karşı çıkmazsam, zebaniler sarığımdan tutup beni cehenneme atarlar, siz o zaman bana yardım edebilecek misiniz? Onlar bana demezler mi;”Ey Said Allah o kadar mal mülk verdi sana, sen Allah için ne yaptın? Bunlar Allah’ın emirlerini ayaklar altına almışlar.’diyecekler.”
Kıyamın başlamasından kısa bir süre sonra bir çok yer ele geçirilir: Varto, Hınıs, Hani, Ergani, Maden, Çapakçur…Doğuda kıyam devam ederken Ankara’da Fethi Bey Hükümeti yerini, yeteri kadar sert olamadığından dolayı, İsmet İnönü hükümetine bırakmış, İsmet İnönü zaman kaybetmeden birçok hukuksuz uygulamalarını yürürlüğe koymuştur. İlk olarak Ankara’da ve Diyarbakır’da kurulacak İstiklal mahkemeleri için çalışmalarını hızlandırmış ve 14 Nisan’da sınırsız yetkilerle donatılmış Şark İstiklal Mahkemesi göreve başlamıştır. Ardından Takrir-i Sükun Kanunu meclise sunulup kabul edilmiştir. Hükümetin kıyama karşı yapmış oldukları bunlarla sınırlı değil elbette. Kıyamı itibarsızlaştırma adına kıyamın sadece milliyetçi duygularla vuku bulmuş Kürtçülük isyanı olduğu, İngiliz desteği ile yapıldığı, Doğu‘da İngiliz mandası altında bir Kürdistan kurmak istendiğine dair şayialar ortaya atılmıştır. Şeyh Said bunları reddetmiş, İngilizlere karşı bunca savaş verdikten sonra onların yardımının veya manda yönetiminin kabul edilemez olduğunu mahkemedeki sorgusunda dile getirmiştir. 15 Nisan 1925’te Şeyh Said’in bacanağı olan Binbaşı Kasım’ın yönlendirmeleriyle Muş Ovası Murat Köprüsüne (bazı kaynaklarda Abdurrahman Paşa köprüsü olarak da geçmektedir) gelinmişti. Askeri pusu altında olduğundan köprü geçilememiş, burada Binbaşı Kasım’ın ihbarıyla mücahitler pusuya düşürülmüştür. Şeyh Said ve arkadaşları 5 Mayıs günü bir alay askerle birlikte Diyarbakır İstiklal Mahkemesine sevk edilirler ve 26 Mayıs günü üyeleri milletvekili olan ve oluşmuş hukukla hiçbir alakası olmayan şahıslardan oluşan İstiklal Mahkemesi’nde Şeyh Said ve arkadaşlarının yargılanması başlar. Avukat tutmalarına izin verilmez. Türkçe bilmeyen sanıklardan bazılarının savunmaları Kürtçe ve Arapça yapılır ancak tercümanın gelmediği zamanlarda savunmalarını yapamaz ve verilen karara razı olmak zorunda kalırlar. Mahkeme savcısı Ahmet Süreyya‘nın anlatımına göre getirilen bir genç, Türkçe bilmediği için mahkeme heyeti üyelerinden birinin “Türkçe bilmeyenden zaten hayır gelmez. Asın bunu!” demesiyle asılmıştır. Bu olayı mahkeme üyelerinden Avni Doğan da Dünya gazetesine verdiği mülakatında açıklamıştır.
27 Haziran’daki mahkemede sanıklar son konuşmalarını yapmaktaydılar. Tarih 28 Haziran’ı gösterdiğinde ise mahkemenin idam kararı sanıklara okunmuş ve sonrasında Başkan Müfit Kansu rejimlerinin halka refahı getirdiği ve kendilerinin mahkemelerde verdikleri kararların adil olduğu sanrısına kapılarak şunları söylemiştir: “…senelerden beri şeyhlerin, ağaların, beylerin baskısı altında sömürülen, eriyen, inleyen, mal, can ve ırzları şeyhlerin ağaların keyfine kurban edilen bu bölgenin zavallı halkı artık sizin fesadınızdan ve kötülüğünüzden kurtularak Cumhuriyet’imizin feyizli ilerleme ve saadet vadeden yollarına yürüyerek refah ve saadet içerisinde yaşayacaktır. Siz de döktüğünüz kanların, söndürdüğünüz ocakların cezasını adalet sehpasında hayatınızla ödeyerek hesap vereceksiniz. İşte cumhuriyetin sert fakat adil kanunlarının hükmü budur. Mahkumları götürünüz.”
Karar açıklanmadan birkaç gün önce Darkapı’daki meydana idam sehpaları hazırlanır. Sanki sehpayı hazırlayanlar kaç kişinin idam edileceğini biliyorlarmış gibi 47 kişilik idam takımı almışlardır. Giresun Milletvekili Hacim Muhiddin’in isteği üzerine sehpalar estetik olsun diye aynı hizada ve asılanların birbirini görebileceği şekilde yan yana dizilir. Ankara’dan gelmiş seçkin konuklarla Diyarbakır’daki asker sivil yöneticiler, eşleri ve davetlilerin “idam töreni”ni huzur içinde izlemeleri için tribün de inşa edilmiştir.
Ve 29 Haziran günü… Mahkumlar bahçeye çıkarılmadan önce son kez sayım yapılmaktadır. O duraksamada herkes son defa vedalaşır, helalleşir. Şeyh Said mahkeme üyeleriyle arasında geçen kısa bir konuşma sonunda “Kıyamet günü hesaplaşacağız. Boynuzsuz keçinin ahını boynuzludan alırlar” der. Bir yandan da “idamların icrası” sürdürülmektedir. Elleri arkadan bağlı mahkûmlara birer beyaz gömlek geçirilir, boyunlarına mahkeme kararının özeti asılır, sonra tek tek darağacına götürülürler.
