"Irka ve Kavmiyete Dayalı Bağımsızlık"
Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman, 21- 24 Ocak 1951 tarihinde Karaçi’de Seyyid Süleyman Nedvî başkanlığında toplanan ve içlerinde Mevdûdî’nin de bulunduğu 31 kişiden müteşekkil bir komisyonun 22 maddelik bildirgesini yazdı.
Karaman'ın Yeni Şafak'taki ( 9 Ekim 2017) yazısı şöyle:
İslam ülkelerinde ve diğer ülkelerde, din, inanç ve etnik aidiyet bakımından ülke çoğunluğunu teşkil eden halk gibi vatandaş oldukları, hak ve özgürlüklere sahip bulundukları halde ideolojik, dînî veya ırka-kavmiyyete dayalı saiklerle -ki, bunlar da çoğu kez siyasi ve ekonomik saiklerin perdesi olmaktadır- bağımsızlık taleplerinde bulunuyorlar, bu taleplerini gerçekleştirebilmek için de şiddet içeren veya içermeyen yollara tevessül ediyorlar.
Bu taleplere karşı ülkenin diğer kesimleri ve iktidarlar “ülkenin halkı ve toprağı ile bölünemezliği” ilkesine dayanarak karşı çıkıyorlar, huzursuzluk, hatta daha ileride çatışma ve kan da devreye giriyor.
Bağımsızlık talebine dini temel (saik, bahane, dayanak…) kılanlar için “İslamî devletin temel kuralları-ilkeleri” hakkında bazı açıklamalar sunacağım.
“Çağdaş, fakat İslâmî bir devletin anayasası, bütün müslüman mezhep sâliklerinin ittifak edebilecekleri ne gibi prensiplere istinad etmelidir” mevzûunu görüşmek ve bu prensipleri tesbit etmek için 21- 24 Ocak 1951 tarihinde Karaçi’de Seyyid Süleyman Nedvî başkanlığında toplanan ve içlerinde Mevdûdî’nin de bulunduğu 31 kişiden müteşekkil bir komisyon aşağıda özetleyeceğimiz maddeler üzerinde ittifak etmişlerdir:
1- Hem kanun vaz’ı, hem de yaratma bakımından gerçek hâkim Allah’tır.
2- Kanunlar Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet’e istinad eder; bu iki kaynağa aykırı hiçbir kanun vazedilemez, karar verilemez, mevcut aykırı mevzuat belli bir zaman içinde kaldırılır.
3- Devlet; vatan, dil, soy gibi nazariye ve unsurlar üzerine değil, İslâm’ın beşer hayatına getirdiği nizam üzerine dayanır.
4- Kitâb ve Sünnet’in gösterdiği iyilikleri yaşatmak, kötülükleri yok etmek; İslâmî esasları ihyâ ve i’lâ eylemek; meşrûiyeti kabul edilen mezheplere göre din öğretiminin temini için gayret etmek;
5- Bütün dünya müslümanlarının aralarında mevcut kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmek, müslüman ülkeler dahilinde lisan, soy, yurt, sınıf gibi farklılıklara dayanarak İslâm birliğini bozan tefrika sebeplerini önlemek devletin vazifesidir.
6- Devlet; sınıf ve din farkı gözetmeksizin, insan için zarurî olan yiyecek, giyecek, mesken, tedâvî ve öğretim gibi hususları, bunları bizzat elde etmeye -bir ârıza sebebiyle- muktedir olamayanlar için temin etmeyi tekeffül eder.
7- Vatandaşlar, kendilerine İslâm şeriatinin bahşettiği can, mal, namus himâyesi; fikir, vicdan, ibâdet, seyahat, toplanma ve kazanç için teşebbüs hürriyeti, sosyal kurum ve kuruluşlardan faydalanma ve yükselmede fırsat eşitliği gibi bütün haklardan -kanunun çizdiği hudûd içinde- istifade ederler.
