İbrahim Karagül
İslam Barış Gücü'nü Türkiye mi kuracak?
İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'nun; "İslam Barış Gücü oluşturulması"na yönelik teklifi büyük yankı uyandırdı. Hemen söyleyelim; açıklamanın, kendi bağlamından koparılarak, Türkiye'nin iç siyasi tartışmalarına malzeme yapılma, sığlaştırılma, ideolojik korku gerekçesine dönüştürülme ihtimali yüksekti. Nitekim öyle de oldu. Tıpkı "eksen kayması" tartışmalarında olduğu gibi" Küresel ve bölgesel eğilimleri okumak bir yana, algılamaktan bile uzak bazı çevreler, her şeyin Ankara'da başlayıp bittiğini sananlar, keskin iktidar kavgasından gözleri kararanların sadece son iki yılda ABD'den Çin'e kadar bütün dünyada nasıl bir sarsıntının yaşandığını, dünyanın ne tür bir şekil almaya yüz tuttuğunu kavrayabildikleri kuşkulu? Ne demek İslam Barış Gücü? Bu bir İslam Birliği projesi mi? Böyle bir şey olur mu? Türkiye böyle bir organizasyonun içinde yer alır mı? Tam da, "Türkiye Batı'dan uzaklaşıyor" yaygarasını koparıp içeride bazı adreslere "asker bu süreci engellemeli" mesajları verenlerin istediği tartışma bu. Ama gerçekler öyle değil. Orta Afrika'dan daha doğrusu Atlantik kıyısından Uzak Asya'ya, Pasifik kıyılarına kadar, Müslümanların yaşadığı kuşak, onların tabiriyle, bir kaos kuşağı... Bütün savaşlar, işgaller, iç çatışmalar, etnik kavgalar, sömürgeci müdahaleler, kaynaklar, pazarlar bu bölgede. En keskin, sert nüfuz, güç mücadeleleri de bu bölgede. Sadece son on yılda yaşananlar bir yüzyıla damgasını vuracak nitelikte. Dünyanın merkez güçleri yeniden şekilleniyor. Gerçek anlamda eksen kayması küresel ölçekli yaşanıyor. Doğu-Batı ilişkileri, Batı'nın lehine olmaktan çıkıyor. Ekonomik ağırlık merkezi Asya'ya kayıyor ya da çok merkezli hale geliyor. Yeni aktörler, yeni güçler, yeni bloklar öne çıkıyor. Uluslararası kurumlar eski gücünü kaybediyor, yeni şartlara göre değişime zorlanıyor. ABD önderliğinde dünya düzeni hayali çoktan söndü. Bölgeler kendi aralarında yakınlaşıyor artık. Kuzey Amerika, Latin Amerika, Avrupa Birliği, Afrika Birliği, son olarak da Çin ve Güneydoğu Asya'yı içine alan Asya Birliği. Peki, en sert mücadelenin yaşandığı ve Türkiye'nin de içinde yer aldığı coğrafya ne olacak? Bir yüz yıl daha paylaşım mücadelelerinin kurbanı mı olacak? Hayır olmayacak, olmamalı. Bu bölge de, kendi direncini ortaya koymalı! Bu yeni gerçekler söz konusu bölgeyi de değişime, yeni arayışlara itiyor. Bölge ölçeğindeki kurumlar reforme ediliyor, çatışmaya ayarlı küresel müdahalelerin yerini uzlaşma ve işbirliği arayışları alıyor. Dünyanın her bölgesindeki yeni arayışlar, ideolojik nitelikli arayışlar değil, 21. yüzyılda varolmayı, ayakta kalmayı, gücü artırmayı hedefleyen arayışlar. Son yıllarda Türkiye'nin Ortadoğu'da, Balkanlar'da, Rusya ve Kafkaslarda yapıp ettiği, geliştirdiği şeylerin hepsi bu arayışa yönelik. Irak'la yapılan ve "Alman-Fransız ekseni gibi" denilen anlaşmalar, Suriye ile yapılan aynı nitelikle anlaşmalar, Körfez ülkeleriyle yürütülen işbirliği çalışmaları, Rusya ile stratejik ortaklık ve ortak bakanlar kurulu gibi gelişmeler bu arayışın ürünü. Türkiye'nin Avrupa Birliği ile son yakınlaşma sürecini tetikleyen şey de yine AB'nin ve Türkiye'nin