Mahkûmlar asılmadan önce “son istekleri”nin sorulması ihmal edilmez lakin istekler yerine getirilmek için sorulmamaktadır.
Hanili Mustafa Bey, “son arzusu” sorulduğunda, oğlundan önce kendisinin asılmasını istemekte ancak isteği kabul edilmeyerek önce oğlu Mahmud asılır. Oğlunun darağacına yürüyüşünü, sicimin boynuna geçirilişini, taburenin ayakları altından çekilmesini izler, son haykırışını duyar ve ipin ucunda salınışını… Daha sonra bu hal üzere o da yürür sehpaya.
Sıra Şeyh Said’e geldiğinde yüzünde ne bir korku ifadesi ne de yılgınlık belirtisi vardır. Celladından daha uzun yaşayacağının bilinciyle sehpaya başı dik olarak yürür. Son Saat gazetesinin özel muhabirinin hatıra olsun diye uzattığı deftere Mekkeli müşrikler tarafından asılan şehit sahabi Hubeyb’in şehadeti öncesi söylediklerini beyit şeklinde Arapça yazar: “Değersiz dallarda beni asmanıza pervam yoktu. Muhakkak ölümüm Allah ve İslam içindir.” Şeyh Said de şehadet şerbetini içen yiğitlerin arasına katılır.
ŞEYH SAİD İLE BİRLİKTE İDAM EDİLEREK ŞEHİD OLANLARIN TAM LİSTESİ
1. Şeyh Said (Palulu, Naksibendi Tekkesi seyhi),
2. Melekanlı Seyh Abdullah (Solhan’lı, Varto ve Mus Cephesi Kumandanı),
3. Kamil Beg (Tokliyanlı Halid Beg’in oğlu, asiret reisi, Varto cephesinde görevli),
4. Baba Beg (Kamil Beg’in kardesi),
5. Seyh Serif (Elaziz Cephesi Kumandanı, Palu/Gökdereli),
6. Fakih Hasan Fehmi (Darahini İnzibat Kumandanı ve Geri Hizmetler Amiri, Modanlı, Zıktê asiretinden),
7. Hacı Sadık (Genc/Valêrli, Genc mıntıkasında görevli),
8. Seyh ibrahim (Çanlı, Çapakçur Müftüsü),
9. Seyh Ali (Harput cephesinde görevli),
10. Seyh Celal (Harput cephesinde görevli),
11. Seyh Hasan,
12. Mehmet Beg (Diyarbekir ve Lice cephelerinde müfreze kumandanı, Garip’li İzzet Beg’in oğlu),
13. Mustafa Beg (Hani esrafından),
14. Salih Beg (Hani esrafından),
15. Şeyh Abdullah (Çanlı, Çapakçur cephesinde görevli),
16. Şeyh Ömer,
17. Şeyh Adem (Hanili),
18. Kadri Beg (Madenli, Maden inzibat Kumandanı),
19. Molla Mahmud (Piranlı, Maden cephesinde görevli),
20. Şeyh Şemseddin (Silvan Cephesi Kumandanı),
21. Şeyh İsmail (Diyarbekir/Termil köyünden),
22. Şeyh Abdüllatif (Diyarbekir/Termil köyünden),
23. Molla Emin (Melekanlı Seyh Abdullah’ın müridi, Balikanlı, Varto cephesinde görevli),
24. Ali Arab Abdi Beg (Çapakçur cephesinde görevli),
25. Mehmet Beg (Varto cephesinde görevli, Kargapazarlı Halil Beg’in oğlu),
26. Süleyman Beg (Seyh Serif’in katibi, Sinikli Jandarma Hasan Beg’ın oğlu),
27. Molla Cemil (Genc/Musyanlı, Palu ve Elaziz cephesinde görevli),
28. Süleyman Beg (Bingöl/Az Asireti Reisi Ömer Beg’in oğlu),
29. Süleyman Beg (Serif Beg’in oğlu, Kiği cephesinde görevli),
30. Tahir Beg (Fakih Hasan Fehmi’nin katibi),
31. Mahmut Beg (Hanili Mustafa Beg’in oğlu),
32. Seyh Ali (Seyh Musa’nın oğlu, Varto cephesinde görevli),
33. Hacı Halid (Balikan’lı, Varto cephesinde görevli),
34. Timur Ağa (Varto cephesinde görevli),
35. Abdüllatif Beg (Hınıslı Kamil Beg’in oğlu),
36. Mehmet Beg (Muşlu, Varto cephesinde görevli),
37. Süleyman Beg (Varto cephesinde görevli),
38. Bahri Beg (Varto cephesinde görevli),
39. Şeyh Cemil (Zorabadlı),
40. Yusuf Beg (Çapakçurlu Süleyman Beg’in oğlu, Çapakçur cephesinde görevli),
41. Ali Badan Beg (Bingöl/Yamaç Asireti’nden, Çapakçur cephesinde görevli),
42. Halid Beg (Kargapazarlı, Varto cephesinde görevli),
43. Halid Beg (Nadir Beg’in oğlu, Harput cephesinde görevli),
44. Tahir Beg (Mehmet Beg’in oğlu),
45. Tayip Ali Beg (Nahiye Müdürü),
46. Çerkes (Seyh Said’in hizmetçisi Yusuf’un oğlu),
47. Jandarma Hamid