8- Şeriat cevaz vermedikçe hiçbir kişinin elinden bu haklar alınamayacağı gibi savunma hakkı verilip mahkemede hüküm giymeyen hiçbir kimse de bir suç veya günahtan dolayı cezalandırılamaz.
9- Meşrûiyeti kabul edilen bütün mezheplerin sâlikleri -kanunun çizdiği sınırlar içinde- mezhep hürriyetinden tam olarak istifade eder. Dolayısıyla çocuklarına kendi mezheplerinin esaslarını talim, fikir ve görüşlerini serbestçe telkin edebilecekleri gibi ahvâl-i şahsiyyelerinde ancak kendi mezhep hükümleri ile hükmolunurlar ve bu mevzûlarda kendi mezheplerinden olan bir hâkimin (kadı) hükmetmesi daha uygun olur.
10- Devletin gayr-i müslim sâkinleri -kanunun sınırları içinde- tam olarak din, ibâdet, dinî öğretim ve kültür hürriyetinden faydalanırlar. Kezâ ahval-i şahsiyyelerinde dînî kanunları, örf ve merasimlerine göre hüküm giymek ve muamele görmeyi taleb etmek hakkına mâliktirler.
11- Yurdun gayr-i müslim sakinleriyle yapılan bütün anlaşma ve bağlantılara riâyet etmek devletin görevidir. Bu gibi sâkinler (devletin İslâm ülkesinde kalmalarına, muvakkaten veya daimî olarak izin verdiği gayr-i müslimler) 7. maddede sayılan bütün medenî haklardan istifade ederler.
12- Devlet reisinin erkek, müslüman, halkın veya mümessillerinin; dindarlık, ehliyet ve akl-i selimine güvendiği bir kimse olması gereklidir.
13- Devlet işlerini yürütmekten asıl sorumlu olan devlet reisidir; ancak selâhiyetlerinden bir kısmını bir ferd veya gruba vermesi (tefvîz etmesi) mümkündür.
14- Devlet reisi işleri tek başına yürütmeye kalkışarak istibdad yolunu tutamaz; devlet işleri şûrâ usulüne göre yürür; bunun mânası devlet reisinin devlet işleri ile alâkalı tedbirleri almak ve vazifelerini yerine getirmek hususunda hükûmet üyeleri ve halk mümessilleri ile istişareye başvurmasıdır.
15- Devlet reisi anayasanın tümünü veya bir kısmını ilga edemez ve şûrâsız olarak tek başına (istibdad ile) idâreyi ele alamaz.
16- Devlet başkanını seçme hakkına mâlik olanlar aynı zamanda oy çokluğu ile onu azletme imkânına da sahiptirler.
17- Devlet reisi, medenî haklar bakımından diğer müslümanlar gibidir; kanunun hâkimiyeti dışında kalamaz.
18- Hükûmet üyeleri, yardımcıları ve halk için tek kanun ve tek nizam vardır, bunlarla da umûmî mahkemeler hükmeder ve infaz eder.
19- Bütün memleketlerde kazâ selâhiyeti idare ve icradan müstakildir; böylece de bunların tesiri altına girmeden vazifesini yerine getirir.
20- Devletin ana prensiplerine aykırı olan, anarşi ve yıkıcılık doğuran fikir ve nazariyelerin neşrine ve propagandasına izin verilemez.
21- Ülkenin vilâyet ve eyâletleri devletin idâri bölümleri (cüzleri)dir. Kabile, lisan veya soya dayalı üniteler olmayıp, merkezî hükûmetin denetim ve yönetimi altında duruma göre kendilerine bazı idarî selâhiyetler verilebilen, fakat asla merkezden ayrılıp müstakil olmalarına izin verilmeyen idârî bölgelerden ibarettir.
22- Anayasanın hiçbir yeri kitâb ve Sünnet’e aykırı bir şekilde tefsir edilemez.