benzer arayışıdır. Daha geçtiğimiz ay, körfez İşbirliği Konseyi "Arap Barış Gücü" adıyla bir ortaklık kurdu zaten. Şimdi, içinde bulunduğumuz coğrafyada öncelikle bir ekonomik yakınlaşma öngörülüyor. Ulaşımdan serbest ticaret anlaşmalarına kadar, ikili yakınlaşmanın ötesinde gelecekte oluşabilecek ulus üstü ortaklıkların temeli atılıyor. İkili düzeyde siyasi yakınlaşma, vizelerin kaldırılması, ortak siyasi platformlar öngörülüyor. Yine ikili düzeyde güvenlik işbirliği mekanizmaları kuruluyor ve yakın gelecekte belki de ortak güvenlik birimlerinin oluştuğunu göreceğiz. Madem çatışmalar hep bu bölgede oluyor, o zaman çatışmaları önleme mekanizmalarını, kriz yaşayan bölgelere yönelik istikrar arayışlarını teşvik etmeliyiz. Öyleyse neden bir ortak barış gücü kurulmasın? Neden Birleşmiş Milletler'le koordineli çalışacak bir birim oluşturulmasın? Neden İKÖ buna öncülük etmesin? Bunun ideolojik hiçbir yanı yok, tam aksine yarınlarda olabileceklere yönelik bir tedbirdir. Peki buna kim hayır diyor? İhsanoğlu'nun ismini vermediği ülkeler kimler var? Elbette, bu süreci tehlikeli bulan, boşa çıkarmaya çalışan güçlerin sıkı denetimindeki ülkelerdir bunlar. Bölgesel entegrasyonun etki gücünü azaltacağını düşünen ülkelerdir. Türkiye'nin, Malezya'nın, Endonezya'nın, Suriye'nin, Afrika ülkelerinin öncülük edebileceği bir projedir bu. İçerideki hayırcıların dışında, dışarıdaki "hayır" diyenlerin hemen hepsinin müttefiklerimiz olduğunu biliyoruz. Unutmayalım: Önümüzdeki dönemde, geleneksel güç ilişkilerini aşan yenilikler kendini hissettirecek, bazı ezberler bozulacak, sürpriz öne çıkışlar gerçekleşebilecek, siyasi tarih yeni aktörlerle tanışabilecektir. Toplumların, devletlerin kendini fark etmesi, gücünü fark etmesi, geçmişini keşfetmesi, dar olsa da bölgesel işbirliklerini öne çıkarması, küçük olsa da öz kaynaklarına ve yakın bölge ekonomik işbirliğine önem vermesi çok önemli. Unutmayalım: Güney ve Doğu Asya'nın, Avrupa'nın, Kuzey Amerika'nın ekonomik ve siyasi alanda birleşmeye doğru gittiği, acımasız bir ekonomik mücadelenin yaşadığı, devletlerin tek başına bu mücadele içinde ayakta duramayacağının anlaşıldığı, bölgesel entegrasyon projelerinin alabildiğine yaygınlaştığı, merkez güçlerin geçmiş birikim ve zenginliklerini bugüne taşıyarak güç kazanmaya çalıştığı bir dönemde Türkiye, tek başına ayakta kalamaz. Ülkeler değil bölgeler ve bloklar öne çıkıyor artık. Sürece, dünyanın en güçlü ülkesi ABD bile tek başına direnemiyor. Böyle bir dönemde Türkiye'yi yalnızlaştırmak isteyenler, yüzyıllara dayanan siyasi birikimi ve bölgesel zenginliğini harekete geçirmeye çalışmasını ideolojik kılıflarla engellemeye çalışanlar bu ülkeye yazık ediyor. Unutmayalım: Dünya köklü bir jeopolitik değişim geçiriyor. Belki de bu değişime en rasyonel yatırımı yapan ülkelerden biri Türkiye. Böyle bir Türkiye çok yadırganacak, sorgulanacak, eleştirilecek. Eski müttefiklerden bir kısmı zamanla karşıt olacak. Bugün bunun örneklerini görüyoruz. Türkiye'nin barış adına gittiği her yere terör götürüyorlar. Unutmayalım: Bu bir ideolojik tercih değildir. 21. Yüzyıl şartlarının dayattığı bir zorunluluktur. Anlamayanlar çok yakın gelecekte görecekler neler olacağını"